İNSANLIĞI UKRAYNA'DAN TEHDİT EDEN EMPERYALİST SAVAŞ!

#299 Ekleme Tarihi 16/10/2015 09:07:21

21 Mart 2015 Cumartesi

Bizim gündemimize giremedi belki, ama dünya uzun zamandır Ukrayna ile yatıp kalkıyor, “büyük devlet” başkanları veya dışişleri bakanları neredeyse her gün buluşup bu konuyu görüşüyor ve krize bir çözüm bulmaya çalışıyorlar.

Bu, iyiye alamet değildir. Çünkü Roma'dan beri “diplomasi tarihi”, diplomatik faaliyetlerin artmasını, krizin büyümesi ve savaşın yaklaşması olarak tarif eder.

Bu durumda bizim de krizin neden çıktığını ve nereye gitme eğilimi olduğunu analiz edip planlar yapmamız gerekiyordu. Çünkü böyle krizler bütün dünyayı etkiler ve herkes çıkarlarını gözden geçirir, yeni pozisyonlar alır, saf tutarlar. Gelecek öngörüleri, dengeler, ittifaklar... hepsi değişir.

Biz bunu yapmadık ve sanki hiçbir şey değişmemiş gibi, aynı söylemlerle, aynı sloganlarla yürümeye devam ediyor, belki de “bize bir şey olmaz” zannediyoruz!

İkinci paylaşım savaşı öncesini hatırlayın. Kapitalist-emperyalist dünyanın büyükleri İngiltere'yi, Fransa'yı... ve dünyanın yeniden paylaşılması gerektiğini söyleyerek silahlanan Almanya'yı.

Almanya'nın talepleri ve bu taleplerini dünyaya zorla kabul ettirmek istemesi dengeleri değiştirmiş, sonunda tarihsel ve politik olarak SSCB'yi kendilerine tehdit-düşman gören İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkeleri “sosyalizmin anavatanı” ile ittifak yapmaya zorlamıştı.

Ama sadece “büyük devletler” değillerdi tavır değiştirip yeni ittifaklar kuranlar. Bütün devletler, politik örgütler... sıradan insanlar bile tavırlarını, söylemlerini ve sloganlarını gözden geçirdiler. Dünyaya başka bir gözle bakmaya başladılar. Daha kısa bir süre öncesine kadar birbirleri ile mücadele edenler barıştılar veya ateşkes ilan ettiler aralarında.

Çünkü sağcısı ile, solcusu ile, demokratı, liberali, dindarı ve dinsizi ile bütün insanlığı tehdit eden, yıkıcı bir savaş tehditi vardı. Almanya, İtalya, Japonya ve bunların kuklası birkaç devlet ile faşistler bir tarafta; geriye kalan dünya diğer tarafta saf tuttu. Tutmak zorunda kaldı. Elbette ideolojik-politik farkların farkındaydı herkes ve bu farklar ortadan kalkmadı; ama savaşı bertaraf etmek, savaş karşıtı olmak veya muhtemel bir savaşı durdurmak herkesin çıkarınaydı.

Sosyalistler “sosyalist iktidar” savaşını rafa kaldırdılar mesela. Faşizme Karşı Birleşik Cephe veya Halk Cephesi taktikleri öne çıktı. Komunistinden liberaline savaş karşıtı herkesi kucaklamaya çalıştı bu cepheler. Barış hareketleri büyüdü.

İnsanlık, hatta faşizmle birlikte sosyalizmin de toprağa gömülmesini isteyen ABD, İngiltere, Fransa bile dünyanın yeniden paylaşılmasını dayatan saldırgan, faşist devletlere karşı örgütlendi. Ve belki savaş değil, ama faşizmin dünyayı ele geçirmesi, daha büyük yıkımlar ve insanlık suçları engellendi.

Bu geçmişi tekrar hatırlamamın nedeni, dünyanın içinde bulunduğu durum ve yeni bir dünya savaşı tehtidi. Sosyalist Blok'un dağılması sonrası tek süper güç olarak kalan ABD'nin egemenliğini ve “tek kutuplu dünya düzeni”ni dünyaya dayatması. Direnen devletlere ve güçlere diz çöktürmek istemesi.

Elbette, sosyalist, bağımsız ve demokratik dünyaya karşı ABD ile birlikte saf tutan Batı, bu “yeni dünya düzeni”nden nemalanıyor; ama kendisi bir kutup olma hakkına sahip değil. Önce ABD'nin çıkarları gözetilmek zorunda. Çünkü para ve askeri güç onda!

Son yirmi yıl, eski sosyalist ülkelerin “yeni dünya düzeni”ne entegre edilmesi ile geçti. Buna direnelerin, bağımsızlığını korumak isteyenleri başlarına bombalar yağdı. Böylece açlığı bir türlü giderilemeyen kapitalist dünya için yeni pazarlar açıldı. Kriz ertelendi veya yumuşatıldı. Ama o yolun da sonuna geldik.

Kapitalist canavara yeni kurbanlar, yeni pazarlar gerekiyor. Aralarında ticari ilişkilerin olması kimseyi yanıltmamalı. Batı'nın istediği, sadece ticaret değil; pazar ve hammadeye sınırsız ve engelsiz erişim hakkı, yani tam teslimiyet.

Bakın Fransa'nın ( eski ) sömürgeleri, sözde bağımsız olmuşlar; ama vergi, borç vs gibi başlıklar altında Fransa'ya hala senede 440 milyar Euro ödemeye devam ediyorlar ve buna itiraz etme hakları bile yok.

İşte başta RF ve Çin olmak üzere İran, Venezuella, Kore, Suriye veya Küba gibi ülkeler buna, bu adaletsiz düzene direniyorlar. Herkes kendi gücü oranında...

Bunların istediği, ülkeler arasında eşit ekonomik ve siyasi ilişkiler, birbirlerinin haklarına ve çıkarlarına saygı gösterilmesi, biraz da bağımsızlık. ABD'nin veya Batı'nın hegemonyası altına girmek istemiyor, buna karşı kendi çıkarlarının da gözetileceği “çok kutuplu bir dünya” örgütlemeye çalışıyorlar.

Buna “it dalaşı” deyip seyirci kalmak mümkün değil. Çünkü bu “it dalaşı” herkesi tehdit ediyor. Bizi de. Bu nedenle herkes gibi, bizim çıkarlarımıza göre bir tarafta saf tutmak zorundayız. Bunun için dünyada ne olup bittiğini analiz etmek, çıkarlarımızın ne olduğunu bilmek.

