İDEOLOJİK MÜCADELE KAZANILMADAN, SİYASİ MÜCADELE KAZANILAMAZ ( 2 )

#1747 Ekleme Tarihi 28/02/2018 06:47:59

Seni seviyorum dedi. Anam bi gülesim geldi. Tövbe yarabbi, bünye alışık değil tabi... Can Yücel  

Çerkes halkı ikili bir kıskaç altındadır. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık misali!

Ulus öncesi geri-feodal ilişkileri hala güçlüdür; bunları tasfiye etmesi, politikleşmesi gerekmektedir. Ama bazı değerlerimizin, gelenek göreneklerimizin, dilimizin-kimliğimizin hala yaşatılabildiği alanlardır bunlar. Ve Çerkes halkını koruyacak, çıkarlarını örgütleyecek bir siyasi örgütlenmemiz olmadığı için, doğan boşluğu hakim ulusun önce siyasi, sonra sosyal-kültürel ilişkileri dolduruyor. Asimilasyon budur işte!

Ama insanlara “dilimizi konuşmadığımız için unutuyoruz, xabzeleri önemsemiyoruz… bu nedenle asimile oluyoruz” gibi şeyler anlatıyorlar.  Sanki 300 yıl önceki gibi, "tesadüfen" yan yana gelmiş ve birlikte yaşamak zorunda kalmış iki etnik topluluktan bahsediyorlar. Halbuki en modern toplumsal örgütlenme olan ulus ve ulus devlet ortaya çıktıktan sonra asimilasyonun karakteri ve nedenleri değişmiştir. Artık asimilasyonu devletten ve siyasi ilişkilerden bağımsız anlatamazsınız.

Çünkü ulus devlet çağında, hakim ulus, hayatı kendi ulusal kimliği ve değerleriyle örgütler ve/veya devletin ideolojik-baskı aygıtlarını kullanarak, diğer etnik-ulusal toplulukları yok eder. Bu nedenle asimilasyon kendiliğinden veya “doğal” değildir artık. Ve/çünkü en demokratik ülkelerde bile, etnik-ulusal topluluklar eşit değildir. Aynı hak ve özgürlüklere veya olanaklara sahip değildir. Hakim ulusun gelenekleri görenekleri, kültürleri okuldadır, işyerindedir, sokaktadır, hayatın içindedir; hatta hayatın kendisidir; ama diğerlerininki evlere, kurslara-burslara veya küçük küçük derneklere hapsedilmiştir. Hatta bu etnik-ulusal toplulukların artık sadece özel günlerde ritüeller düzeyinde icra edebildikleri kültürel değerleri, şarkıları-türküleri, oyunları bile hakim ulusun bir “zenginliği” olarak lanse edilir. Bu durumdaki bir dilin ve kültürün yaşama şansı var mı? Hiçbir baskı ve zor olmasa bile yok! Çünkü “yaşam alanı” yok. Hayatın içinde değil.

UNESCO’nun geçen hafta yayınlanan son raporunda Çerkesçe “kesinlikle tehlikede olan diller” sınıfına girmiş. Ama kimse tartışmıyor bu konuyu. Dernekler ve Federasyonlar, herşeyi bilen büyükler, büyümüş de küçülmüşler... herkes sus pus. Çünkü gerçeklerin, yapılması gerekenlerin ortaya çıkmasından, sorgulamaktan ve sorgulanmaktan, hesap vermekten ve rahatlarının bozulacak olmasından korkuyorlar. 

Ne diyor UNESCO? “… Öncelikle dilin gelecek nesillere aktarılması motivasyonunun yeniden yaratılması gerekiyor” diyor mesela. Ve Bolivya’da Movima gibi küçük dillerin çöküşünün okul sisteminin genişletilmesiyle ilgili olduğunu ifade ettikten sonra… “50’li yıllarda Bolivya’da yalnızca İspanyolca eğitim veren okullar inşa edildi. Bunun sonucunda ebeveynler çocuklarıyla kendi dillerinde konuşmayı kesti..."  Her şey o kadar açık ki! “Öncelikle motivasyon gerekiyor” diyor UNESCO.

Peki ulus gibi, vatan gibi değerleri yüceltmeden, anlatmadan veya bir gün vatanında anadilinde yaşama hayali kurdurmadan… nasıl vereceksiniz bu motivasyonu? 

Başka ne diyor UNESCO? “1994 yılında yapılan bir eğitim reformundan sonra 30 yerli dilinin okullarda kendilerine yer bulabilmesiyle, Movima da yeniden itibar kazandı…”. Yani "dili okullarda okutturmak gerekir"miş.

Biz ne yapıyoruz bu konuda? Hiç bir şey. Belki arada sırada bir iki "rica turu". O kadar!

Çünkü bu konuda bir şey yapabilmemiz için önce bir dilin veya kültürün asimile olmasında veya kendini koruyabilmesinde devletin oynadığı rolü görmemiz gerekir. Sonra talep etmemiz, mücadele etmemiz. Bu, kolay değildir. Çünkü akıntıya karşı yüzmemiz gerekir. Ve devletle papaz olmayı, alim Allah Kürtlerle aynı kefeye koyulmayı göze almamız gerekir. 

Bir de Almanya’da yaklaşık 7 bin kişi tarafından konuşulan Aşağı Sorbca dilinden bahsediyor UNESCO’nun raporu. Hiç gittiniz mi Sachsen’a ve Sorb’larla konuştunuz mu bilmiyorum? Veya Sorb’lar neden asimilasyon söz konusu olduğunda örnek olarak verilirler, biliyor musunuz? Çünkü Sorb’ların demokratik hakları iki Almanya’nın birleşmesi belgesinde, yasalarla garanti altına alınmıştır. Eski Doğu Almanya’da, Sachsen’da, ağırlıkla iki kasabada yaşarlar. Yollarda tabelalar Almanca ve Sorb’ca yazılmıştır. Veya dükkanlarda etiketler. Gazeteleri, TV’leri, okulları var. Devletten maddi destek alıyorlar… Ama buna rağmen asimile oluyorlar. Çünkü kimliklerinin, dillerinin, kültürlerinin bir yaşam alanı yok. Sorb’ça hayatın içinde değil. Bu nedenle prestij kaybetmiş, gereksizleşmiş. 

Bizim gibi, bir zamanlar sadece kendi imkanları ile dillerini-kültürlerini korumaya çalışan başka halklar da var. Mesela İrlanda’daki ve Bask ülkesindeki “Dil Hareketleri” çok güçlüydüler. Bask ülkesinde insanlar Bask dilini unutmasınlar, İspanyolca öğrenmesinler diye çocuklarını okula bile göndermediler, evlerde Baskça öğretmeye çalıştılar. Buna rağmen asimilasyonu durduramadılar. 1982’ye gelindiğinde Bask dilini konuşanların oranı %3’lere düşmüştü. Şimdi ama % 35’lerden bahsediliyor. Ebeveynleri dil bilmeyen çocuklar-gençler çatır çatır Baskça konuşuyor. Baskça eğitim görüyor. Neden? Çünkü Bask diline hayatta bir alan açtılar. Baskça okullar açtılar, Baskça bilmek “zorunlu” hale geldi. Şevkle, büyük bir enerjiyle çalıştı Bask yurtseverleri. Motivasyonları, Bask ülkesini inşa ediyor olmalarıydı. İlginç olan Bask ülkesinde etnik olarak Bask olanların toplam nüfusa oranları % 25’tir. Ama Bask milliyetçisi partilerin oy toplamı % 55. Yani etnik köken olarak Bask olmayanlardan da oy ve destek alıyorlar Basklar. Kimlerden? İspanyol milliyetçilerinden, sağcılarından veya gericilerinden değil, devrimci-demokratlarından. Bu da, gerici-sağcı-faşist iktidarların eteklerinin dibinde dolaşarak bir şeyleri değiştirebileceklerini zannedenlerin kulaklarına küpe olsun! Gericiler, ırkçılar, faşistler, şövenistler asla bir etnik-ulusal topluluğun varlığını korumasını, yeniden dirilmesini istemez, zorda kalırlarsa ağızlarına bir parmak bal sürerler, hepsi bu!

Şimdi soruyorum: Bunları hiç araştırdınız mı? Veya Bask’a, Sachsen’a gidip yerinde incelediniz mi? Oradaki insanlarla konuştunuz mu? Ben araştırdım, gittim, dinledim, konuştum. Bu nedenle sizin insanlara masal anlattığınızı biliyorum. Derdinizin Çerkes Sorunu’nu çözmek olmadığını görüyorum. AKP gibi insanlara masallar anlatıyor, bu masallara inanacak insanlar-gençler yetiştiriyorsunuz. Ulus öncesi ilişkilere yaslanarak statülerinizi koruyor, aykırı sesleri bu ulus öncesi-feodal ilişkilerinizden güç alarak susturuyor, susturamadıklarınızı aforoz ediyorsunuz. Ama itiraf edeyim: Gerçekten başarılısınız ve isimleriniz tarihe altın harflerle yazılacak…

Tıpkı, Çarlık Rusyasına karşı ölüm kalım savaşı verirken dahi, birlik olmak ve örgütlenmek yerine kendi küçük dünyalarında “Çerkeslik” oynayan ve tarihe şu cümlelerle geçen “thamateler” gibi: “Müridizm, Çar ordularına karşı direniş ve savaş açısından dayanışma ve birlik sağlayan, dağlıları bütünleştiren önemli ve ilerici bir yöne de sahipti… Rus komutanları, müridizmin… gücünü ve etkisini bizzat kaydetmişlerdi… Müridizm… dağlılar arasında disiplin, birlik ve kararlılık sağlamaktaydı… Rus yönetimi eski örf ve adetlerin kalkmasını istemiyor…aşiretçi, kabileci düzeni, örf ve adetleri destekliyordu…” ( Çerkesya Gönül Yaram, syf: 208 )

Evet düşmanlarımız ve bazı “thamatelerimiz” o zaman da bu geri-ulus öncesi ilişkilerin tasfiye edilmesini istemiyorlardı, bugün de istemiyorlar. Çünkü ulus bilinçleri yoktu/yok. Bu nedenle Çerkes ulusal mücadelesini örgütleyemediler, örgütleyemiyorlar. Hatta kendileri örgütlemedikleri veya örgütleyemedikleri gibi başkalarının da örgütlemesini istemiyorlar. Çünkü Çerkes halkının siyasallaşması-örgütlenmesi durumunda her yaşlı otomatik olarak thamatelik koltuğunda oturamayacak ve birilerinin rahatları bozulacak!  Parantezi kapatıp, tekrar konumuza döneyim…  

Özetle, asimilasyonu herkes görüyor, çünkü kaybolan bir şeyler var; ama ya nedenlerini ve asimilasyona karşı nasıl mücadele edeceklerini bilmiyorlar ya da biliyor, ama bile bile yapılması gerekenleri yapmıyorlar. Ve kimse gerçek nedenler üzerinde kafa yormasın, devlete zeval gelmesin diye insanları suçluluk duygusuna sokuyorlar. “Kurs açıyoruz kimse gelmiyor, kitap basıyoruz kimse almıyor” diyorlar mesela. O zaman “niye gelmiyor, niye almıyor” diye sormak; kendimizi ve yaptıklarımızı gözden geçirmek, yeni bir yol haritası çıkarmak gerekmez mi? Yok, gerekmez, çünkü onlar zaten yapılması gereken her şeyi yapmışlardır, yapıyorlardır.  

Önce şunu bilmek lazım: Ulus devletler çağında, asimilasyon, birlikte yaşamak zorunda olan iki veya daha çok etnik-ulusal topluluktan daha ileri toplumsal-ekonomik ilişkilere ve/veya siyasi-askeri güce sahip olan hakim ulusun zaman zaman “zor”u da kullanarak diğerlerine kendi dilini, ulus ve vatan bilincini, gelecek vizyonunu-ülküsünü benimsetmesi, başka etnik-ulusal toplulukların dillerini, kültürlerini, kimliklerini, vatanlarını gereksizleştirmesi ve/veya değersizleştirmesidir. Bir etnik-ulusal topluluk ancak bundan sonra kendi dilinden, kültüründen, gelenek göreneklerinden vazgeçer. Ve asimile olur. Yani asimilasyon, etnik-ulusal kimlik ve vatan bilincinin yitirilmesi ile başlar; sonra kimliğe-vatana ait olan her şey değersizleşir-önemsizleşir-yok olur. Bu da kendiliğinden olmaz. Suçlu asimile olan halkın kendisi değildir!

Bakın Türk ulus devleti olan Türkiye’nin sağı da solu da vatan, dil, kimlik söz konusu oldu mu bir olur, aynı şeyi söylerler. Böylece Türk olmayanlar üzerinde bir ideolojik-politik hegemonya kurarlar. Bunu başardıklarında, yani herkese Türk ulus, vatan ve dil bilincini verdiklerinde işleri kolaylaşır. Çünkü bu bilinç diğerlerini yavaş yavaş asimile edecektir. Hem de severek, isteyerek, güle oynaya.

Bizim bunun karşısına mutlaka Çerkes ulusu, Çerkesya ve Çerkesçe bilinci ile çıkmamız gerekiyor. Eğer sağıyla soluyla Türkiye’yi bize vatan olarak benimseten bu sisteme cepheden tavır almaz, kendi vatanımızı ve geleceğimizi örgütleme hayali kurmazsak, Çerkes dilinin ve kültürünün gereksizleşmesini ve değersizleşmesini, bu ülkenin dilinin, kültürünün bizim de dilimiz, kültürümüz olmasını engelleyemeyiz.

Yani asimilasyona karşı mücadele öncelikle ve her şeyden önce hakim ulusun siyasi ilişkilerine; ulus-vatan tanımına, gelecek vizyonuna karşı bir mücadele olmalıdır. Çünkü bu alanda açılan deliklerden girmektedir asimilasyon. Bunu yapmadan, asimile olan değerlerimizi, kültürümüzü, dilimizi korumaya çalışmak boşuna bir çaba olacak, başarılı olamayacağımız için de moral bozacaktır. Kendimize ve geleceğe olan güvenimizi sarsacaktır. Kendi çabalarımızla hakim ulusun devleti, devasa siyasi-askeri gücü, eğitim kurumları, basını, günlük ilişkileri… ile baş edemez; Türk değil Çerkes olduğunu söylese dahi, Türkiye’li olduğuna ve Türkiye’de kendisine daha güzel bir gelecek örgütleyebileceğine inanmış insanlara, hem de hiçbir ekonomik-sosyal getirisi olmayan, günlük hayatta kullanılmayan bir dili ve kültürü öğretemeyiz. Eğer Türkiye, bu ülkede yaşayan bütün etnik-ulusal toplulukların demokratik devleti olsaydı, bazı hak ve özgürlüklerden yararlanarak asimilasyonu geciktirmek mümkündü/r. Ama o zaman da her gün meydanlarda “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” diye nutuk atanlarla değil; “demokratik bir Türkiye” isteyen güçlerle birlikte demokratik bir Türkiye için mücadele etmeliyiz.

Ama her halukarda, ister Çerkes Ulusal Mücadelesinin ve Çerkesya’nın yeniden inşa mücadelesinin bir parçası olalım, ister Türkiye’de Çerkes kalmanın mümkün olduğuna inanalım, etnik-ulusal değerlerimizi yaşatabilmek için öncelikle ulus, vatan ve dil bilincimiz; gelecek vizyonumuz-hayalimiz-umudumuz ve bir yol haritamız olmalıdır. Değilse, bütün dünya yanlış yapıyor, bir biz doğruyuz!

Literatürde “siyasi mücadele iktidar mücadelesidir” diye formüle edilir. Çünkü yeni ekonomik-toplumsal ilişkiler iktidar eliyle örgütlenebilir. Bu nedenle önce iktidar olunmalıdır.

Çerkes sorunu da ancak ekonomik-siyasal-sosyal-kültürel yaşamımıza egemen olmamızla çözülecektir. Bu nedenle “Çerkes Ulusal Mücadelesi” veya “siyasi mücadelesi” dendiğinde anlaşılması gereken, “Çerkes Sorunu’nun çözülmesi”, yani “Çerkesya’nın yeniden inşa edilmesi”dir.

Çünkü Çerkes Sorunu ancak Çerkesya yeniden inşa edilirse, Çerkes kimliği için bir yaşam alanı örgütlenirse çözülecektir. “Siyasallaşmak” ise, bu bilince sahip olmak, Çerkes Ulusal Mücadelesini örgütlemek veya onun bir parçası olmaktır. Yani Çerkes ulusal sorununun çözümüne hizmet etmeyen faaliyetler, en fazla sosyal-kültürel faaliyettir, ama “Çerkeslik”, “siyasi mücadele” veya “Çerkes Ulusal Mücadelesi” değildir. Bu nedenle dernekte kahvaltıya giden veya bir ekipte oynayan, müzik yapan ( bunları küçümsemediğimi baştan söyleyeyim ); günlerini sosyal medyada paylaşım yaparak ve yapılanları beğenerek geçiren kendisini ulusal mücadele veriyor zannetmesin. Bu tip faaliyetler sosyal-kültürel faaliyetlerdir, sosyalleşmektir; ama siyasi mücadele değildir. Kimse “ama müzik yapmak da bir şeydir…” gibi şeyler söyleyip kendi kendini kandırmasın ve/veya tavuğun suyunun suyundan çorba yapmaya kalkmasın. Siyasi mücadele ile kültürel faaliyet aynı şey değildir. Nokta!

Peki Çerkes Sorunu nedir? "Çerkes Sorunu, Çerkes halkının bağımsızlık ve özgürlük savaşını kaybettikten sonra vatanı Çerkesya’dan Osmanlı İmparatorluğuna sürgün edilmesi; büyük bir coğrafyaya küçük topluluklar halinde dağıtılması-yerleştirilmesi; demokratik hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılması; vatanda kalmasına izin verilen çok az sayıdaki ( 1864 yılındaki nüfusun ancak % 5'i kadarı ) Çerkesin ve tarihi Çerkesya topraklarının 6 siyasi birime bölünmesi; yani vatansızlaşması, dünyaya dağıtılması, bölünmesi, uluslaşma dinamiklerinin yok edilmesi ve bunun sonucu olarak asimile olmasıdır."

Siyasi mücadele ile demokratik-kültürel faaliyetler arasındaki fark: demokratik-kültürel faaliyetlerde iktidar olma, yani sorunu çözme perspektifi yoktur-olmayabilir, ama siyasi mücadele sorunu çözmek için vardır. Mesela bazı İnsan Hakları Örgütleri insan haklarının ihlal edilmesine karşı mücadele ederler, samimidirler; ama siyasal sistemi eleştirmez, bataklıkta sinek avlarlar. Sorunu çözmeye değil; sistemi “iyileştirme”ye yararlar. Bu nedenle ne yaparlarsa yapsınlar insan hakları ihlal edilmeye devam eder ve sistem değişmedikçe sonsuza kadar ihlal edilmeye de devam edecektir. Böyle derneklerin veya örgütlerin yararları kadar zararları da vardır. Çünkü insan haklarının ihlal edilmesini “kendini bilmez birkaç adamın veya polisin” işi gibi gösterirler. Bu ihlallerin altında sistemin yattığı gerçeğini gizlerler.

Siyasi mücadelenin demokratik-sosyal-kültürel ayakları yok mudur? Vardır elbette. Ama böyle siyasi mücadeleye tabi sosyal-kültürel faaliyetler sorunu çözme, insanlara bu bilinci verme odaklıdır. Politik mesajlar taşırlar. İzleyicileri siyasallaştırırlar. Sosyal kültürel faaliyetlerde otomatik olarak böyle bir içerik veya her müzik veya halkoyunları gösterisinde bu perspektif yoktur. İnsanları eğlendirmek, güldürmek, hoşça vakit geçirmek veya sosyalleşmek için de böyle faaliyetler örgütlenebilir. Ama bunlar siyasi değil, sosyal ve kültürel faaliyetlerdir. Bir sosyal-kültürel etkinliğin "siyasal faaliyet" olabilmesi için siyasi mücadeleye hizmet etmesi, siyasi bilinç vermesi gerekir. Yani bir siyasi hareketin örgütlediği sosyal-kültürel-sanatsal etkinliklerde kitleye politik bilinç verme; Çerkes Sorununun çözümüne hizmet edecek mesajlar verme, insanları eğitme, siyasi mücadeleye hazırlama, örgütleme kaygısı vardır. Siyasi içerikten yoksun sosyal-kültürel-sanatsal faaliyetlerde böyle politik kaygılar yoktur. Ama sosyal-kültürel faaliyetlerin siyasallaşmaları ve siyasi mücadeleyi büyütmeleri için önce bunları örgütleyenlerin bir siyasi vizyonu olmalıdır. Bizde asıl olarak bu yoktur. Bu nedenle, kültürel faaliyetleri siyasi bir perspektifle örgütlemiyoruz. Sosyal kültürel faaliyetlerin gücünden insanlara ulus-vatan bilinci vermek için yararlanamıyoruz. Çok duyarsınız, “müziğimizle, halkoyunlarımızla farkındalık yaratıyoruz” veya “bunlar Çerkes kimliğinin taşıyıcısı”dır derler mesela. Amaçları böyle siyasi içerikten yoksun faaliyetleri meşrulaştırmaktır, önemini abartmaktır.

Halbuki asimile olan bir halkın yapması gereken sadece bir farkındalık yaratmak değil; asimilasyona karşı mücadele vizyonu, bilinci ve inancı vermektir. İnsanlar sadece Çerkes olduklarını bilmemeli; Çerkes kalmak istemeli, bunun için mücadele etmelidir.  Biz 8 yıldır anlatıyoruz: Çerkes Adığedir. Çerkesçe Adığabzedir. Çerkeslerin vatanı Çerkesya’dır. Bayrağımız yeşil zemine 12 yıldız ve 3 oktur. Çerkesler Türk, Arap, Rus veya bu ulusların bir bileşeni, zenginliği veya alt kimliği değildir… Israrla anlatıyoruz, çünkü Çerkes halkı ancak bu değerlere sahip çıkarsa siyasallaşır, Çerkes ulusal mücadelesini yükseltir ve Çerkesya’yı inşa edip uluslaşır. Bu da, Çerkes Sorunu’nun çözülmesi demektir.   

Biz göçebe bir topluluk değiliz, bilinmeyen bir gezegenden veya uzaydan gelmedik. Bizim bir vatanımız ve vatanımızda yaşayan soydaşlarımız, akrabalarımız var. İsterseniz gelin buraya ve akrabalarınızı, atalarınızın geride bıraktıkları köylerinizi bulun, tanışın. Bu nedenle içerisinde yaşadığımız ülkeler bizim vatanımız değildir, biz bu ülkelerin sadece vatandaşıyız. Kurumlarımız ve bazı “thamatelerimiz” hala Çerkesya için ( gerçi onu da diyemiyor, “Kafkasya” diyorlar. Halbuki Çerkesler, sadece Çerkesya’da yaşamışlardır, Kafkasya’da değil ve sadece Çerkesya için savaşmışlardır, Kafkasya için değil! ) atavatan-anavatan diyor, Türkiye’yi bize vatan olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar. Tek başına bu bile, geleceklerini Türkiye’de örgütlemek istediklerinin, vatan gibi bir dertlerinin olmadığının göstergesidir. Çünkü vatan, güçlü bir değerdir. Aidiyeti güçlendirir. Ama “atavatan veya anavatan” gibi tanımlarda bu misyon yoktur. Tam tersine, geçmişi, dedelere veya atalara aitliği ifade ederler. Bugünü ve geleceği değil. Ve inanın o “bazı thamateler” tam da bu nedenle, güçlü bir aidiyet ve bir etnik-ulusal kimlik için gelecek demek olduğunu bildikleri için ısrarla “vatan”ı ve “Çerkesya”yı ağızlarına almıyorlar. “Vatan”ın insanın karnının doyduğu değil; etnik-ulusal kimliğin geleceğini garanti altına aldığı coğrafya olduğunu bal gibi de biliyorlar! 

UKD diye bir ucube örgüt, utanmadan “atalarımız Anadolu’yu vatan yapmak istediler” diyor. Yalan!

Atalarımız mesela Maraş’ta yıllarca ev dahi inşa etmediler, bir gün geri dönecekleri umuduyla. Veya İstanbul’da, Trakya’da binlerce Çerkes geri dönmek için dilekçeler yazdılar hükümete. Atalarımızın Anadoluyu “yeni bir vatan eyleme” düşünceleri yoktu. Osmanlı’ya hizmet eden, “anadoluyu vatan bellemiş” birkaç kişinin sözlerine aldandılar, ulus bilinçleri olmadığı için bir Çerkesin, bir wunekoshlarının peşinden gittiler.

Peki nedir Çerkes Sorunu? Faaliyetlerimizi neye yoğunlaştırmalıyız? Çerkes Sorunu, “Çerkes halkının bağımsızlık ve özgürlük savaşını kaybettikten sonra vatanı Çerkesya’dan Osmanlı İmparatorluğuna sürgün edilmesi; büyük bir coğrafyaya küçük topluluklar halinde dağıtılması-yerleştirilmesi; demokratik hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılması; vatanda kalmasına izin verilen çok az sayıdaki ( 1864 yılındaki nüfusun ancak % 5'i kadarı ) Çerkesin ve tarihi Çerkesya topraklarının 6 siyasi birime bölünmesi; yani vatansızlaşması, dünyaya dağıtılması, bölünmesi, uluslaşma dinamiklerinin yok edilmesi ve bunun sonucu olarak asimile olması”dır.

Bu sorun, Çerkesya’nın yeniden inşa edilmesi ve Çerkes halkının Çerkesya’da birlik olması, uluslaşması ile çözülecektir. Sadece vatanda yaşayanların değil; geleceğini diasporada örgütlemeye karar vermiş Çerkeslerin de öncelikli görevi, vatanının: yani Çerkesya’nın inşasıdır. Çerkesya’yı ekonomik-siyasi ve demografik olarak desteklemektir. Çünkü Çerkesya, Çerkes ulusunun geleceği ve Çerkes Ulusal Mücadelesinin siyasi merkezidir. Diasporada Çerkes kimliğinin yaşayabilmesi de Çerkesya’nın varlığı ile mümkündür.    Bu nedenle, nerede yaşarsak yaşayalım, geleceğimizi nerede örgütlemeye karar vermiş olursak olalım, sosyal-kültürel-sanatsal faaliyetlerimizde Çerkes halkına bu bilinci vermeli, demokratik hak ve özgürlüklerimiz için mücadele etmeli, kazanımları ile Çerkesya’yı ekonomik-siyasi-demografik olarak güçlendirmeliyiz.

Çerkesya’yı demokratik-barışçıl yol ve yöntemlerle, tarafların rızası ile inşa edeceğiz. Savaşa, şiddete karşıyız.

Ve hayalimizdeki Çerkesya, Çerkeslerin egemenlik haklarının tanındığı, ama bugün üzerinde yaşayan bütün etnik-dini toplulukların barış ve huzur içinde birlikte yaşadığı, yaşayacağı bir Çerkesya.

Demokratik, çoğulcu, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir Çerkesya.

Diasporadaki kurumlarımızın bu perspektifle ve vizyonla örgütlenmelerini, geri-feodal-ulus öncesi ilişkileri tasfiye etmelerini, demokratikleşmelerini ve Çerkesleşmelerini… çevremizde olup biten her şeye, kadın haklarına, doğaya, hukuka, demokratik özgürlüklere duyarlı olmalarını istiyoruz.

Ve asıl olarak, bu politik duruşumuz ve kurumlarımızı hem içerik; hem de yol-yöntem-dil olarak politikleşmeye zorlamamız birilerini rahatsız ediyor.   28.02.2018  devam edecek…

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks