NART SİTESİ, 1 TEMMUZ 2018, SAAT 21:24-22:06...
BU DA “ALLAHIN BİR LÜTFU”!
"Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır" derler. Ben de umudunu hiç yitirmeyenlerdenim. Geleceğe ve gelecek nesillere inanıyorum.
Oturumumun iptal edilmesi ile ilgili süreci yazdım. Kabardey Balkarya Cumhuriyeti Mahkemesi, 9 Ocak'ta itirazımı geç yaptığım gerekçesiyle, oturumumun iptaline karşı açtığım davayı reddetti.
Bunun üzerine 1 Şubat Cuma günü Moskova’ya temyize başvurduk.
Kendime güvendiğim için, oturumum iptal edildiği günden beri "terörist, ajan, bölücü... değilim" diyordum. Kanıtlayamadılar! Bu nedenle bir "devlet sırrı sahnesi” kuruldu. Ama hakim bu sahneyi de yeterince güvenilir bulmamış olmalı ki, itirazımı geç yaptığımı iddia ederek, oturumumun iptal edilmesi kararının geçerli olduğunu söyledi.
Bana ilk gelen mektupta karara itiraz hakkımın olup olmadığına, varsa kaç gün içinde ve nereye itiraz edeceğime dair tek bir kelime bile yoktu. Meğer 3 gün içerisinde mahkemeye başvurmam gerekiyormuş.
Dört tane avukatın bilmediğini ben nasıl bileyim?
Gerçi, işi garantiye almışlardı! Mektup 2 Ağustos tarihinde yazılmış, ama postaya verilmemiş, elden getirilip yurdun girişine bırakılmıştı. Dolayısıyla üstünde bir tarih veya damga yoktu ve benim elime 19 Eylül’de geçti.
Peki neden oturumum iptal edildi? Bir suç mu işledim? Yasadışı bir iş mi yaptım? Bununla ilgili ellerinde bir belge veya delil mi vardı? Yoktu, yok! Birileri bir iftira atmış ve FSB’yi bu iftiralarına alet etmişti. Delil dedikleri „bir rica“. Bizim politik duruşumuzun “zararlı” olduğunu düşünen ve “politika yapma tekeli”ni elinde tutmak isteyen biri/leri’nin „rica“sı.
Ki ben de ısrarla böyle bir delil olamayacağını, Rusya Federasyonu’na düşman hiçbir güçle işbirliği yapmadığımı; adalet, hukuk ve meşruiyet eksenli demokratik bir mücadele verdiğimi; halklar, etnik-dini topluluklar arasında düşmanlığı-nefreti değil, barışı, kardeşliği ve birlikte yaşamayı anlattığımı söyledim, söylüyorum.
Söylemlerimizden ve politik duruşumuzdan kimse rahatsız olmuyor mu, oluyor elbette. Başımıza bir iş gelmez mi, gelebilir tabii. İşte, vatanımda yaşama hakkım elimden alınmak isteniyor. Ama Rusya Federasyonu'ndan daha çok, ( yoksa oturum vermezlerdi ) "bizimkiler" rahatsız bizim söylemlerimizden ve politik çizgimizden.
Hatırlayanlar vardır mutlaka, 2008-2012 yılları arasında, ideolojik-politik olarak çok yoğun tartıştık. O günlerde bütün kurumlarımız “Kafkas” kimliği altında örgütlenmişti,. Anavatanımız “Kafkasya”ydı. “Herkes Çerkes”ti. Çerkes milliyetçiliği “tu kaka”ydı. Rusya düşmandı…
Ve ideolojik mücadeleyi biz kazandık.
Artık Çerkes dernekleri ve kurumları var. Çerkes Adığe’dir, Çerkesçe de Adığabze. Anavatan atavatan saçmalığı bitti. Tek bir vatanımız var: Çerkesya. Kafkasya, üzerinde Çerkeslerin, Abhazların, Osetlerin, Karaçay Balkarların, Çeçenlerin, Dağıstanlıların… yaşadığı bir coğrafyadır. Rusya düşman, Çerkes milliyetçiliği de “tu kaka” değildir…
Ve “Vatana Dönüş” hala Çerkes Sorunu’nun biricik çözüm kapısıdır…
İtiraf edemeseler, hatta bunun dile getirilmesinden bile rahatsız olsalar da diaspora Çerkesleri bu ideolojik-politik değişimi ve dönüşümü bize: Çerkesya Hareketi’ne borçludur. Çünkü her şeye rağmen eğilmedik, bükülmedik, eyyamcılık yapmadık. Doğrularımızı anlattık ve örgütledik.