Birileri için savaş ve bunun sonucu olarak ortaya çıkacak siyasi boşluk “fırsat” demek olabilir, ama biz Çerkeslerin çıkarına olan demokratik, insan ve toplum haklarına saygılı, savaşsız bir dünyadır. Barıştır. Üzerinde yaşadığımız coğrafyalarda yaşanan veya yaşanabilecek savaşlar bize her açıdan zarar vermektedir. Bu nedenle, savaşa karşı olmak, bizler için ilkesel öneme sahiptir. Ama kuru kuru “ben savaşa karşıyım” demek yetmez. Savaşı engellemek için, savaşa ve saldırgan devletlere ve güçlere tavır almalıyız.

Peki saldırgan kim? Savaşı kim istiyor veya dayatıyor?

Lafı kıvırmadan, felsefe yapmadan söyleyeyim: Saldırgan da, dünyayı babasının çiftliği zanneden de ABD'dir. Çünkü dünyanın, pazar ve hammaddenin kendi hegemonyası altında olmasını istiyor. Buna direnebilecek güç odaklarını yok etmek istiyor. Bu nedenle RF ile çatışıyor. Çünkü RF, dünyada böyle bir kutup olabilecek, bu anlamda ABD'nin hegemonyasına direnebilecek tek güç.

Neden? Çünkü ABD'yi de vurabilecek nükleer silahları var. Askeri gücü var. Bu nedenle ABD'nin hedefinde.

ABD, eğer RF'nu dize getirirse, kendisi için “cennet”e giden yolu düzlemiş olacak. Önünde hiçbir engel kalmayacak. Bu nedenle dünyanın herhangi bir yerindeki çatışma bile asıl olarak veya çoğunlukla RF'nu dize getirme, güçten düşürme, kuşatma stratejisinin veya önceliğinin bir parçasıdır.

Batı, ABD'nin yakıp yıkarak açtığı pazarlardan nemalandığı, bu yeni pazarlarda ABD'ninkilerle rekabet edebilecek tekellere sahip olduğu için ( aralarındaki çelişkiler derinleşse ve ittifak çatırdasa da ) hala ABD'nin arkasında veya yanında saf tutmuş durumda. Nereye kadar? Artık dünyada bakir bir alan kalmayıp, sıra birbirlerini yemeye gelinceye kadar!

Henüz “yeni dünya düzeni”ne entegre olmamış, görece bağımsız devletler ise RF ile işbirliği yapıyorlar. Bir kısmı onurlu ve mümkün olduğu kadar bağımsız yaşamak için. Bir kısmı da, kendi tekellerinin çıkarlarını korumak için. Şanghay İşbirliği Örgütü, BRİCS, ALBA ve diğer ikili-üçlü anlaşmalar hep bunun için.

Burada herkesin kafasını karıştıran bir paradoks var.

RF da dahil, ABD'ye ve Batı'ya direnen ülkelerin bir kısmında henüz çözülememiş ulusal, etnik sorunlar var. Kapitalizmin tasfiye edemediği güçler var. Toprak sorunu var. Yine bazılarında faşizm veya diktatörlük var; demokrasi, demokratik hak ve özgürlükler gelişmemiş.

ABD “yeni dünya düzeni”ne direnen ülkeleri dize getirmek için bu sorunları da kaşıyor. Toprak bütünlüğünü tehdit ediyor. Ufalanma veya bölünüp parçalanma ile teslim olma arasında bir tercihe zorluyor.

Bunları “demokrasi” ve ezilen, bağımsızlık özlemi olan halklara “kendi kaderini tayin hakkı”nı tanıma vaadi ile yapıyor. Bu, sorunlara yüzeysel bakanların, kendi çıkarlarının farkında olmayanların kafasını karıştırıyor.

Ulusal hak ve özgürlüklerden yoksun, yaşam standartları düşük bir yaşam mı; yoksa ABD'nin vaad ettiği “özgürlük” ve “zenginlik” mi?

ABD'nin veya Batı'nın bu vaadlerini, baştan, “külliyen yalan” diye reddetmek doğru değil. Çünkü, ulusal sorunlarını çözememiş devletlerin ufalanması; kapitalist “yeni dünya düzeni” ile sorunu olmayan, bu düzene entegre olacak yeni devletlerin ortaya çıkması ABD'nin veya Batı'nın çıkarları ile çelişmez. Bu nedenle, bazı ulusal hareketlerin “Amerikancı” olmasına şaşırmamak lazım.

Ama ABD'nin “özgürlük aşığı” olduğunu sanmak da aptallıktır. Çünkü ABD öncelikle kendi çıkarlarını düşünür ve başkalarını, bu çıkarları ile örtüşüyorsa, örtüştüğü müddetçe destekler. Hatta diz çöktürmek istediği devletten veya güçten istediği tavizleri koparırsa bu destek biter. Bakınız Çeçenistan!

Bir de, her insan topluluğu aynı güce ve olanaklara sahip değil. Yaşadığı coğrafyanın şartları aynı değil. Bu nedenle ulusal mücadelelerin örnek alabilecekleri bir “muster” çözüm yok. Bir yerde mümkün olan, başka bir yerde mümkün olmayabilir.

Son olarak, ABD'nin teslim almak istediği devletlerin içinde kaşıdığı, kışkırttığı topluluklar bir süre sonra bu devletler için sorun, hatta toprak bütünlüğüne tehdit haline geliyor. Bu toplulukların düşman, demokratik hak ve özgürlüklerin de düşmanlık olarak algılamalarına neden oluyor. Çünkü, demokratikleşme bölünüp parçalanma riskini de içinde barındırıyor. Bunun sonucu olarak, demokrasi ve daha çok özgürlük isteyen topluluklar üzerindeki baskılar artıyor.

Bu nedenle ABD'nin çizdiği yoldan “özgürlük” hayali kuranların bu baskıları göğüsleyebilecek güçleri ve olanakları olmalıdır. Bir “muz cumhuriyeti”nde mümkün olanın her yerde mümkün olduğunu sanmak aptallıktır, sonu trajedi ile bitebilir. Olanaklarımızı ve bunun sınırlarını bilmemiz gerekiyor.

Tekrar etmek gerekirse: Ezilen halkların, ulusların ve etnik toplulukların asimilasyona direnebilmeleri, geleceklerini garanti altına alabilmeleri için demokratik hak ve özgürlüklerine sahip olmaları gerekiyor. Bu tartışılmaz.

Bu nedenle ABD'nin/Batı'nın söylemleri böyle halklara ve topluluklara cazip geliyor. Ama aynı zamanda onları ABD'nin, dünyaya egemen olma savaşının önünde engel olarak duran ülkeleri destabilize edebilmesinin aracı, kuklası olma ve bu nedenle içeride baskı görme, hatta sahip olduklarını da kaybetme riskini içinde barındırıyor.

Genel olarak, hangi amaçla olursa olsun, demokrasiden, demokratik hak ve özgürlüklerden bahsedilmesi, dünyada bu konularda duyarlılığın ve bilincin gelişmesi bizim için iyidir. Bir fırsattır. Çünkü sorunlarımızı dünyaya anlatmak ve destek bulmak için uygun bir psikolojik ortamın oluşmasına yarıyor. Bu fırsatı kaçırmamalı, sorunlarımızı ve çözümünü dosdoğru dünyaya anlatmalıyız.

Bizim kimliğimizi: Çerkesi, Çerkesya'yı ve soykırımı-sürgünü ısrarla dünyaya anlatmamızın nedeni budur. Dünyanın bu konularda duyarlığının arttığı bir dönemde sorunumuzla ve çözümü ile ilgili anlatacağımız, kabul ettireceğimiz herşey kazanç hanemize yazılacak, çıta yükselecektir.

Ama kırmızı çizgimiz var!

Sorunlarımızı dile getirir, hak ve özgürlüklerimizi talep ederken bir başka gücün, hele hele ABD'nin kuklası olmamalıyız. Çünkü birbiri ile ve RF ile rekabet eden, RF'nu yıkmaya veya diz çöktürmeye çalışan bir gücün kuklası olmak, bu güç ile yan yana durmak bizim RF'nda bir tehdit ve hatta düşman olarak algılanmamıza neden olacaktır. Düşman bir güce ise demokratik mücadele hakkı, demokratik hak ve özgürlükler verilmez.

Aklımızdan çıkarmamalıyız: ABD'nin “ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı”nı tanıması dahil; dünyaya demokrasi götürme! politikalarının altında yatan asıl neden; dünya egemenliği kurmak, bunun önündeki engelleri tasfiye etmek istemesidir. ABD'nin demokrasi, insan hakları, insan hayatı gibi bir derdi yoktur. Araştırın, dünyanın dört bir tarafındaki bütün insanlık dışı işlerin, savaşların, diktatörlüklerin altından hep ABD çıkar. Eğer bir savaşta çıkarı varsa, ABD bu savaşı kışkırtır, örgütler. Amacına ulaşırsa, bitirir. İnsanların hayatı umurunda değildir. Bakınız Suriye!

Elbette her halk, nasıl bir rota izleyeceğine, yol ve yöntemine kendisi karar verecektir. Dünyadaki dengeleri, gücünü en iyi kendisi bilir. Bu konuda bir model de yok. Hatta yaşadığı coğrafyada ABD'nin çıkarları kendisi için bir fırsat olabilir. Ama bunu genelleştirmek doğru değildir.

Genel olan, ABD'nin, görüntü veya söylemi ne olursa olsun, öncelikle kendi çıkarlarını düşünüyor olmasıdır. Her halkın bağımsız karar alma gücünün ve örgütlülüğünün olması gerektiğidir.

Yani bizimkisi kör bir ABD düşmanlığı, sosyalist veya anti emperyalist bir duruş değil; Çerkes halkının çıkarlarını öncelemek, fırsatları görmek ama gücünü bilmektir.

Zaman zaman söylemlerimizdeki benzerlik ve bizim politikleştirdiğimiz kavramları sahiplenmeleri nedeni ile bizi başkaları ile karıştıranlar, aramızdaki farkı anlamayıp her “Çerkes, Çerkesya veya Çerkes Soykırımı ve Sürgünü” diyeni aynı kefeye koyanlar oldu. Ama nasıl ki her “islamcı” veya her sosyalist aynı şeyleri söylemiyorsa, bizler de aynı şeyleri söylemiyoruz.

Bilinçli olarak elmalarla armutları karıştıranların derdi bizim ne söylediğimiz değil; kendi politik duruşları idi. Statükoydu. Bu statükonun yıkılıyor olması idi. Düşünün, demokratik devrimle sosyalist devrim arasında bir fark var mıdır? Vardır elbette. Ama Aristokrat için yoktur. Çünkü her ikisi de kendi varlığı ve geleceği için tehdittir. Bu nedenle Aristokrat demokratik olanına da, sosyalist olanına da karşı çıkar. Statükocuların korkusu buydu işte. Bu nedenle sapla samanı bilinçli olarak birbirine karıştırdılar. Algı operasyonu yaptılar.

“Çerkes Soykırımı ve Sürgünü Tanınmalıdır” talebini ele alalım. Haklı bir talep midir, haklıdır. Ama bu haklı talebi dile getiren herkes, her konuda aynı şeyleri düşünmüyor, bu talebe aynı misyonu yüklemiyorlar.

Bizim için önemli olan, Çerkes Soykırım ve Sürgününün tanınmasının sonuçlarıdır. Bu nedenle, “intikam değil, adalet istiyoruz” sloganını geliştirdik.

Peki ne olacaktır bu talebin kabul edilmesinin sonucu? Çerkes halkının kimliğinin ve Çerkesya'nın tanınması, diasporada yaşayan Çerkeslerin bir Ugandalı gibi değil; Çerkesya'nın yerli halkı statüsünde vatanına dönmesi ve Çerkesya'nın egemen halkı olması.

Yani bizim Çerkes Soykırım ve Sürgünü'nü tanıtma mücadelemizin altında yatan neden, böyle bir tanımanın diaspora Çerkeslerinin Çerkesya'ya dönebilmelerinin ve Çerkes halkının vatanında birlik ve beraberlik içinde yaşayabilmesinin önünü açacak olmasıdır.

Başkaları ama, her ne kadar “Çerkes Soykırımı ve Sürgünü Tanınmalıdır” diye sokaklara çıkıyorlarsa da, onlar böyle bir tanımanın/tanıtmanın sonuçları ile ilgilenmiyorlar bile. Zaten, zaman zaman “kapılar açılsa bile ben Çerkesya'ya dönmem” diyorlar.

Bu arkadaşlar, Rusya'dan nefret ediyor, RF'nun yıkılmasını istiyorlar. Bu nedenle RF'na nefret ve bu nefreti büyütme eksenli bir politik duruşları var. Çerkes Sorunu'nu bu duruşlarının yansıması olarak formule ettiler. Çerkes Soykırımını, “Soykırımcı Rusya” demenin, RF'na nefreti büyütmenin bir aracı olarak kullanıyorlar.

