Hatko Schamis
Хъуромэ, bir Noel kutlaması. Hristiyan/pagan geleneği diyen de var, sadece Hristiyan kültürü diyen de.
Noel, latince "Natalis" ( doğum ) kelimesinden geliyor. Ama Galya dilinde “noio” yeni; “hel” de güneş demek. Noel'in bu iki kelimenin birleşmesinden ortaya çıktığını ve “yeni güneş” anlamına geldiğini düşünenler de var.
Bugün artık Noel bayramı, Hıristiyan geleneğine göre ve genel olarak, Hz İsa'nın doğum tarihi olarak kabul edilen 25 Aralık günü kutlanıyor. Kutlamalar 24 Aralık’ta, Noel arifesiyle başlıyor ve 26 Aralık akşamına kadar devam ediyor.
Ama bazı Ortodoks kültürlerde Noel, 6 Ocak'ta kutlanıyor. Jülyen takvimi kullanan Ortodoks kiliselerinde ise 7 Ocak'ta.
Noel ağacı süsleme geleneğinin genel olarak pagan kültüre dayandığı kabul edilir. Paganlar, yaprak dökmeyen ağaçları ölümsüz yaşamın simgesi olarak kullanır, ağacı kutsal sayarlarmış.
Hristiyanlıkla birlikte şeytanı korkutup kaçırmak için evleri ve ambarları Noel ağacı ile donatmaya başlamışlar.
Ortaçağda Adem ile Havva’yı canlandıran bir oyunun ana dekoru, cennet bahçesini temsil eden ve üzerinde elmaların bulunduğu bir çam ağacıymış.
Almanlar evlerine böyle bir cennet ağacı diker üzerine kutsanmış ekmeği simgeleyen ince, hamursuz ekmek parçaları asarlarmış. Bunların yerini daha sonra elmalar, mumlar, yıldızlar, çiçekler falan almış...
Bu bilgiler Wikipedia'dan. Ne kadar doğru bilmiyorum. Benim üzerinde fazla kafa yorduğum bir konu değil bu.
Beni ilgilendiren, özgün geleneklerin yaşatılmasının kültürün ve kimliğin korunmasında önemli bir rol oynaması; farkın, farkındalık yaratması, kimliği diri tutması.
Ve bu sosyal-kültürel faaliyetlerin eğer bir vizyonu besler, topluma politik mesajlar taşırlarsa, "Sorun"unun çözümüne hizmet etmeleri. "Politikleşmiş kültürel faaliyet" diyorlar buna politik jargonda.
Günü, yeri, sahnenin dekoru, giyim kuşam, sunum... sizin özel bir çaba göstermenize gerek kalmadan politikleştiriyor etkinliği.
Mesela derneğinizin pikniğini herhangi bir günde örgütlerseniz, dernek üyelerinizin sosyalleşmelerine, eğlenmelerine veya dinlenmelerine yarar. "25 Nisan Çerkes Bayrağı" veya "13 Haziran Çerkesya Günü"nde örgütlerseniz üyelerinize ve dünyaya bir mesaj verirsiniz, pikniğiniz ulusal bilinci büyütmenin bir aracına dönüşür.
Asimile olan bir halk için, her farkın, her geleneğin büyük önemi var. Çünkü artık "hayatın akışı"; hayatın kendisi gizli milliyetçi ( şövenist ); onu örgütleyen gücün elinde bir enstrüman.
Bu nedenle kendinizi hayatın akışına bırakırsanız, asimile oluyorsunuz. Ne kadar hak ve özgürlüğe sahip olursanız olun! Hayatın akışı size bu hak ve özgürlükleri kullanacak ortam, irade ve istek bırakmıyor. Size ait olan her şeyi gereksizleştiriyor, bir yük haline geliyor, sizin bunları bir "sopa" gibi hissetmenize neden oluyor.
Almanya'da Saksonya'da, biraz da Brandenburg'da Sorb'lar yaşıyor. Demokratik hak ve özgürlükler ulusal sorunun kendiliğinden çözülmesine yetiyor mu diye merak ettiğim için, bir kaç sene önce gidip Sorblarla konuşmuştum.
Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesini öngören 31 Ağustos 1990 tarihli anlaşma Sorblar'ın hak ve özgürlüklerini garanti altına almış. Sorblar her sene milyonlarca Euro destek alıyorlar devletten. Okulları, gazete, radyo ve TV'leri var. Sokak tabelalarında ve marketlerdeki fiyat etiketlerinde Sorbça da kullanılıyor.