Birilerinin asıl kızgınlıkları bizim bu dik duruşumuzadır, irademizedir. Öyle ki bunu açık açık dile getiren, „öneri doğru, ama sizden geldiği için karşıyım“ diyenler bile var. Ve bu ruh hali ile aslında yöneticilik falan yapmamaları, artık emekli olmaları gerektiğinin farkında bile değiller!
İftiraların, çamur atmaların hiç etkisi olmadı mı? Oldu tabii.
Bazıları bizim hakkımızda söylenen yalanlardan ve iftiralardan etkilendiler. ÇH kimlikleri olmazsa veya „Hatko Schamis’in adamı“ olmazlarsa bizim doğrularımızla politika yapabileceklerini; bizim, “doğruları anlatan yanlış insanlar” olduğumuzu sandılar.
Ama bir işe yaramadı. Statükoyu eleştirdiklerinde veya yurtsever tavır aldıklarında aynı tepkilere muhattap oldular.
Çünkü statükonun asıl rahatsız olduğu, Hatko Schamis‘in kaşı gözü değil; anlatıkları, yazıp çizdikleri ve örgütlemeye çalıştıklarıdır. Yani Çerkes kimliği ve Çerkes vatanı ile ilgili doğruları savunması, Çerkes halkının vatanında birlik olması ve uluslaşması; Çerkesya’nın yeniden inşası vizyonunda birleşmesi gerektiğini söylemesidir. Çerkesya Hareketi’nden ve onun politikalarını kamuoyuna anlatan Hatko Schamis’ten rahatsız olanlar asıl olarak bizim bu politikalarımızdan rahatsızlar.
Çerkesya Hareketi ve Çerkesya Hareketi’nin politikalarını kamuoyuna anlatan Hatko Schamis statüko için hala en büyük tehditdir: Çünkü güçlü bir iradeleri var. Yılmıyorlar, küsmüyorlar.
Tartışmaları takip edenler ve hatırlayanlar politik çizgimizden kaynaklı, bize nasıl hakaretler edildiğini ve iftiralar atıldığını bilirler. Politik olarak güçleri yetmediği zaman bize hep bir kulp taktılar, hep iftira attılar.
Çerkes soykırımının tanınması için Gürcistan’a gittik, “Amerikan veya Gürcü ajanı” dediler. Rus/Rusya düşmanlığına karşı çıktık, 21 Mayıs’ta vatana gittik, “Rus ajanı” veya “provakatör” olduk…
Ve bizi kurumlarımızdan, ilişkilerimizden dışlamaya çalıştılar. Mesela Kuşha Doğan, Avrupa Çerkes Dernekleri Federasyonu başkanı Ömer Tamzoq’a Federasyonumuzun Almanya'da düzenlediği bir etkinlikte, beni konuşturmaması için baskı yaptı. Ömer Tamzoq bana “istifa mektubum cebimde” deyince ben konuşmaktan vazgeçtim de sorun büyümedi…
Komik şeyler de oldu. Mesela “ODTÜ derneği bizim Sıhhıye’deki derneğimizin hemen üstündeydi. Tarık o derneğe gider, bizim derneğimize hiç gelmezdi” dediler. Ama ben ODTÜ derneğini hiç görmedim. O dernek açıldığında cezaevindeydim. Komedi, ama inanan oldu işte.
Şimdi ne diyorlar? Mesela Çerkesya Hareketi ve benim için "Türkiye ve Rusya'yla aramızı bozuyor" diyorlar. "Gelmeyin-gitmeyin" dedikleri halde 21 Mayıs 2016'da Nalçık'a gitmemizi örnek gösteriyorlar.
Halbuki biz, Reyhanlı Çerkes Derneği-Adığe Khase olarak, o günlerde yapılan kongrede, Rus savaş uçağının düşürülmesinin bir provokasyon olduğunu söylemiş ve Federasyon yöneticilerinden bu saldırıyı kınayan bir basın açıklaması yapmalarını rica etmiştik. Ama onlar, hem de günler sonra, "Türkiye de haklı, Rusya da" mealinde bir açıklama yaptılar.