Zaten Çerkes Soykırımının tanınması talebini, “Katil Putin” veya “Katil Rusya Kafkasya'dan Defol” gibi sloganlarla birlikte dile getirmeleri, sonuçları ile ilgilenmedikleri içindir. RF, soykırımı tanısa veya sonuçlarını telafi etmek için adım atsa dahi, “RF Çerkesya'dan da çıksın!” diyebilmek ve Çerkes sorununun demokratik çözümünün yollarını tıkamak içindir. Onların “çoğulculuğu”, demokrasisi, “halkların kardeşliği” gibi sloganları RF'nu ve Rusları kapsamaz.

Bu nedenle RF'nu kuşatmak, diz çöktürmek isteyen ABD'nin “sevgili çocukları” oldular. Ama ABD'nin Çerkes halkı ve Çerkesya için elini taşın altına sokacağını  sananlar büyük yanılgı içindeler. Küresel hakimiyet savaşında Çerkesler ABD için sadece basit bir ayrıntıdır. Daha da önemlisi, RF ile rekabet içindeki, hatta çatışan bir ABD ile böyle “yakın” olmak, bizim RF tarafından düşman olarak algılanmamızdan başka bir işe yaramayacaktır.

Eğer buna dikkat edilir, RF'nu kuşatma veya yıkma operasyonunun bir kuklası olunmazsa ama, Çerkes Soykırımının tanınması ve Çerkesya'nın yeniden inşası talebi demokratik bir talep olur. RF'nun demokratikleşmesine hizmet eder. Öyleyse, statüsü yıkılacağı için her devrime karşı olan Aristokrat gibi, rahatları bozulabilir endişesi ile statükoyu korumak ve kanseri gösterip bizi sıtmaya razı olmaya ikna etmek isteyenlerin de oyununa gelmemeli, Çerkes Sorunu'nun çözümüne hizmet edecek taleplerimizi ısrarla ve yüksek sesle dile getirmeye devam etmeliyiz. Bu, demokratik mücadeledir!

Bunları neden anlattım? Veya bunların Ukrayna ile ne alakası var?

Çünkü “Ukrayna krizi” giderek daha da derinleşip, bugün artık bir dünya savaşına dönüşme potansiyeli taşıyor. Ve bizim için de artık yeni, hiç olmazsa çok daha dikkatli olmamızı gerektiren bir süreç başlıyor. Hatta başladı bile!

Krize, kimileri “Rus saldırganlığı” demeyi tercih ediyor, ama algı operasyonu yapıyor veya bu operasyona alet oluyorlar. Obama “Ukrayna'da iktidar değişikliğini örgütledik”, ABD Avrupa temsilcisi Nuland, “Ukrayna'da şimdiye kadar 5 milyar dolar harcadık” demişken hala “Rus saldırganlığı”ndan bahsedenler sadece Rus ve RF düşmanlıklarının esiri körlerdir.

Sonuçta insanlar ölüyor. Ukrayna, uçuruma sürükleniyor, parçalanıyor. Belki de tarih sahnesinden silinecek. Buna üzülmemek mümkün değil. Ama bunun nedeni Rus saldırganlığı değil; ABD'nin ve Batı'nın RF'nu kuşatmak ve diz çöktürmek istemesidir.

Ukrayna halkının yoksulluğa, yolsuzluklara ve oligarklara olan tepkisi üzerinde milliyetçilerle, ırkçılarla, faşistlerle bir “Maidan Devrimi” örgütlenmiş, NATO, RF sınırlarına dayanmıştır. Bu “kirli devrim” boyunca yüzlerce insan keskin nişancı faşistler tarafından öldürülmüş, Endonezya uçağı düşürülmüştür.

Ama artık sorun, bir Ukrayna sorunu olmaktan çıktı. ABD ve peşinden sürüklemek istediği AB ile RF arasındaki bir “;rdion düğümü”ne dönüştü. RF'nun olası bir savaşı engellemek, olmadı savaşı kazanmak için almak zorunda kaldığı bazı önlemleri “Rus tehtidi” gibi gösterenler halt ediyorlar.

Sorulması gereken soru, “kriz neden çıktı?” olmalıdır. “Ukrayna halkı AB ile ve NATO ile bütünleşmek istedi, RF Ukrayna halkının iradesini tanımadı” diyenler, herhalde herkesi aptal sanıyorlar.

Halbuki, NATO'nun Almanya'dan öteye genişleme hakkı dahi yoktur. SSCB yıkılırken veya dağıtılırken bu konuda anlaşmalar yapılmış, sözler verilmiştir. RF'nun siyasi ve askeri güvenliğini garanti etmek için yapılmıştır bu anlaşmalar.

Ama verilen sözler, yapılan anlaşmalar çöpe atıldı ve NATO, RF sınırlarına kadar genişledi. RF'nun ABD'yi, AB'ni ve tüm dünyayı defalarca uyarmasına rağmen. Avrasya projesi ile Avrupa'ya “barış içinde birlikte yaşama ve ekonomik entegrasyon” çağrısı yapmasına rağmen.

ABD ve Avrupa'nın, Ukrayna halkı istese dahi, hukuki ve insani olarak Ukrayna'nın NATO ile girme taleplerini reddetmesi gerekir. Ama ABD bunu yapmamış, tam tersine teşvik etmiş, ardından da Ukrayna'ya Rus düşmanlığını körükleyecek adımlar attırmış, ülkeyi silahlandırmaya başlamıştır. RF'nun bunu kabul etmeyeceğini, hatta bir savaş tehtidi sayacağını bile bile.

Bütün devletlerin, kendi güvenlikleri için böyle kırmızı çizgileri vardır. İşte Mısır Libya'dan teröristlerin sızmasını gerekçe gösterip Libya'yı bombalıyor. Suudi Arabistan Yemen'de Husilerin iktidar olmasını, sınırına yakın liman şehrini ele geçirmelerini savaş nedeni sayacağını açıklıyor. Ama bizim aklı evveller RF'nun, NATO'nun attığı adımları eli kolu bağlı seyretmesini istiyorlar.

Halbuki dünyanın bir ateş topuna dönmemesi, RF'nun Batının ekonomik, siyasi ve askeri dayatmalarına direnebilmesi ve bağımsızlığını koruyabilmesi için “denge”nin korunması gerekmektedir. Bu denge bozulursa, ABD hep RF'nu tehdit edecek, tehditlerle RF'na istediklerini yaptırmak isteyecektir.

ABD yıllardır bu dengeyi kendi lehine değiştirmeye çalışıyor. Anlaşmalara aykırı bir şekilde NATO'yu genişletti. Yetmedi, eski Doğu bloku ülkelerini silahlandırdı. Bu da yetmedi, “İran'dan gelecek tehtide karşı” diyerek, bütün dünyanın güldüğü bir gerekçe ile Polonya'ya ve Çek topraklarına yeni füzeler yerleştirmeye çalıştı ( “Füze Kalkanı” ). Buna karşı, RF komşu ülkelere baskı yapıyor. Topraklarını NATO'nun askerlerine ve silahlarına açmamalarını istiyor, hatta tehdit ediyor. Bu da Rus saldırganlığı oluyor!

