Nalçık, Kabardey Balkarya Cumhuriyeti'nin, hatta bugün, Çerkesya'nın da başkenti. Devletleşmeye en yakın siyasal örgütlenmemiz. Burada "bu topraklar bizim" bilinci çok yüksek. Ve kurumları Çerkesler yönetiyor. Bankada, üniversitede, hastanede, hemen hemen bütün devlet dairelerinde çalışanlar ve/veya yönetenler Çerkes. Çoğunlukla Çerkes. Ve Çerkesçe konuşuyorlar. Çerkesçe burada sadece evde-sokakta değil, devlet kurumlarında da konuşuluyor, devlet dili gibi!
Ekonomide ve siyasette pratik olarak Çerkesçe'nin kullanılması büyük bir deneyim ve önemli bir birikim. Çünkü bu kurumlarda çalışanlarda bir devlet olma refleksi, yönetme ve yönetilme bilinci gelişiyor. Bir Çerkesin bir Çerkese emir ve talimat verebilmesi veya bir Çerkesten emir ve talimat alabilmesi, aralarındaki ilişkinin bir hukukunun olması, belli yasalara tabi olmaları çok önemli. Modern toplumsal örgütlenmenin, eskiden yeniye geçisin nüveleri bunlar. Evet, Kabardey-Balkarya için en güzel tanım, bence "bir geçiş süreci"nde olduğu, yeninin doğum sancılarını yaşadığı.
Henüz ekonomik olarak gelişmemiş, bir sürü eksiği var. Ama bu alanda da gelişme var. Yeni binalar yapılıyor, eskiler tamir ediliyor, mağazalar, cafeler, lokantalar, iş yerleri açılıyor... Yollar onarılıyor. Ve gece hayatı, yani gecenin bir saatinde, canınızın istediği şeyi alabileceğiniz, 24 saat açık marketler var. Veya gecenin ilerleyen saatlerine kadar oturabileceğiniz mekanlar. Sonra, tiyatro, sinema, sergi ve konser salonlarının ziyaretçileri çok. Dinamik bir şehir. Nüfus artışı var. Ama ekonomik büyüme bu nüfusu taşıyamadığı için dışarıya göç var. Son 25 yılda 150 bin Çerkesin, Türkiye'ye, Avrupa'ya, Ukrayna'ya, daha çok da RF'nun diğer büyük şehirlerine iş aramaya-yaşamaya gittiği söyleniyor. Neredeyse nüfusun % 15-20'si. Bu nedenle dışarıdan nüfus alabilecek, bunu özendirebilecek durumda değil. Gelen kendi imkanları ile gelmeli. Ne işle uğraşacağına önceden karar vermeli, biraz sermayesi olmalı. Böyle gelene sanırım kimse "niye geldin" demez.
Türkiye'de anlatılan "bizi istemiyorlar" masalları doğru değil. Tek tük olumsuz örnekler geneli yansıtmıyor. Genel, diaspora Çerkeslerinin vatanlarına dönmelerini istiyor. Bu bilinç var burada. Ama gelen burada, "asaletin ve nezaketin timsali Çerkesler" aramamalı, Çerkes veya bilmem kimin wunekoşu olduğu için kendisine özel muamele yapılmasını beklememeli. Burada herkes Çerkes, herkes wunekoş! Elbette herşey tamamen tasfiye olmamış. Kimliğinizin veya kim olduğunuzun önemli olduğu yerler veya araya birilerini sokarak halledebileceğiniz işler var. Ama bunlar giderek azalıyor. Geçen gün arabayla bir yere giderken sorduğum herşeye "hallederiz" diyen bir arkadaşın, yolda trafik polisi tarafından durdurulup, hatalı sollamadan ceza alması beni iyi güldürmüştü. Tanınmış biri olması, bizi durduran polisi tanıması ve Çerkesçe konuşması işe yaramadı. Keza ulus öncesi-feodal ilişkiler tasfiye olurken, kapitalist ekonomik toplumsal ilişkiler de bütün hastalıkları ile sirayet ediyor topluma. Kimileri bu hastalıklara "Ruslaşma" diyor, Türkiye'de de "Türkleşme" veya "Araplaşma" diyenler var. Sanırım yeni toplumsal veya kapitalist ilişkileri egemen sınıf veya ulus örgütlediği için. Ama bu hastalıkların sorumlusu Türk, Arap ve Rus değil; kapitalizm. Egemen ulus biz olsaydık, bizim örgütleyeceğimiz kapitalizm de benzer süreçlerden geçecekti. Bütün dünyada olduğu gibi. Ki egemen ulus oldukları halde, aklı başında Türkler, Araplar ve Ruslar da yozlaşmadan veya çürümeden yakınmıyorlar mı? Biz bazen asimilasyon ile yozlaşmayı, çürümeyi veya "kültürleşme"yi, hatta sadece değişimi-gelişimi birbirine karıştırıyoruz sanırım.
Burada para önemli artık. İnsanlar ya hızla zenginleşme hayalleri kuruyorlar ya da geçim sıkıntısı nedeniyle parayla-para karşılığı iş yapıyorlar. Ama bu hastalıkla mücadele edildiğini, birilerinin bu nedenle göz altına alındıklarını ve/veya tutuklandıklarını da duyuyoruz! Veya herhangi bir iş için sizden fahiş bir ücret-fiyat talep eden olabilir. Mesela bu gelişimde, havaalanından yurda 500 ruble ödedim taksiye. Normal olarak 100 ruble. Keza bugün pasaportumun fotokopisi için 100 ruble istediler. Aynı fotokopiyi geçen hafta başka bir yerde 40 rubleye yaptırmıştım. Hatta aynı iş için, bir büroda çalışan kadınlardan biri 100, diğeri 150 ruble aldı. Kahve bir yerde 30 ruble, başka bir yerde 80...
Kısaca, fiyatlarda ve ücretlerde bir standart yok. Eğer bütçeniz sınırlı ise, önce neyin nerede ne kadar olduğunu iyi araştırın, öğrenin. Her şeyin daha ucuzu da var, daha pahalısı da...
Eğer bir iş veya yatırım yapmak istiyorsanız, tanıdıklarınız-yakınlarınız da dahil, kimseye fazla güvenmeyin. Daha doğrusu, kimseyle güven temelinde iş yapmayın. Bunu söylerken kimseyi suçlamıyorum, genel ticari iklimi, iş ahlakını anlatmaya çalışıyorum. En önemlisi de, ben bir hata yaptım. Elimde olmadan yapmaya da devam ediyorum. Hemen her şeyi, daha önce yaşadığım yerlerdeki deneyimlerimle karşılaştırıyorum. Özellikle de Almanya-Avrupa ile. Ama eğer yaşadığınız olumsuzlukları başka yerlerdeki deneyimlerinizle karşılaştırırsanız memnuniyetsizliğiniz büyüyor. Bunu yapmayın!
Mesela burada sistem henüz oturmadığı ve deneyimli kadrolar olmadığı için bürokratik işler çok zaman alıyor. Bir kağıt için oraya buraya gitmek zorundasın. O kağıdı getiriyorsun, bu defa başka bir kağıt eksik diyorlar. Almanya'da tek bir kapıda hallettiğim işler için burada bir kaç kapıya gidiyorum. Her birine ayrı ayrı dert anlatıyorum. Ve tüm bunları ister istemez Almanya ile veya Türkiye ile karşılaştırıyorum. En iyisi buraya gelirken, burada kendi dinamikleri ile gelişen bir yaşamın, başka bir kültürün olduğunu bilmek ve geçmişi hafızadan silmek veya burada "yeni bir başlangıç" yapmak, yapabilmek. Burada hayatın başka bir akışı olmuş. İlişkiler, alışkanlıklar, davranış kalıpları farklı. "Onlar da Çerkes, ben de" diye düşünmek doğru değil. Biz başka bir ekonomik-politik sistemde, başka etnik-dini topluluklarla ve kültürlerle birlikte yaşamışız; onlar farklı. Bizim başka bir hikayemiz var, onların başka. Araya hayat girmiş. Evet hepimiz Çerkesiz, ama aynı değiliz. Hangisinin "daha Çerkes" olduğunu ölçmeye çalışmak, bir şeylerle karşılaştırmak doğru değil.
Bilmemiz gereken Çerkes halkının geleceği burada, Çerkesya'da. Öyleyse, onlar değil; biz değişmek veya uyum göstermek zorundayız. Biz buraya adapte olmalıyız.
Almanya'da hiç "şunu yazabilir miyim veya söyleyebilir miyim" diye düşünmezdim mesela, ama burada düşünmek zorundayım. Çünkü burada hala "soğuk savaş" yıllarından kalma alışkanlıklar ve refleksler var. Haklı nedenleri olsa da, şüphecilik var. Öyle bakıyorlar hayata... Veya "sistem bilir" diye düşünüyor, çok az sorguluyorlar... Ve muhalif olmak iyi bir şey değil. Nasıl olsun? "Son tahlilde karşı devrime hizmet eder" diyerek; önerilen 5 yıllık kalkınma planını gerçekçi bulmayan ekonomistleri bile, ajan olmakla suçlayan bir sistemde büyümüşler...
Bir film izlemiştim. İkinci paylaşım savaşının son yıllarını anlatan bir film. Çekya'da Yahudilerin Filistin'e dönüşünü anlatıyordu. Genç Yahudiler "dönüş merkezleri"nde toplanıyor, burada kendi tarihleri ve misyonları üzerine eğitimden geçiyor, Filistin'deki toplumsal ilişkileri öğreniyorlardı. Ve sadece bu misyonu taşıyabilecek olanların dönmesine izin veriliyordu.
Biz de Çerkesya'yı ve Rusya'yı, Çarlık Rusyasından bugüne tarihini, buradaki toplumsal-siyasi ilişkileri daha iyi anlatmalıyız diasporaya. Sıradan bir insan içinde büyüdüğü toplumsal ilişkilerin çocuğudur. Yargıları, önyargıları, ruhu, hayata bakış açısı bu toplumsal ilişkiler içinde şekillenir. Yani içinde büyüdüğü hayata aittir.
Ama geleceği örgütlemek isteyen, geleceğin yeni insanı; vizyonunun ve misyonunun insanı olmaya çalışır.
Gelecek gelmeden, toplumsal ilişkilerinde ve örgütlerinde başlar geleceğin insanını örgütlemeye. Geleceği öğrenir-öğretir-sevdirir-büyütür.
Çerkes halkının geleceğinin Çerkesya'da olduğunu bilen, anlatan ve örgütlemeye çalışan dönüşçülerin en büyük hatalarından biri, sanırım, içinde büyüdüğümüz ve aslında ait olduğumuz toplumsal ilişkilerin gücünü küçümsemiş; Çerkes halkını geleceğe hazırlamamış olmaları. Halbuki her şeyden önce ve her şeyden çok içimizde bir hayat büyütmeli, bu hayata aidiyeti güçlendirmeli, insanları bu hayata hazırlamalıyız.
O zaman buraya alışmak ve burada tutunmak sanırım daha kolay olur...