#723 Ekleme Tarihi 21/11/2015 08:39:27
ŞİŞEDE DURDUĞU GİBİ DURMUYOR...
Fransa'daki saldırıların "öfkeli gençler"in işi olduğuna inanmadığımı söylemiştim. Ayrıntılar ortaya çıktıkça bu kanaatim güçleniyor.
Bilen biliyor, Fransa son yıllarda AB'inde Almanya'dan, dünyada NATO'dan özerk bir politik çizgi izlemeye başlamıştı. Libya'ya ilk saldıran ülkeydi. Afrika'da kendi politik ilişkilerini örgütlemeye çalışıyordu.
Suriye'ye Rusya'nın müdahale etmesinden sonra, Türkiye, Katar ve Suudi Amerika ile birlikte "Esad gitmeli" tavrını devam ettirdi. Halbuki ABD ve Rusya bir çözüm planında anlaşmak üzereydiler.
Ve booom!
Artık Fransa da İŞİD karşıtı cephede ve Suriye'de siyasi çözüm taraftarı. Boşuna "dayak cennetten çıkmadır" dememişler...
Evet, Fransa'yı vurdular ve bir taşla kuş katliamı yaptılar:
1) Fransa'ya ayar verdiler.
2) Fransa'da ve Avrupa'da demokratik hakları kısıtlamanın bahanesi oldu.
3) Büyük ihtimal Avrupa Birliği'nin varlığı ve gerekliliği tehlikeye girdi.
4) Avrupa'nın politik karakteri değişecek, daha sağa kayacak.
5) Sonra, soyup soğana çevirdikleri, yaşanmaz hale getirdikleri ülkelerinden kaçan mültecilere karşı bir bahaneleri var artık.
6) Bunlara ek olarak, İŞİD ve benzeri örgütleri teşhir ettiler. Bu örgütlere karşı mücadelenin meşru ve zorunlu olduğunu beyinlere işlediler.
7) İslam dini yıpratıldı.
8) Dünyaya farklı bir gözle bakan, alternatif bir yaşamı benimseyen insanların yüreklerine korku saldılar...
Burası, belki de en önemli boyutu saldırıların.
O kadar insanın ölmesi nedeniyle gözlerden kaçtı sanırım. Ama saldırılan hedefler tesadüfen seçilmemişti.
Ki İŞİD de, saldırı sonrası eylemleri üstlendiği açıklamasında ( veya İŞİD adına yapıldığı söylenen açıklamada ) "pislik ve fuhuş yuvalarını vurduk" demişti.
Fransa'yı ve Avrupa'yı bilenler, bu "pislik ve fuhuş yuvaları"nin müdaimlerinin, bu ülkelerdeki sağcı-ırkçı politikaların önündeki en güçlü barikat olduklarını da bilirler. Bunlar, hemen hemen bütün sağcı ve antidemokratik uygulamalara tepki verirler, sokaklara çıkarlar. Yabancıları ve mültecileri sahiplenirler.
İşte bu barikat, yıkılmadı belki ama, sarsıldı. Birkaç gündür Avrupalı arkadaşlarla yaptığım sohpetlerde bunu çok net hissediyorum.
"Kitaplarda yazıldığı gibi" yaşamayı yüceltip ötesini veya farklı olanı reddeden, aşağılayıp "katli vaciptir" fetvaları veren çevreler bilmiyorlar sanırım:
Daha özgür ve daha demokratik yaşamı benimsemiş bu insanlar, belki pek dindar değiller; ama kendi devletlerinin dünyanın diğer ülkelerinde izledikleri politikaların, neden oldukları açlık ve yoksulluğun, savaşların, baskı ve terörün en kararlı karşıtlarıdırlar. İşte bu insanlar sindiriliyor.
Asya'da, Orta Doğu'da, Afrika'da emperyalist müdahalelerin, askeri üslerin...içeride ise toplumu militarize etmek isteyenlerin önü açılıyor.
Bundan bizim bir çıkarımız var mı?
"Üçüncü dünya ülkelerinin açlarının, yoksullarının, baskı ve zulüm altında yaşayanları"nın bir çıkarı var mı?
Peki bir üçüncü dünya ülkesinde yaşayan insan buna niye sevinir? Niye "sen şuna bak, buna bak..." veya "o devletler çok mu masum?" diyerek bu saldırıları meşrulaştırmak ister?
Kirli bilginin ve kirli bilgi ile dolu, "kirli" dünyasının kurbanı olduğu için sevinir.
Irkçılığın, faşizmin ve fanatizmin esiri olduğu için sevinir.
Genleriyle oynandığı, beyin hücrelerine nüfuz edilip körleştirildiği için sevinir.
Zaten insan gözleriyle değil, beyniyle görür. Gözün işlevi algıladıklarını beyne iletmektir sadece. Gözlerin algıladıkları şeyleri anlamlandıran beyindir.
Ki, "bakar kör" denilenler, kelimenin gerçek anlamında gören, ama beyinleri boş olduğu veya doğru bilgiden yoksun oldukları için gördüklerine doğru anlamlar yükleyemeyenlerdir.
Bu nedenle, yani insanlar görmesin diye beyinleri fethettiler önce. "Bilgi toplumu" dediler, ama bilgiyi tekellerine aldılar ve "kirli bilgi toplumu" yarattılar.
Bakın, ABD'li araştırma şirketi Pew'in 38 ülkede 40 bini aşkın katılımcıyla yaptığı ankette, Türkiye’de yaşayanların yarısı halkın hükümetin politikalarını eleştirme hakkına sahip olmadığını düşünüyor.
Düşünce özgürlüğü ile ilgili yapılan araştırmanın genel sonuçlarına göre dünyada "halk hükümetleri istediği gibi eleştirebilir" diyenlerin ortalaması yüzde 80. Ama Türkiye'de bu oran yüzde 52 ve listede son sırada yer alıyor.
Düşünebiliyor musunuz, "hükümeti eleştirme hakkı"nın dahi olmaması gerektiğini düşünen, faşistleştirilmiş % 50'lik bir kitle var Türkiye'de.
Yani dünyanın en geri, en faşist insanları Türkiye'de yaşıyor. Ve bunların bir kısmı da Çerkes!
Nasıl başardılar bunu? Elbette baskı ve "zor" önemli bir rol oynuyor. Ama daha da önemlisi "beyinlerini fethettiler"!
Bundan 30 sene kadar önce, "Bilim ve Teknik" dergisini takip ederdim. Hala çıkıyor mu bilmiyorum, ama kaliteli bir dergiydi.
Bir yazılarında "bir gün gelecek, insanı programlamak, İnsanlara bir şeyleri sevdirip, başka bir şeylerden nefret ettirmek mümkün olacak. Mesela pirinci sevdirecek, mercimekten tiksindirecekler..." gibi şeyler yazmışlardı. Yok daha neler demiştim. Ama o günlere geldik işte.
Hadi Fransa'daki saldırıyı kimin örgütlediğini bilmek kolay değil, sonuçlarını analiz etmek de. Ama bir hükümeti eleştirmenin yanlış olmadığını bilmek için de Einstein olmak gerekmiyor!
Hani "kirli bilgi" şişede durduğu gibi dursa, "zararı kendine" der geçersin. Ama şişede durduğu gibi durmuyor. Bütün toplumsal yaşamı etkiliyor.
Demokratik haklar gaspediliyor, "bize lazım olanı veriyorlar. Vermiyorlarsa bir bildikleri vardır" dedirtiyor. Masum insanlar öldürülüyor, "oh olsun" çektiriyor. Hırsızlık ve yolsuzlukları "çalıyorlar ama çalışıyorlar" diyerek meşrulaştırıyor. Katliamları anmayı "yuhalatıyor"... Saymakla bitmez.
Bunların bizimle ne ilgisi var diye düşünenler için bir keza daha tekrar edeyim:
1) Eğer "Çerkes Kalma Mücadelesi" vermek istiyorsanız ve Çerkes kalmamızın vatanda birleşerek ve Çerkesya'yı inşa ederek mümkün olduğuna inanıyorsanız; ama vatanımız RF'nun bir parçası ise ve vatanımızda veya RF'nda farklı dinlerden-etnik kimliklerden insanlar birlikte yaşıyorsa, buna rağmen sizin buna zarar verecek bir politik-psikolojik donanımınız varsa; farklı kimliklere, dinlere, mezheplere veya dinsizliğe saygınız ve bunlarla birlikte yaşama perspektifiniz yoksa siz hikaye anlatıyorsunuz, sağ elinizle yaparken sol elinizle bozuyorsunuz demektir. Çünkü RF'ndaki siyasi-sosyal-kültürel yapıyı hazmedemeyen kimseyi vatana döndüremezsiniz. Başkalarının sizin bu donanımla vatana dönüşünüzden rahatsız olmasına engel olamazsınız.
2) Eğer ulusal mücadele örgütlemek, hele hele Çerkes halkının Xase geleneğini yeniden diriltmek istiyor; Çerkes ulusal mücadelesini örgütleyecek organ Xase olmalı diyorsanız en azından demokrat olmak, farklı toplumsal kesimleri ve düşünceleri kucaklamak, demokrasiyi içselleştirmek zorundasınız. Demokrat olmayı başaramayanlar demokratik bir kurum ve ulusal bir mücadele örgütleyemezler.
3) Demokrasi bilinci pazarda satılmıyor, saksıda da yetişmiyor. Öyle olsaydı dünyayı demokratlaştırmak kolaydı. Demokratlaşmak ve demokratikleşmek uzun ve meşakkatli bir yoldur. Duyarlı ve tutarlı olmak gerekir. Sağda faşizme destek verirken, solda demokrat olamazsınız. Çünkü demokrasi bir yaşam biçimidir. Bunun için hayatın her alanını bu bakış açısı ile yorumlamak gerekir.
Elbette elimizde tuzluk sağa sola koşturup her yaraya tuz basacak değiliz. Buna gücümüz de yetmez. Bu nedenle öncelikle Çerkes Ulusal Sorunu'na yoğunlaşmamız gerekiyor.
Ama Çerkes halkına doğru bilgi vermek, doğru bilgilenmesini sağlamak gerekiyor. Çünkü biz uzayda yaşamıyoruz. İçerisinde yaşadığımız ülkelerin halklarının beyinleri fethedilirken, bize torpil geçilmiyor. Veya genlerimiz bizi "kirli bilgi"den korumuyor.
Aslında Çerkes Ulusal Mücadelesi'ni örgütlenmenin yolu Çerkes halkını "kirli bilgi"den kurtarmaktan veya korumaktan geçiyor bile denilebilir.
Kapalı toplumlara "kirli bilgi"nin girmesi daha zor olduğu için, zaman zaman geriye-köye dönüşü savunanlar çıkar. Ama hayatın tekerleği geriye dönmediği için bu mümkün değildir. Doğrusu yaşadığımız çağa uygun yöntemler bulmaktır.
Başka birileri ise soyut bir "Çerkeslik" masalı anlatırlar. Bunların çoğu samimi değildir. Ve çoğunlukla işlerine gelmeyen politik yaklaşımları engellemek için "Çerkeslik" silahını çekerler.
Ama samimi olanlar da kimse ellerini ayaklarını bağlamadığı, ağızlarını tutmadığı halde örgütleyemezler bu "Çerkeslik"i. Anlattıkları kimseyi etkilemez. Ve bir süre sonra toplumu suçlarlar. Veya "Çerkeslik" yapmayanları...
Basit bir gerçeği anlamazlar:
Çerkesler uzayda yaşamıyorlar. Bizi dünyada yaşanan olaylardan, akımlardan, politik-kültürel düşüncelerden, medyadan, ideolojik-psikolojik propaganda aygıtlarından koruyacak bir zırhımız yok.
Eğer Çerkes halkının Çerkes Ulusal Mücadelesi'ne yoğunlaşmasını, ulusal bilincin gelişmesini istiyorsak, önce Çerkes halkını "kirli bilgi"den, beynini fethedenlerden kurtarmamız, daha doğrusu paralel, güçlü bir ulusal ideolojik-politik mücadele vermemiz gerekiyor.
Çünkü ortada anlatıklarımızı anlayacak/sahiplenecek bir kitle veya beyin, yani "Çerkeslik" yapacak bir kitle yok. Bu kitle ancak doğrular anlatılarak ve elbette "PRATİĞİ ÖRGÜTLENEREK" yaratılacak.
Bu doğrular sadece veya yalnızca Xabzeler, Çerkesya'nın dağları-taşları, Hacı Guzbek'in hayatı değildir. Elbette bunları da politik vizyonumuza uygun bir şekilde vermemiz gerekiyor, ama bunlar, çoğu Çerkes için, henüz pratik olarak fazla bir şey ifade etmez.
Yapmamız gereken onun ilgi duyduğu alanlara, yani hayatlarına girmek, kendisine şırınga edilen "kirli bilgi"nin panzehiri olmaktır.
Herşeyi ama herşeyi Çerkes halkının çıkarları açısından yorumlamak, güçlü bir ideolojik-politik mücadele vermektir.
Çerkesya Yurtseverlerinin çok kısa zamanda Çerkes kimliğini ve Çerkesya'yı Çerkes halkının bilincine taşmaları, bunun mümkün olduğunun kanıtıdır. Bunu Çerkes halkının dünyasına, kalbine ve beynine "fırtına gibi" girerek başarmıştık.
Ama işimiz bununla bitmedi, bitmiyor.
Çünkü hayat, olanca karmaşıklığı ile devam ediyor. Karşımıza her gün Çerkes halkının bilincini çarpıtacak bir şeyler çıkıyor. Bunlara da hızlı, yoğun ve kesintisiz bir şekilde müdahale etmemiz, yaşamın her alanını ve her şeyi Çerkes halkının çıkarları açısından yorumlamamız gerekiyor.
"Çiçek bir kez sulanarak kurtulmaz, her gün sulamak gerekir"!
"Çerkeslik" budur!
Yani, teorik olarak Çerkes kalma mücadelesini formule edip, vizyon çıkarmak; hatta yol ve yöntem göstermek yetmez. Eğer yetseydi, politik akımlar binlerce kitap yazdıkları halde hala yazmaya ve mücadele etmeye devam etmez, oturup insanların bunları okumasını ve benimsemesini beklerlerdi.
Çerkes Kalma Mücadelesi'ni sahiplenecek insanları, HATTA ÖNCE KENDİMİZİ ÇERKES ULUSAL MÜCADELESİ'NİN İHTİYAÇLARINA GÖRE YENİDEN YARATMAMIZ GEREKİR. BUNU YAPMAKTAN İMTİNA EDENLERİN, KİMSEYE NEYİ NİÇİN YAPMADIKLARINI SORMA HAKLARI YOKTUR!
Ki, şimdiye kadar, asıl olarak, öne çıkan insanlarımız kendilerini yeniden yaratamadıkları, yaşamlarını Çerkes halkının/ulusal mücadelenin ihtiyaçlarına göre örgütlemedikleri için yerimizde sayıyoruz. Çerkes halkı tembel veya aptal olduğu için değil...
Kendisine bahane bulanlar, başkalarının da bahanelerini kabul etmek zorunda kalıyor, bunu yaparak zehiri üçüncü şahıslara bulaştırıyorlar.
Bu nedenle zehir bütün vücudu sarıyor, bizi çürütüyor..
"Balık baştan kokar" deyişinin anlatmak istediği bu durumdur.
Politik mücadeleye atılanların birbirlerine sözler vermelerinin, yeminler etmelerinin, sözlerinin eri olmaya çalışmalarının nedeni de budur.
Kirli kanı boşaltıp, damarlara temiz kan pompalamanın başka yolu yoktur. Ve eğer kanımızı temizleyemezsek, dünyanın en mükemmel teorilerini de yapsak, istediğimiz hedeflere ulaşamayız. Çünkü politik mücadelede son tahlilde belirleyici olan insan unsurudur.
Özetle, şişede durduğu gibi durmuyor "kirli bilgi". Bizim incecik bir borudan akan suyla doldurmaya çalıştığımız havuzun altını oyuyor. Bin bir emekle yarattığımız değerleri yok ediyor.
Ve Çerkes Ulusal Mücadelesi'ni örgütleyecek insanları yaratmamızı engelliyor.
Evrende her şeyin birbiri ile ilişkisi vardır. Biz çoğunu pratik yaşamımızda hissetmesek, bize çok önemsiz veya küçük gibi görünseler de vardır.
Mesela denizden bir kova su alın. Belki deniz büyük olduğu için farketmeyecek, önemsemeyeceksiniz. Ama siz o bir kova suyu aldıktan sonra, deniz artık eski deniz değildir.
Ancak eğer siz her gün denizden bir kova su alırsanız veya milyonlarca insan aynı anda denizden birer kova su alırsa farkı görebilirsiniz.
Yüzlerce yıldır doğaya verilen zararın ve iklim değişikliğinin sonuçlarının görülmemesi, bu zararın ve değişimin gözle görülmeyecek kadar az veya yavaş olması nedeniyledir.
İnsan beyni ve toplum hafızası da böyledir. Bir "kirli bilgi" tek başına fazla önemsenmeyebilir. Hatta bunun etkisi belki de gözle görülmez.
Ama her gün "kirli bilgi" bombardımanı altında kalan bir insanın beyni artık normal işlevini yerine getiremez.
Buna izin vermememiz gerekiyor.
Çünkü bu "kirli bilgi" bizim doldurmaya çalıştığımız havuzu boşaltıyor. Çerkes kalma Mücadelesini örgütleyecek insanı deforme ediyor.
Hayat bizden yana değil yani.