Bir savaş çıkar mı? ABD her ne kadar Avrupa ile RF arasında bir savaşı çıkarlarına uygun görüyor ve bunu kışkırtıyorsa da, “savaş önünde sonunda çıkar” demek doğru değil. Ama bir savaş çıkacak gibi hazırlıklar yapılıyor. Bu nedenle bizim de savaş çıkabilir diye düşünmemiz, buna göre söylemler geliştirmemiz gerekiyor. Çıkmazsa, bir kaybımız olmaz. Ama çıkarsa doğru yerde durmuş oluruz.

Neler oldu son aylarda? Neden böyle düşünüyorum?

Bildiğimiz gibi, özellikle RF'nun Kırım'ı ilhak etmesi ve Ukrayna'nın doğusu Donbas'ta Ukrayna merkezi hükümetine bağımsızlık veya Federasyon talebi ile ayaklanmanın başlaması sonrasında ABD, Avrupa ülkelerini RF'ya yaptırım kararları almaya zorladı. Bunu gerekçelendirmek için, Ukrayna hükümeti ile isyancılar arasındaki bütün anlaşmaları, bütün ateşkes çabalarını dinamitledi. Ukrayna askerlerinin savaşmak istememesi veya savaşamamaları nedeniyle, “Maidan devrimi” için örgütlediği faşist çeteleri, Blackwater'un paralı askerlerini ve bazı Çeçenleri cepheye sürdü. Ağır silahlar verdi.

Bunu artık saklamıyor, saklayamıyorlar. Tıpkı Obama'nın Maidan darbesini örgütlediklerini veya “Avrupa'yı s...tr et” sözleri ile ünlü Nuland'ın bu devrimi finanse etmek için 5 milyar dolar harcadıklarını saklamadıkları gibi.

Mesela 18 Şubat 2015 günü, Alman 1. Televizyonu ARD'de, Günter Jauch'un programına davetli olan Ukrayna'nın Almanya Büyükelçisi Andrij Melnyk, faşist Sağ Sektör'ün ve diğer neo nazi ( üniformalarında nazi sembolleri taşıyorlar ) örgütlerin savaştığını, bu faşist-neo nazi güçlerin Ukrayna merkezi hükümetini desteklediklerini resmen itiraf etti.

Bazıları Ukrayna parlementosu Rada'ya hiçbir faşist veya neo nazi partinin giremediğini söylerken belki yalan söylemiyorlar, ama faşistlerin-neo nazilerin liderlerinin Başbakan Jazenjuk'un partisinden milletvekili seçildiklerini, hükümette ve stratejik devlet kurumlarında görev aldıklarını gizliyorlar.

Son günlerde “Maidan devrimcileri”nin yalanlarını teşhir eden başka bir açıklamayı da Uluslararası Af Örgütü yaptı. UAÖ'ne göre faşist-neo nazi çeteler, özellikle Dymtro Jarosh'un yönettiği Sağ Sektör, insanları kaçırıyor, işkence yapıyor ve yargısız infazlar yapıyorlar. Melnyk bu iddaaları da yalanlayamadı.

“Maidan devrimi”nin vurucu gücü olan bu çeteleri küçümsememek lazım. Bu çeteler, söylemleri ve eylemleri ile Rus düşmanlığının körüklenmesine neden oldukları gibi, bütün ateşkes-barış görüşmelerini ve anlaşmaları dinamitliyor, hükümeti tehdit ediyor, savaşın devam etmesini istiyorlar. Almanya, Fransa, Ukrayna ve Rusya arasında imzalanan son Minsk Ateşkes Anlaşması da bu nedenle sallantıda.

Ama “savaş çığırtkanları” sadece bu “açık faşist-neo nazi” örgütler değil. 22 Şubat 2015'te Başbakan Jazenjuk ( Nuland Jazenjuk'a “adamımız Jaz” diyor ) Fox Haberler'de Ukrayna'na Amerika'dan silah sevkiyatının artarak devam istediğini söyledi. Bir gün önce de Dışişleri Bakan yardımcısı Wadym Prystaiko Kanada'da CBC Radio programına “Korku salmak istemiyoruz, ama geniş çaplı bir savaşa hazırlanıyoruz...Dünyanın bizi desteklemesini istiyoruz. Herkes bir nükleer silahları olan bir ülke ile savaşmaktan korkuyor, ama biz Ukraynalılar korkmuyoruz!” şeklinde bir açıklama yaptı.

Büyük devletler de boş durmuyorlar. Mesela ABD ile RF arasında bir savaş çıksın diye yanıp tutuşan İngiltere'nin Savunma Bakanı Michael Fallon, “Rusya'nın bundan sonraki hedefi Baltık” diyerek Baltık ülkelerini kışkırtıyor ve silahlanmaya zorluyor. Benzer açıklamaları, İngiliz General Adrian Bradshaw da Daily Telegraph'a yaptı. İngiltere, Avrupa'yı ve ABD'yi RF'na karşı kışkırtmak için elinden geleni yapmaya devam ediyor.

Ama hepsinin hayalini açıkça dile getiren Wasyl Filiptschuk oldu. Bu, Hitler işbirlikçisi faşist Bandera'nın bir “ulusal kahraman” olduğunu iddaa eden, Ukraynalı diplomat, Amerika'da katıldığı bir konferansta “eğer İran'a karşı uygulanan yaptırımların aynısı RF'na karşı da uygulanırsa, özellikle bankacılık ile ilgili olanlar, ve petrol fiyatları bir süre daha böyle düşük tutulabilirse, RF Eylül ayına kalmaz çöker, dağılır” dedi.

Bu arada Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroshenko Abu Dabi'de İDEX Silah Fuarında Birleşik Arap Emirlikleri'nden silah alımı anlaşmaları yaptığını da hatırlatayım. Bu küçük Emirlik kendisi silah üretmediği için, bu anlaşmanın, ABD'nin, Almanya ve Fransa inisiyatifi ile sağlanan ateşkesi dinamitliyor görünmemek ve Avrupa'yı daha fazla kızdrımamak için örgütlediği bir hülle olduğu açık.

Bir hatırlatma yapayım: Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ile birlikte Libya ve Suriye'deki El Kaide militanlarına silah sevkiyatını örgütleyen, Amerika'ya güvenilirliğini kanıtlamış bir ülkedir. Ve ne tesadüftür ki, ABD Savunma Bakan Yardımcısı da bu silah fuarına katılmış, hatta Poroshenko ile de görüşmüştür.