Ama asimilasyonu durduramadılar, durduramıyorlar. "Neden?" diye sordum bir bakkal sahibi Sorb'a. "Çünkü" dedi Juri, "Gençler daha iyi bir hayat istiyor; daha iyi üniversitelerde okumak için büyük şehirlere gidiyorlar. Sonra, dünya küçüldü; gençler küresel kültürden etkileniyorlar, bizim kültürümüz onlara yetmiyor. Hatta kimliğimizi, kültürümüzü 'gericilik' olarak görüyorlar. Burada okul Alman; üniversite, müzik, dans Alman; giyim kuşam Alman, her şey Alman. Hayat Alman. Biz bu hayatla yarışamayız..."
Kimileri "milliyetçilik tu kaka" deseler de, asimile olan kimliği korumanın yolu, bize ait olan her şeye sahip çıkmaktan; farklı olmaktan ve farklı olanı korumaktan geçiyor; kendi hayatımızı örgütleyinceye, kendi hayatımız üzerinde egemen oluncaya kadar.
Tam da burada Bask Milliyetçi Hareketi'nin tarihsel lideri Sabino di Arena'nın sözleri geliyor aklıma:
"Bizim olan her şeyi korumalıyız. Hatta eğer bir gün başkaları Baskça konuşmaya başlarsa, biz başka bir dil konuşmalıyız..."
Bu, büyük bir irade, bilinç ve fedakarlık gerektiriyor. Gelenek görenekleri bilmeyi ve doğru yorumlamayı gerektiriyor.
Eğer sizi asimile eden hayatı benimsemiş ve içselleştirmişseniz, size ait olan her şey size zor gelir. "Geri" gelir. Sırtınızdaki, veya kendini geliştiremeyenlerin elinde, "sopa" olur. İkisi de yanlıştır.
Çerkesler "asalet kanda değil, ruhtadır" veya "uygun olan şey Xabze'dir" ( Kazanuko Jabağı ) derler.
Yani Çerkes gelenek görenekleri eğer doğru uygulanırsa, ne eskir, ne de bir baskı aracına dönüşür. Çünkü statik değildir. "Uygun olan şey adettir" demek, "değişim her şeydir" demektir. Bilgecedir.
Kazanuko Jabağı bugün yaşasaydı, "Xabzelerimiz bize vatan ve halk sevgisi vermelidir, halkı ve vatanı için mücadele edecek gençler yetiştirmelidir. Yoksa bir anlamı yoktur..." da derdi sanırım.
Bizim olan her şeye sahip çıkmalı, sevmeli ve sevdirmeliyiz. Hayatın akışına uyum göstermek her zaman iyi değildir. Çünkü bu hayat bizim hayatımız değil; bu hayatta bize bir gelecek garantisi yok.
* İlgi duyanlar için Almanya'daki Sorbların hak ve özgürlükleri:
Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesini öngören 31 Ağustos 1990 tarihli anlaşma ( Almanca: Einigungsvertrag ), Sorblar'ın durumuna şöyle açıklık getirmektedir.
35'nci maddesi 14'ncü fırka: „Almanya Federal Cumhuriyeti ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti, anlaşmanın 35'nci maddesiyle bağlantılı olarak şu noktalar kararlaştırılmıştır:
- Sorb halkı ve kültürüne aidiyet beyanı özgürdür
- Sorb kültürü ve Sorb geleneklerinin korunup geliştirilmesi güvence altına alınacaktır.
- Sorb halkının mensupları ve Sorb örgütleri Sorb dilinin kamusal alanda korunup desteklenmesi özgürlüğüne sahiptir.
- Anayasada federal devlet ve eyalet yönetimleri arasında belirlenen görev dağılımında bir değişiklik yapılmayacaktır.
- Yine söz konusu Birleşme Anlaşması uyarınca Sorb dilinin mahkemelerde kullanımı da güvence altına alınmıştır. "Madde 184 uyarınca Sorb halkının yaşadığı bölgelerde Sorblar'ın mahkemede ana dillerinde konuşma hakkı dokunulmazdır.
- Federal İçişleri Bakanlığı'nın 14 Nisan 1993 tarihli yazısında, Birleşme Anlaşması'nın 35'nci maddesinin 14'ncü fırkasının geçerlilik süresine şöyle açıklık getirilmiştir:
„Anlaşmada, ilgili düzenlemenin belli bir süre sonra yürürlükten kaldırılacağına dair bir ibare bulunmamaktadır.”