Peki sonra ne oldu? Bu saldırının FETÖ’nün bir provokasyonu olduğu çıktı ortaya ve Türkiye Rusya Federasyonu'ndan özür diledi.
Yani hem Rus savaş uçağının düşürülmesi ile ilgili öngörümüz doğruydu, hem de bizim “asıl olarak vatanımızın kapılarının diasporada yaşayan Çerkeslere kapanmaması için çalışmamız gerekir” sözlerimiz ve tavrımız.
“Türkiye de Rusya da kendince haklı” açıklaması ve o günlerde Saray’a çıkmak çok riskliydi, zamanlaması yanlıştı. Bunlar bir yerlere kaydedildi!
Bizim “Bu 21 Mayıs'ta mutlaka Çerkesya'ya gitmemiz gerekir” dememizin nedenlerinden biri de Çerkes halkının Rusya ile Türkiye arasında bir köprü rolü oynaması, çatışmaların düşmanlığa dönüşmemesi için çalışması gerektiğine inanmamızdı. Çünkü Türkiye ile Rusya arasındaki düşmanlık Çerkeslere vatanın kapılarının kapanmasına neden olabilirdi.
Ama bu baylar, hem asıl olarak kendi tavırlarının Rusya Federasyonu ile ilişkilerimizi bozmaya neden olabileceğini unuttular, hem de yavuz hırsız misali bizi "arabozucu" olmakla suçluyorlar.
Geçen sene de Muhittin Ünal’ın bir yanlış ifadesine yönelik eleştirilerimizi çarpıtmış, ( biz Muhittin Bey’i ziyaret edip “şu anlamda kullandık o sözü. Eğer bizim size hakaret ettiğimizi düşünüyorsanız özür dileriz” dediğimiz halde ) bu tartışmayı bizi izole etmek için bir fırsata dönüştürmeye çalışmış, henüz benim yazımı bile okumamış olan Muhittin Bey’i açıklama yapmaya zorlamış; Muhittin Bey’in de itibarını sarsmışlardı.
Elbette bunu sadece bize/bana yapmıyorlar. Ve bu konuda vatandaki bazı kurumlarla ve kişilerle birlikte çalışıyorlar.
Mesela ilk 21 Mayıs etkinliğine gittiğimizde bizden vatanda bazı isimlerle görüşmememizi istediler. Tıpkı bugün bana yaptıkları gibi, o günlerde de İbrahim Yağan’ı, Aslan Beşto’yu, Ruslan Kesh’i, Martin‘i yalnızlaştırmaya çalışıyorlardı. Biz bu oyunun bir parçası olmayı reddettik. Ama bir tesadüf olmalı, Ruslan Kesh randevumuzdan bir saat önce gözaltına alındı ve biz Türkiye’ye doğru yola çıktıktan bir saat sonra serbest bırakıldı.
İki sene önce de İbrahim Yağan’ı Reyhanlı Çerkes Derneği-Adığe Khase’ye davet etmemizden rahatsız oldular ve Başkan Uğur Pihava’yı arayıp toplantıyı iptal etmemizi istediler. Niye? Onlara göre İbrahim Yağan “tehlikeli” bir isimdi. Bilmem hangi güçler için çalışıyor olabilirdi…
Veya benim Antalya Çerkes Derneği’nin örgütlediği Gençlik Kampı’na katılmamdan rahatsız oldular. Antalya Dernek başkanı Haydar’ı defalarca aradılar. Hatta bir Kaf Fed yöneticisi, "Hatko Schamis o kampa gelirse, ben çocuğumu göndermem” dedi.
Biz kurumumuz yıpranmasın diye bunları dile getirmedik, yaymadık, ama birileri dur durak bilmiyorlar. İşi iftira atmaya vardırdılar. Ve eğer yanlışlara tavır alınmazsa, bu anlayış değişmeyecek. Değişmiyor da!
İşte geçen sene bir Kaf Fed yöneticisinin Sivas Derneği’nde “biz Çerkesler; yani Abhazlar, Adığeler, Osetler, Çeçenler…” diye başlayan konuşmasını küfürsüz-hakaretsiz eleştirmiş, "Abhaz, Asetin, Çeçen... halklarını Çerkes yapma hakkını ve yetkisini kimden aldınız" diye sormuştum. Bu yönetici o günden beri gittiği-konuştuğu her yerde benim için “provokatör” diyor.
Hani sorun „küfür veya hakaret“ti? Yoksa eleştiri yapma hakkımız vardı. Bizim yukarıdaki sözlerimizde bir hakaret var mı? Hikaye. Asıl olarak eleştirilerimizdeb ve politikalarımızdan rahatsızlar, bunu herkes biliyor.
Yani iddia ettikleri gibi mesele “küfür-hakaret veya uç-sert tavırlar” veya bizim pervasız olmamız değil. Eğer onları eleştirirseniz ve “örgütlenirseniz” kötüsünüz, haddinizi aşıyorsunuz, çok ileri gidiyorsunuz ve hedefsiniz. İzole edilmeniz, ezilmeniz, yok edilmeniz… etkisiz hale getirilmeniz gerekir.
Öyle bir ruh hali içindeler ki, benimle ilgili olumlu bir şey söyleyeni, yazanı arıyor, uyarıyor, benden veya Çerkesya Hareketi‘nden uzak durmalarını söylüyorlar.
Geçen hafta bir Kaf Fed yöneticisi ile sohpet ettim. Mesela 21 Mayıs’ı sahiplenmemizin birilerini rahatsız etmiş olabileceğini söyledi.
Ona da anlattım. 21 Mayıs’ta vatana gitme düşüncesi bizimdir. Biz kamuoyuna duyurduktan sonra Kaf Fed’den hala diyalog kurabildiğimiz insanlar, “biz de böyle bir etkinlik örgütlemeyi düşünmüştük, biz örgütleyelim” dediler. “Önemli olan kimin örgütlediği değil; zaten biz de Kaf Fed üyesiyiz. Örgütlerseniz katılırız” dedik. Örgütledik. Katıldık.
„İftiracılar“ o zaman da böyle bir etkinliğe karşı çıkmış, „yurtseverlerin kuyruğuna takıldınız, bizim başkalarının örgütlediği bir etkinliğe katılma geleneğimiz yok“ demiş, Kaf Fed’in o dönemki yöneticilerini suçlamışlardı.
Belki de bu eleştirilerin etkisiyle, 21 Mayıs etkinliklerinde Kefken hep daha çok öne çıktı. "Karadenizin Öteki Tarafı" üvey evlat muamelesi gördü.
Ve onların kafalarındaki format bizim düşündüğümüzden farklı. Onlar etkinliği büyütmek istemiyorlar. “Büyürse orada bizi ağırlamaları zor olur” diyorlar. Ama bu format ile 21 Mayıs’ta vatana gitme etkinliğinin politik içeriği yok oluyor. Bunu anlatmaya çalıştık, diyalog kurabildiğimiz arkadaşlara söyledik, bir şey değişmedi. İşte bu sene de 21 Mayıs’a bir şey kalmadı, ama hala bir plan yok, program yok, çalışma yok.
Bir de, ilk günden beri birileri ısrarla 21 Mayıs etkinliğinde bize mal olabilecek boyutları karalamaya çalıştılar. Sınırdan geri döndürüldüğümüz sene, 21 Mayıs’a katılmak için kendilerini arayan insanlara, mesela Furkan'a, “gitmesen daha iyi olur” dediler. Hem kendisi hem de babası Kaf Fed’i 4-5 kere aradılar. Yaşar Aslankaya ve Filiz Kaplan ile görüştüler. İkisi de aynı cevabı verdi. Veya Vedat Meker Mahmut Ademey’e etkinliğe katılmamasını tavsiye etti.
Bu, onların etkinliğin politik içeriğini anlamadıklarının bir göstergesi. Biz de bu nedenle anlatmak, etkinliği sahiplenmek zorunda kalıyoruz. Onlar ilk günlerde düşündüğümüz ve konuştuğumuz minvalde kalsalar, etkinliği bu çerçevede örgütleseler ( mesela “ileride Soçi’ye bir gemi ile gideriz” bile diyorduk ) biz niye eleştirelim veya sahiplenelim.
Keza 2. etkinlikten sonra, sınıra “eksik belgeler”le gittiğimiz yalanını söyleyenlere seyirci kaldılar. Halbuki sonraki sene de yine Antalya Konsolosluğundan aynı belgelerle alınan vizelerle Nalçık’a gittik. Aynı belgeler için bir sene “eksik” denildi, sonraki sene “tamam”. Ama buna rağmen bazıları bizi karalamaya, yalan söylemeye devam ettiler. Neden yalan söylüyorlar? Çünkü doğruları dile getirirlerse, o zaman politik çizgilerini gözden geçirmek, bizim hakkımızı vermek zorunda kalacaklar…
Ee biz böyle yalanları seyredelim mi? Kendimizi ve etkinliği savunmayalım mı? Kaf Fed veya bir yöneticisi yıpranır diye insanlara doğruları anlatmayalım mı? Niye kimse yalan söyleyenlere müdahale etmiyor?
Politik olarak kendilerine uymayan insanları ve düşünceleri karalıyor, itibarsızlaştırıyor, iftira atıyor, insanlara onlardan uzak durmalarını söyleyerek izole etmeye çalışıyor; bunları ifşa edenlerden nefret ediyorlar.
Mesela Vacit Kadıoğlu, elinde hiçbir belge veya bilgi olmadan, "yerin kulağı duysun" ister gibi, diasporadaki ve vatandaki tanıdıklarının kulaklarına benim "ajan" olduğumu fısıldıyor… Bir başkası benimle fotoğraf çektiren arkadaşı arayıp, “ondan uzak dur” diyor.
Herkes biliyor ki, bu “ajan” suçlaması dünyada hep muhalifleri tasfiye etmek için kullanılmıştır. Türkiye’de de, bizde de!
Vacit Bey gerçekten “ajan”lardan rahatsız mı? Güzel, ama o zaman önce kendi çevresinden, birlikte çalıştığı veya desteklediği insanlardan başlamalı “ajan” aramaya. Çünkü onlar arasında “tescilli” olanlar var. Ve kendisinin bundan rahatsız olduğunu duymadık şimdiye kadar.
Biz, kimin „ajan“ olduğu ile ilgilenmiyoruz. Böyle tartışmalara girmiyoruz. Çünkü biz yasal-meşru ve demokratik, hukuki bir mücadele örgütlüyoruz. Herşeyimiz açık ve şeffaf. Bu nedenle „ajan“lardan korkmuyoruz.
Ama eğer “ajan” olsaydım, bunu ifşa etmek mahkemenin de işine gelmez miydi? Ve beni apar topar sınır dışı etmezler miydi? Şimdi hiç utanıyorlar mı acaba söyledikleri o yalanlardan dolayı?
Bunları neden anlatıyorum? Çünkü bu hastalık ve bu “iftiracı” klik Çerkes Ulusal Mücadelesi’nin önünde ciddi bir engellerdir. Ve benim oturumumun iptal edilmesi „bir gecelik soğuğun işi“ değil. Böyle bir geçmişi var!
Zaman zaman dile getirdikleri "küfür, hakaret, xabze, ahlak hassasiyetleri" de doğru değil. Veya çoğu sadece “kendine Müslüman”.
Bizim düşüncelerimizi savunan biri bir yanlış mı yaptı, hemen bize mal ediyorlar. Ama bize ağız dolusu küfür edenlerle, “ajan”, “provokatör” gibi iftiralar atanlarla veya „ahlaksızlar“la sarmaş dolaşlar?
İşte Federasyon'a bağlı Antalya Derneği’ni iftiralarla mahkemeye vermiş bir "ahlaksız"ın her fırsatta sırtını sıvazlıyorlar? Yaa Antalya Çerkes Derneği Federasyona bağlı bir dernek değil mi? Niye sahip çıkmıyorsunuz?
Veya anavatana “toplantı”ya gelip de zamanlarının çoğunu yiyip içerek, Plazalarda kadınlarla eğlenerek geçirenlere tek laf etmiyorlar.
Elbette kimsenin özel yaşamı bizi ilgilendirmiyor; ama bir misyonla, bir görevle bir yerlere gidenler, bizi temsil edenler her şeyi yapamazlar. Hal ve hareketlerine dikkat etmeliler. Ama bazıları bunun farkında değiller. Ve onları gören gençler de aynısını yapıyorlar. O kadar ki, 21 Mayıs'ta gelen gruptaki gençleri karşılayan buradaki gençlerden biri "Natashalara gidelim mi?" diye sorabiliyor. Ahlaksıza bak! Burada çocuklar bile bu çirkinliklerden haberdar ve bu nedenle diaspora Çerkeslerinin itibarı sıfır.
Bir de, küfür ve hakaret konusunda ilk uyarıyı yapan aslında biziz. Brüksel'de Avrupa'da Çerkes Günü ile ilgili bir toplantıya gelen Cihan Candemir’le bu konuyu bizzat ben konuştum. "Ismarlama" bir yazı yazan Adnan Özveri bize hakaret etmiş, "Nihal Atsız'ın çocukları" demiş, bu yazı Kaf Fed'in sitesinde yayınlanmıştı. Cihan Candemir'e bunun yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım. Ama “ben bir sakınca görmüyorum" dedi.
Peki kim bu iftiracılar? Onları da yazacağım elbette... Ama benim bunların kim olduklarını yazmamdan daha önemli olan, kurumlarımızın gerçekten demokratik-kurumsal bir işleyişe sahip olmaları, yanlışa ve yanlış yapana tavır almalarıdır. Yoksa yanlış düzelmez! "Vacit" gider, "Yaşar" gelir; "Yaşar" gider "Yıldız" gelir… Ama tas da hamam da aynı kalır!
Bunları böyle açık açık yazdığım için "başıma bir şey gelir mi?" diye düşünmüyorum, korkmuyorum. Çünkü ilk günden beri “fedakarlık yapmaya ve bedel ödemeye hazırız” diyoruz.
Bu nedenle oturumum iptal edilince de şaşırmadık, afallamadık, sinmedik… Politik duruşumuzu sahiplendik. Şimdiye kadar ne anlattıysak, dava açıldıktan sonra da anlatmaya ve savunmaya devam ettik.
Moskova’daki mahkemeyi kaybetmemin ve “deport” edilmemin de hiçbir önemi olmayacak. Politik duruşumuz değişmeyecek. Çerkesi, Çerkesçeyi, Çerkesya'yı ve Çerkes halkının vatanından başka hiç bir yerde geleceğinin olmadığını anlatmaya ve vatana dönüşü örgütlemeye devam edeceğiz.
Ve Sigmund Freud’un “psikolojik projeksiyon” veya “psikolojik yansıtma” diye tanımladığı; narsistik kişilik bozukluğu taşıyan insanlarda görülen ve kişinin istemediği düşünceleri ya da davranışları karşı tarafta varmış gibi gösterme HASTALIĞI’na yakalanmış iftiracıların hepsini teşhir edeceğiz.
Ama bu iftiranın bizim için, Çerkesya Hareketi için, “Allahın bir lütfu” olduğunu da itiraf etmeliyim. Bu iftira sayesinde siyasi duruşumuzun ve söylemlerimizin Çerkesya’da ve Rusya Federasyonu’nda “yasadışı” olmadığını, terörle veya başka bir şeyle ilişkilendiremeyeceğini, hem de mahkemede kanıtlama fırsatı verdiler. Çerkesya Hareketi’nin önü açıldı.
Artık kimse bize ve politik duruşumuza iftira atamaz. Kimse bizi “ajanlık”la, “provakatörlük”le veya “aşırılık”la suçlayamaz.
Kimse kendi korkaklığını, inançsızlığını, politikasızlığını ve çıkar ilişkilerini bize attıkları bu iftiraların ardına gizleyemez.
Ve beni belki deport edecekler, ama bu dava sayesinde daha çok buralı oldum. Daha çok insanla tanıştım. Daha çok insana dokundum…
En önemlisi de, Çerkes Sorunu, daha doğrusu, diasporadaki Çerkeslerin durumu-sorunu bu süreçte burada çok yoğun tartışıldı. Bunun sonucu olarak önümüzdeki günlerde Çerkes Sorunu‘nun daha üst düzeylerde tartışılması bile mümkündür.
Bu nedenle o ahlaksız iftiracıları tarihin çöp sepetine doğru iterken, kendilerine teşekkür etmeyi de ihmal etmeyeceğiz.
Hatko Schamis ( Tarık Topçu )