Ama bütün bunlar Avrupa'da bir savaşın kendileri için “felaket” olacağını düşünen Almanya ve Fransa gibi ülkeleri de harekete geçirdi. Ateşkes görüşmelerini örgütleyen, Ukrayna ile RF'nu masaya oturtan bu ülkeler krizin ve yaptırımların kendi ekonomilere verdiği zararın farkındalar.

Şubat ayının sonunda, Münih Güvenlik Konferansı'nda Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, Ukrayna'ya ağır silah sevkiyatının başlaması gerektiğini savunan ABD'yi açıkça eleştirdi ve “Ukrayna'ya silah sevkiyatı Doğu Ukrayna'daki savaşı kızıştırmaktan ve krizi büyütmekten başka bir işe yaramaz” dedi. Amerikalılar bozuldular. Muhafazakar Robert Kagan ile evli ve eğer gelecek seçimleri Cumhuriyetçiler kazanırsa Dışişleri Bakanı olacağına kesin gözüyle bakılan Nuland ise, “Avrupa'yı hallederiz” dedi.

Bu Nuland Çin'de ve RF'nda büyükelçilik yaptı. NATO'da çalıştı. ABD Dışişleri Bakanı sözcülüğü yaptı. Akıcı Rusça konuşuyor. En ilginci ama, Moskova'da 1991 yılında örgütlenen darbeye karşı sokaklara çıkmış, 250 000 kişi ile birlikte militanca “karşı devrime hayır” sloganları atmıştır. “Maidan devrimcileri” ile arasında su sızmaz. Şimdiki görevi, Ukrayna krizini küresel bir krize ve RF'na karşı bir savaşa dönüştürmek! Bunun için yalana dolana, sahte fotoğraflar yayınlamak dahil her türlü yönteme başvuruyor.

Bu arada bütün dünyayı, başta da RF'nu biraz daha şüphelendiren bir gelişme oldu. 11 Şubat'ta Obama İŞİD ile mücadele için yetki istedi Senato'dan. Ama dilekçe bu yetki talebini sadece İŞİD ile sınırlamıyor “ucu açık” bir şekilde formule ediyordu. Bu, alınan yetkinin Obama'ya dünyanın başka yerlerindeki çatışmalara da direk müdahale yetkisi verdiği eleştirilerine neden oldu. Ama Obama bu eleştirileri yanıtlama ihtiyacı bile duymadı.

Bunun üzerine eleştiriler arttı. Mesela Reagan döneminde Moskova Büyükelçisi olan Jack Matlock, “Rusya bölgesel bir güçtür” diyen Obama'yı “Kıtalararası füzeleri ve nükleer silahları olan bir ülke bölgesel değil, küresel bir güçtür” diyerek yanıtladı. Reagan ile ;bachov arasında soğuk savaşı bitirme görüşmelerine katılmış olan Matlock yapılan anlaşmaları bildiği için NATO'nun doğuya doğru genişlemesini eleştirmiş, “Rusya'nın güveni sarsılmamalıdır. Eğer gerçekten özgür bir Avrupa istiyorsak, Rusya sisteme dahil edilmelidir” demişti.

Savaş tehlikesinden sözeden ve savaş kışkırtıcılarını eleştirenlerden biri de Mitterand'ın danışmanı Jacques Attali'dir. Attali, 2 Şubat'ta Blog'unda, “bugün, dünyanın başka yerlerinde İŞİD'e veya diğer terör örgütlerine karşı birlikte mücadele ettiğimiz devletlere karşı saçma bir savaşa sürükleniyoruz” diye yazdı ve “neden devletin yeniden inşası, halkın sorunlarının çözülmesi yerine bir çok Ukraynalının anadili olan Rusça'yı yasaklamaya çalışan, yeteneksiz bir Ukrayna Hükümeti için savaşalım...”, “diyorlar ki Avrupa'nın sınırları değişmez. Peki neden Slowakya'nın ayrılmasına kimse sesini çıkarmadı? Veya Yu;slavya'nın bölünmesine? Kosova'nın bağımsızlık ilanına?...” diye sordu.

Durumu daha da içinden çıkılmaz ve tehlikeli yapan bugün ABD ile RF arasında neredeyse bütün diyalog yollarının tıkanmış olması. Neredeyse bütün işbirliği platformları dağıldı. Karşılıklı olarak protesto ve boykot ediliyor. Hatta “Kırmızı telefon” hattı dahi işlemiyormuş.

Bazıları sanki Kriz Kırım'ın ilhakı ile, hatta Doğu Ukrayna'daki isyan ile başlamış gibi anlatmayı seviyorlar. Bu nedenle RF'nun ve başka bazı devletlerin tavırlarını anlamıyorlar. Halbuki öncesinde yaşanan çok şey var. Tutulmayan sözler, yırtılıp atılan anlaşmalar ve hatta çok ciddi askeri krizler.

Mesela 25 Ocak 1995 yılında ABD ile Norveç birlikte yeni bir roket denediler. 4 katlı bu roket, tam da Amerika'nın Moskova'ya çevrili “Minuteman-III” atom raketinin izleyeceği koridorda uçtu. Hızı ve uçuş rotası, Rusya'nın bir ABD denizaltısından atılabileceğini düşündüğü ve patladığında Rusya'nın erken uyarı sistemlerini kör edebilecek, böylece ABD'ye, karşılık görmeden Rusya'ya nükleer saldırı örgütlemesine fırsat verecek rokete benziyordu.

Az daha bir atom savaşı çıkmak üzereydi. Hatta Jeltzin bir karşı saldırı için nükleer silahların şifresini sisteme girdi. 10 dakika içinde roketler ateşlenecekti. Ama diyalog kanalları açık olduğu için, bu adım atılmadı. Sorun çözüldü...

Bugün böyle bir “kaza” olsa, sonuç ne olur bilmiyorum. Ama ABD ile RF arasında bütün köprüler atılıyor, diyalog yolları kapanıyor. RF, geçen sene Kasım ayında, 2016 yılında ABD'de düzenlenecek Nükleer silahlar ve güvenlik zirvesine katılmayacağını duyurdu. Aralık ayında ABD Kongresi, RF'ndaki nükleer maddelerin güvenliği için yapılan çalışmalara, 25 yıl sonra ilk defa, artık maddi destek vermeyeceğini açıkladı. Birkaç gün sonra da Rusya bütün nükleer güvenlik çalışmalarından çıktığını ilan etti.

Bunlar kısa ve çoğu zaman gözümüzden kaçan, ama anlamları ve sonuçları çok önemli haberler, ve adımlar.

Bugün artık hem Rusya, hem de ABD nükleer silahlarını hızla modernize etmeye çalışıyorlar. Bunun için büyük paralar harcıyorlar. Öyle ki, Atom Bilimcileri Bülteni Ocak ayının sonunda “...nükleer silahlanma yarışı başladı. Eski silahlar modernize ediliyor. Bu, insanlığı korkunç derecede tehdit ediyor” diyerek “Atomsavaşı Saati”ni ( doomsday clock ) “12'ye 3 var”a ayarladı.

Norveç Savunma Bakanı İne Marie Erikson, Münih'te “Rus saldırganlığı”nın mahkum edilmesi gerektiğini söyleyerek, “bu saldırganlık karşısında, NATO sözleşmesinin 5. Maddesi hayata geçirileceğinden kimsenin kuşkusu olmasın”, yani, “eğer Rusya NATO üyesi bir ülkeye, Ukrayna'ya olduğu gibi saldırırsa, bütün NATO üyesi ülkeler Rusya'ya karşı savaşa girmeliler” dedi.

Bu tip açıklamalar boşuna yapılmıyor. Bahanesi “Rus saldırganlığı” olsa da asıl olarak, RF'na komşu, özellikle de Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinde korkuyu büyütmek, bu ülkeleri silahlandırmak, NATO askerlerini ve silahlarını RF sınırlarına yığmak istiyorlar. Rusya'nın buna tepki gösterip karşı önlem alacağını; bu kışkırtıcı açıklamaların ve atılan askeri adımların bütün insanlığı tehdit edecek bir nükleer savaşa dönüşme potansiyeli taşıdığını bile bile.

Elbette ABD böyle bir savaşa dahil olmak, kendi toprakları üzerinde bir savaş istemiyor. ABD'nin asıl istediği, Avrasya coğrafyasında ve Batı Avrupa'da bir savaş. Avrupa ile RF arasında bir savaş. Kendisinin en fazla uzaktan roketlerle, taktik atom-nükleer silahları ile taraf olacağı bir savaş. “Zeus Opsiyonu” da denilen böyle dünyanın sadece bir bölgesi ile sınırlı kalacak bir nükleer savaş mümkün mü? Bu soruya % 100 bir kesinlikle evet demek mümkün değil; ama böyle bir tehlike ve ABD'de bunu yapmak isteyen, İngiltere'de ise “dünya nüfusunun dramatik bir şekilde azaltıması gerektiği”ni düşünen Prinz Philip gibi deliler var. Hem de yetkili pozisyonlarda. Bu çılgın “Avrasya coğrafyasında bir nükleer savaş” planlarına karşı çıkanlar ise birer birer tasfiye ediliyorlar.

Ukrayna'da bu plan pişiriliyor. Yoksa, RF, Ukrayna'nın silahlandırılmasını “kırmızı çizgi” ve Ukrayna ile RF arasında doğrudan bir savaşın gerekçesi ilan ettiği halde, ABD Ukrayna'ya doğrudan-dolaylı silah satışını organize etmez, bir yandan da, Obama'nın talimatı ile, başta Avrupa'daki taktik atom silahları olmak üzere, bütün nükleer silahlarını modernize etmezdi. ABD'nin bu iş için ayırdığı bütçe tam 1 trilyon dolar!

Atom savaşının mantığına göre, nükleer-atom silahları olan ülkeler, bir nükleer savaş durumunda, bu silahları kullanmak zorundalar. Çünkü, bu silahlar RF'nun hedefi durumundadır ve savaş çıkması durumunda imha edilecekler. Dikkat edin, öncelikle modernize edilecek atom silahları Almanya, Hollanda, Belçika ve Türkiye'de. Bu, Avrupa'nın savaş alanı olacağını gösteriyor. Çünkü topraklarına bu silahların yerleştirilmesine izin veren ülkelerin “ben savaşmıyorum” deme şansı yoktur. Hele hele menzili uzun yeni B-61 Atom silahlarını topraklarına kabul edenlerin. Bu yeni silahların önemi, ilk vuruş gücünü arttıyor olmasında. Ama radara yakalanmayan bombarduman uçaklarından atılacak ve RF'nun bütün hava savunma sistemlerini çökertecek ( “Prompt Global Strike” denilen askeri doktrin ) teknoloji ile birlikte kullanıldıklarında RF'nun karşı saldırı yeteneği bile yok olacak.

İzliyoruz işte. Bir yandan Ukrayna'da savaşın devam etmesi için her türlü provakasyon yapılıyor, diğer yandan Baltık ülkeleri ve Romanya, Polonya, Bulgaristan gibi ülkeler silahlandırılıyor. Bölgede manevra üzerine manevra yapılıyor. Bu da yetmiyor, ABD, Avrupa'yı ekonomik olarak da çökertmeye, savaş için uygun şartları yaratmaya çalışıyor. Bunlar niye? Bakan düzeyinde yetkililerin “Moskova önlerine kadar gitmeliyiz” gibi sözleri sadece blöf mü?

ABD'nin propagandalarının etkisi altında kalmış veya böyle bir savaştan karlı çıkacağını sanan ( milyonlarca insanın hayatına mal olacak bir savaştan nasıl karlı çıkacaklarsa? Milyonlarca insanın hayatına eşdeğer nasıl bir kazançları olacaksa? ) bazı zavallılar “Rus saldırganlığı”nı ağızlarına dolamışlar. Ama ABD sınırlarında böyle bir silahlanmaya ve mesela Meksika'nın Varşova Pakt'ına üye olmasına izin verir miydi? Küba'da neden dünya savaşının kıyısından dönüldü?

Hayır, blöf yapılmıyor. Savaş tehtidi bilerek ve planlı bir şekilde büyütülüyor. Bu sayede RF'na komşu ülkeler silahlandırılıyor. Bu halklar “Rus tehtidi” sopasıyla eğitiliyor, Rusya'ya düşmanlaştırılıyorlar. Ve RF ile Çin, son anda, teslim olmaya zorlanıyorlar. Ama eğer onlar blöf yapıyorlarsa bile, bu provakasyonun her an bir sıcak savaşa dönüşmesi mümkün. Çünkü, RF, teslim olmayacağını, savaştan kaçmayacağını bütün dünyaya ilan etti.

Mesela Rus Stratejik Raket Birlikleri ( SRT ) komutanı General Andrej Burbin, 1 Mart'ta bir radyo programında RF'nun her türlü savaşa hazır olduğunu, ülkesine saldırılması durumunda nükleer silahlarını kullanacağını söyledi. Ütopik bir “hızlı ve sınırlı atom savaşı”na veya “Prompt Global Strike Doktrini” çerçevesinde Rusya'nın karşı saldırı kapasitesini konvensiyonel silahlarla yoketme planlarına ABD'ye direkt İCBM roketleri, kıtalararası füzeler ile saldırarak karşılık vereceklerini de ekledi. Burbin'in bu açıklaması, Dışişleri Bakanı Lawrow, Savunma Bakanı Sergej Schoigu ve Moskova NATO temsilcisi Alexander Gruschko tarafından teyit edildi.

Korotschenko ise, “karşı saldırı kapasitemiz her halukarda olacak. ABD'nin, 'isabet yeteneği çok gelişmiş, konvensiyonal silahlarla RF'nun stratejik raketlerini ve birliklerini yoketmek, karşılık verme potansiyelini yoketmek' demek olan bir 'Promt Global Strike' konseptinin olduğu artık bir sır değil” diyerek, buna karşı önlemler aldıklarını, caydırıcılık kapasitelerini arttırmaya çalıştıklarını söyledi. Burbin ise, “hiçbir saldırı, nükleer olan dahi, karşılık verme kapasitemizi yokedemeyecek” dedi.

Tabii sadece açıklama yapılmıyor, savaşa hazırlıklar da hızlandı. Nükleer silahları ve füzeleri ateşleyecek birliklere askeri ve psikolojik eğitim veriliyor. Bu silahları kullanmak zorunda kalırlarsa, elleri titremesin diye. Sonra böyle stratejik birlikler ile RF devlet başkanı Putin arasında direk bir iletişim kanalı açıldı. Deniz ve hava kuvvetleri modernize ediliyor. Son teknoloji ile yeni uçaklar, savaş gemileri ve denizaltılar üretiliyor. Tatbikatlar yapılıyor. Roketlerin yerleri değiştiriliyor ve alternatif mevziler hazırlanıyor. Eski, Sovyetler Birliği zamanında geliştirilmiş olan raketler yeni Topol-M ve Jars tipi olanlarla değiştiriliyor.

Uzatmayayım. Putin'in 29 Şubat 2012 tarihinde yaptığı konuşmada söyledikleri bugün RF'nun neye, nasıl hazırlandığını özetliyor: “ Sovyetler Birliği Hitler'in saldırısına yeterince hazırlanmamıştı. Devletimizin ve ordumuzun savaşa hazırlıklarının yetersiz olmasının bedeli ve kayıplarımız çok büyük oldu. 1941 yılında yaşadığımız bu trajedenin tekrarlanmasına izin vermeyeceğiz”.

Devamını ise, Rus uzmanların ingilizce yayınlanan “Military Thought”, Sayı 4/2012'den okuyalım: “ Batı'nın yeni silahlarla, kendi insanlarına ve zenginliklerine ciddi bir zarar vermeden RF'na savaş açma niyeti varsa eğer, bilsinler ki, bu durumda Rusya, caydırıcılığını arttırmak ve kendisini savunmak  için barışçıl veya silahlı, simetrik veya asimetrik, ideolojik bütün yöntemleri ve nükleer olanlar da dahil, bütün silahlarını kullanacaktır”.

Anlayana sivrisinek saz!

Tüm bunları “Rus saldırganlığı” olarak kamuoyuna anlatanlar halt ediyorlar, propaganda savaşına alet oluyorlar. RF, bir savunma hattı kurmaya çalışıyor, ama bunu yaparken AB'ne ve Birleşmiş Milletlere, terörizm ve uyuşturucu ile mücadelede, altyapı inşasında, Uzay programında ve yeryüzünün astroidlere karşı korunması gibi konularda birlikte çalışma çağrıları yapıyor. Bir Avrupa Güvenlik şemsiyesi önerisi yapıyor. Ama bütün bu çağrılar şimdiye kadar Batı tarafından reddedildi.

Lawrov 27 Şubat'ta yaptığı bir konuşmada, Batı'nın bu tavrını ve Obama'nın yeni “Ulusal Güvenlik Stratejisi”ni eleştirirken, “bunlar, küresel hegemonya kurmak istediklerini ve tek taraflı olarak şiddete başvurmaya hazırlandıklarını gösteriyor. ABD'nin 30 sayfalık yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinde neredeyse yüz kere ABD'nin dünya liderliği hakkından sözedilmiş. Beyaz Saray, başka ülkelerin çıkarlarını gözetmeksizin dünyaya egemen olmak istemesinin sonuçlarını bilmiyor olsa gerek” diyerek ABD'yi uyardı. Ve uluslar arası sorunların ancak ulusların birlikte çalışması, işbirliği ile çözülebileceğini; Rusya'nın önceliğinin Avrasya'nın entegrasyonu ve Avrupa ile Asya-Pasifik ülkelerinin ekonomik işbirliği olduğunu söyledi.

Başka bir iki konu daha vardı değinmek istediğim. Nemtsov'un üldürülmesi, Ukrayna ile Suriye arasındaki ilişki gibi. Ama o zaman yazı çok uzayacak. Hatta bu haliyle bile hayli uzun. Kusura bakmayın.

Ama konu gazetelerin başlıklarını okuyarak veya televizyon seyrederek öğrendiklerimizle ele alınmayacak kadar ciddi. Çoğu ingilizce ve almanca olan kaynakları herkesin taraması da mümkün değil. Bu nedenle dünyada Ukrayna üzerinden neler tartışılıyor bir özet yapayım dedim.

Çerkesi-Çerkesya'yı ağızlarına dolamış, ama toplumsal hafızamıza kodlanmış ve bilince çıkardığımızda ulusal mücadelemizde büyük bir itici güç olacak bu değerleri RF'na düşman güçlerin hizmetine sunmaktan başka bir amaçları olmayan bazılarının yalanlarını teşhir etmek istedim.

Bunu, birkaç satırda yapmam mümkün değildi. Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım, çoğu yeri atladım, ama daha kısası da olmuyor.

Benim çıkardığım sonuç şudur:

Mutlaka çıkacak demiyorum, ama bir savaş tehlikesi var. Bu savaşı kışkırtan ABD ve müttefikleri. Hedef başta RF olmak üzere, olası ekonomik-siyasal-askeri rakipleri bertaraf etmek ve “yeni dünya düzeni”ne entegre etmek. Bir daha ayağa kalkamayacak kadar ufalayarak ve hırpalayarak.

Savaş bir insanlık suçudur. Mutlaka karşı olmalıyız. Ama bugün gündemde olan savaş, bizi biraz daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü bizi de içine çekecek, belki de Çerkesya'yı bir kez daha yerle bir edecektir. Bu yıkıntıların üzerinde Çerkesya inşa edebileceklerini sananlar tehlikeli bir hayal

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks