#218 Ekleme Tarihi 14/10/2015 10:34:29
21 Mart 2012 Çarşamba Saat 22:58
Toplumsal Hareketler inişli çıkışlıdır. Bazen yükselişe geçer, bazan da dibe vurur; hatta dağılıp yokolurlar...
Bütün toplumsal hareketlerde hem evrensel hem de yerel kodlar vardır. Hem genel yasalara uygun bir rota izlerler, hem de “özel olan”ın etkisi altında kalırlar. Ne genel olan mutlak belirleyicidir, ne de özel olan.
“Kriz” dönemlerinde, insanların “günlük yaşamın ihtiyaçlarının ötesi”ndeki arayışlarında ve kültürel-sosyal-politik faaliyetlerinde artış olur. Ama bu artışın nedeni, tek başına “sorunların artıyor olması veya yaşanan kriz” değildir. Sorunlar ve kriz, çözümün altyapısını veya “objektif şartları” hazırlar, ama bu “sorunlardan ve krizden” çıkış ancak ve ancak insan ve toplum faaliyetleri: toplumsal mücadele ile mümkündür. Yani, krizden kendiliğinden çıkış olmaz, sorunlar kendi kendine çözülmez...
Belirleyici olan birey veya “insan”; daha doğrusu sorunların ve krizin tetiklediği, arayış içerisine soktuğu insanın faaliyetleridir. “Ahlaklı, moral motivasyonu, gelecek umudu ve inancı büyük insanlar”ın faaliyetleri!
Böyle insanlar ve onların faaliyetleri olmazsa, hiçbir krizden çıkılamaz ve hiçbir toplumsal sorun çözülemez...
Ama “burada söz konusu olan insanların ve tek tek bireylerin faaliyetleri”, “bireysel faaliyet” demek değildir. Hiçbir toplumsal sorun da, ne kadar ahlaklı, kararlı, inançlı, güçlü veya bilgili... olurlarsa olsunlar, tek tek bireylerin faaliyetleri-fedakarlıkları ile çözülmez. Bireylerin faaliyetleri toplumsal bir karakter kazanmalı, örgütlü bir güç haline gelmelidir.
Ki bu nedenle, başarıya ulaşan toplumsal mücadeleler tarihi, aynı zamanda örgütlü toplumlar tarihidir.
Bu toplumlarda sorunların büyümesine paralel olarak örgütlü faaliyetlerde artış olur; kitleler örgütlenir; yeni yeni örgütlenmeler çıkar ortaya ve örgütlü hareket tarzı ve davranış biçimi yaygınlaşarak toplumsal bir karakter kazanır.
Ama örgütlenebilen, mücadelelerini başarıya ulaştırabilen toplumlar, bu başarılarını “ahlaklı, moral motivasyonu yüksek, gelecek umudu ve inancı büyük insanların faaliyetleri”ne borçludurlar. “Herkes”ten daha önce doğruları gören, öne çıkma cesaretine ve cüretine sahip, biraz da “deli” bu insanlar önce mücadeleyi örgütleyecek ve yönetecek örgütü; sonra da toplumu örgütleyerek mücadeleyi yükseltir, halklarına ve insanlık alemine yeni bir zafer hediye ederler...
Yani, altyapısını “sorunlar ve kriz” hazırlasa da; insan topluluklarının çözüm arayışları “delileri”ni ortaya çıkarır; bu deliler de mücadeleyi ve toplumları, yani zaferi örgütlerler.
Aynı şekilde, toplumsal mücadelelerin başarısızlıkları ile kitlelerin örgütsüzlükleri arasında da bir paralellik vardır. Yani, eğer bir toplum örgütsüz ise, kriz ne kadar derinleşirse derinleşsin mücadele yükselmez, sorunlar çözülmez ve mücadelenin zayıf olduğu böyle dönemlerde örgütlülük azalır, hatta yenilgi dönemlerinde “örgütten ve örgütlülükten kaçış” olur.
Bu dönemlerde örgütsüzlüğe tapan; örgütlülüğü, açık ve örtülü bir dille “özgürlüğün yitimi” olarak tarif eden “peygamberler” ve “lafazanlar” çıkar ortaya. Güzel şeyler anlatırlar, ama sadece anlatırlar...Çünkü aslında inançlarını ve kendilerine güvenlerini yitirmişlerdir; ama bir türlü yar’dan vazgeçemezler!
Bu lafazanlar, her ne kadar “güzel günler göreceğiz çocuklar” masalları anlatsalar da, toplumun örgütlenmesini değil; örgütsüzlüğün ve lafazanlığın artmasını isterler, ki kendileri “peygamberlik” yapmaya devam edebilsinler.
Bu tipler, öncelikle somut hedefleri ve vizyonları olan insanlara ve örgütlenmelere saldırılar. Öncelkle böyle somut hedefleri ve vizyonları olanları gözden düşürmeye çalışırlar. Çünkü, herşey ne kadar “flu” olursa, kendilerine o kadar ihtyaç olacak; laf üretmeleri için kendilerine o kadar çok malzeme çıkacaktır.
Somut hedeflerden, netlikten korkarlar; mücadeleci, kararlı ve cesur insanlardan rahatsız olurlar. Bunların oldukları ortamlarda karar almak neredeyse imkansızdır... Çünkü herşey açık ve net olursa, karar alınırsa, iş yapmak gerekecektir. Bu nedenle, hep “soru sorar”; eksikleri ve yanlışları dile getirir, eleştirirler. Sütte leke, kadı kızında kusur ararlar!
Çerkes toplumu böyle bir “yenilgi dönemi”ni yaşıyor. Soykırım ve sürgünün; vatansızlaşmanın ve kimliksizleşmenin travmasını üzerinden atamadı. Bu nedenle hala örgütsüz, hatta örgütlü olmaktan kaçmaktadır.
“Vitrinimiz”e bir bakın. Yıllardır aynı kurumlar ve neredeyse aynı isimler veya onların kanatları altında büyüyen “gençler”... Platformlar, forumlar, inisiyatifler... facebooklarda, twitterlerde bugün kurulup, ertesi gün dağılan; bir sonraki gün başka bir başlık altında yeniden kurulan gruplar... hemen hepsi yıllardır zaten vitrinimizde olan; bir yaraya merhem olamamış, ama burunlarından kıl aldırmayan, hala ders veren ve hep “başkalarını suçlayan” ve kendilerini aydın sanan “tek tabanca”lar...
Ve demoklesin veya Hz. Ömer’in kılıcı “xabzelerimiz”!
“Xabze”lerle toplumu ve toplumsal mücadeleyi örgütleyebileceklerini sanan; kendilerini ve milletimizi aldatanlar...
Devrimcisinin devrimcilikle; demokratının demokratlıkla alakası yoktur. Dönüşçüsü, dönüşçü değildir. Herşeyi yorumlamayı ve eleştirmeyi, herşeye bir kulp takmayı ve herşeyle yüzleşmeyi sever, ama bir türlü kendi gerçeklikleri ile yüzleşemezler. Kaybedilen onlarca yılın ve şimdiye kadar bir gıdım mesafe katedilememiş olunmasının sorumluluları kendileri ve hala anlatmaktan-savunmaktan utanmadıkları “politikaları” değilmiş gibi!
Suriye’de yaşayan Çerkeslerin sorunlarını dile getirdiğimizde söylemedikleri ( yalan ) kalmadı. Akrabalarını ve kimi devşirme-hain xase yöneticilerini şahit göstererek “Yurtseverler yalan söylüyor” demeye çalıştılar. Suriye’de yaşayan Çarkeslere, kendilerine hiçbir şey vaat etmeyen güçler için ve sözüm ona demokrasi için savaşmayı öğütlediler. Sanki, sadece son 30 yılında, 5 milyon insanın gözaltına alındığı; 1,5 milyon insanın tutuklandığı; 150 000 insanın öldüğü, 20 000 gencin “kaybolduğu”... Türkiye’de tüm bunlar yaşanırken, kıllarını kıpırdatmışlar gibi?
İşte gerçekler ortaya çıkıyor. Kapı gibi belgelerle ve videolarla. Hiç özeleştiri veren var mı? Hiç kendi gerçeğini masaya yatıran, kendi kendisiyle yüzleşen var mı?
21 Mayıs Çerkes Soykırım ve Sürgünü günü yaklaşıyor. Çerkes Halkı’nın birliği ve beraberliği deyip duranların tavırlarını görüyorsunuz. Kaf Fed Beşiktaş’tayız dedi çıktı işin içinden. İstanbul’da yapılan toplantıda çoğunluk Taksim’de eylem yapılmasını istemesine rağmen! Eee hani halkın iradesi?
Bir diğeri, kendisini 21 Mayıs Eylemleri’nin sahibi ilan etti. “21 Mayıslarda önce biz sokağa çıktık; bu işi biz biliriz, biz örgütleriz. Gelen gelir. Zaten bizim için kafa sayısı ve nicelik önemli değil; nitelik, yani kalite önemli” diyor. Yani, onlar nitelikli, onların peşinden gitmeyenler ise niteliksiz veya kalitesiz, öyle mi?
Birlik, “ben yapıyorum, galin katılın” demek değildir. Kimse, siyasi iradesini başkasına teslim etmez. Siyasi olarak temsil edilmediği yere “kalabalık” olsun diye gitmez. Çünkü, doğru olduğuna inanmadığı bir siyasi düşüncenin güçlenmesini istemez. Bunlar, siyasi mücadelenin ABC’sidir. Bakın Türkiye siyasetleri bu “çocukluk evresi”ni aştıkları içindir ki, ortak eylemleri “komite”, “platform”... gibi başlıklar altında örgütlüyor ve her gruba bu başlık altında kendini tanımlama hakkı veriyor.
Birlik böyle olur.
Kimseyi kandırmayın: A’nın, B’nin veya C’nin eylemi, o siyasi kimliğin eylemidir. Başkalarına “katılma hakkı” verilmesi, bu karakteri değiştirmez. Eğer gerçekten birlik isteniyorsa, her bileşenin eşit haklara sahip olarak katıldığı bir başka başlık açılmalıdır. Ortak bir kimlik olmalıdır.
Yurtseverlerin önerisi de budur. Yani “21 Mayıs Taksim’de Birlik Platformu”dur. Veya “Komitesi”dir... Bütün gruplar ve kurumlar bu komitede temsil edilmeli ve her şeye bu komitede karar verilmelidir.
Geçen sene de bunu önermiş; “artık çok geç” cevabı almıştık. Bu sene de aynı şeyi önerdik, toplantılar oldu; ama yine aynı şey tekrarlanıyor. Bu, samimi olmadıklarının, Çerkes Halkının birliği ve geleceği kaygısı olmadıklarının göstergesidir.
Cevabını halkımız verecektir, bundan kimsenin kuşkusu olmasın!
Yurtseverler, Birlik için ellerinden geleni yapmaya devam etmeli; ama yine yalnız kalacaklarını için kendi programlarını örgütlemeye başlamalılar. Ortralıkta dolanan o “peygamberler”, “inisiyatifler” vs’ler sonuçta doğru olandan değil; siyasi olarak kendilerine yakın olanlardan yana tavır alacaklardır. Ki zaten, siyasi karakterleri de aynı!
Ama bundan daha önemli olan, “örgütlenmek”tir. Hiçbir toplumsal mücadele örgütsüz başarıya ulaşmaz. Ve gelecek vizyonunuz ne ise örgütlenmenizin karakteri de bu vizyonunuzu gerçekleştirmeye uygun olmalıdır.
Her örgüt, “örgüt” değildir ve her örgüt ile her iş başarılmaz. Kanarya sevenler derneği ile devrim örgütlenmez.
Bizler, Çerkes halkının vatanını, geleceğini; yani Çerkesya’yı örgütlemek istiyoruz. Çerkesya coğrafyasında çıkarları olan güçler bunu elleri kolları bağlı seyretmeyecekler. Kendimizi buna hazırlamalıyız!
Örgütlenmeliyiz!
Her Yurtseverin bir görevi ve sorumluluğu olmalıdır. Hesap verip hesap sorduğumuz ilişkilerimiz olmalı; maddi kaynaklar yaratmalı; eğitim çalışmaları ile kendimizi ideolojik politik olarak geliştirmeli; yaşadığımız her köyde ve şehirde kollektif yapılar, komiteler örgütlemeli, temsilcilikler açmalı; Çerkes Halk Meclisi’nin tohumlarını atmalıyız.
Bunun için çaba göstermeyen, bu mekanizmanın içerisine girmeyenden ne yurtsever; ne köy, ne de kasaba olur.
İnancın, kararlılığın, samimiyetin, cesaretin ve cüretin ölçübirimi “örgütlülük”tür! Örgütsüz olanlar, görev ve sorumluluk almaktan kaçanlar samimi değildir. Halkına ve gelecek vizyonuna inanmıyordur.
Çünkü örgütsüz halkımızın geleceğini ve Çerkesya’yı örgütlememiz mümkün değildir...