İnsanlığı ve Çerkes Halkını Ukrayna'dan Tehdit Eden Savaş! Hatko Schamis

#6913 Ekleme Tarihi 14/04/2021 02:07:46

Bu yazımı "İnsanlığı Ukrayna'dan Tehdit Eden Savaş" başlığı ile 21 Mart 2015 tarihinde yazmıştım. Ukrayna'da yaşananların medyada bize anlatıldığı gibi olmadığını veya gerçek yüzünü gösterebilmek için. 

Çünkü medya sanki Ukrayna'da bir demokratik devrim yaşanıyormuş gibi anlatıyordu herşeyi. 

Amerika'dan ve İstanbul'dan bazı Çerkesler de ellerinde Ukrayna bayrakları bu "devrim"e destek vermişlerdi. 

Köprünün altından çok sular aktı, hem dünyada hem de Ukrayna'da çok şey değişti ve son günlerde Ukrayna'da savaş tehdidi büyüdü. 

Bu nedenle yazımı güncellemeye karar verdim... 

Bu konular bizim gündemimize girmiyor. Çoğu zaman ne olup bittiğini bile bilmiyoruz. Bu nedenle edilgen durumdayız, bizi de ilgilendiren konularda "biz", "bizim çıkarlarımız" ve/veya "bizim taleplerimiz" yok. 

Nasıl olsun? 

Kurumlarımız, büyüklerimiz, anne babalar... herkes, her gün "siyaset yapmayın" diyorlar, boşluğu sosyal ve kültürel faaliyetlerle dolduruyorlar.

Sonuç: İlgi duymayan, okumayan, apolitik; bu nedenle siyaset yapmayı bilmeyen; çıkarlarını ve tehditleri görmeyen; her şeye başkalarının, özellikle de medyayı kontrol eden iktidarın gözüyle bakan insanlar. 

Sahneyi siyaset yapanlar kuruyor, biz de o sahnede oynuyoruz. 

Veya piyon oluyoruz… 

Fıkrayı bilirsiniz. Temel laboratuvarda, masanın üzerine bir hamamböceği koymuş ve "koş" diye güçlü bir şekilde bağırmış. Hamamböceği ürküp kaçmaya çalışmış. Temel deney defterine, "hamamböceğine 'koş' diye bağırınca, koşuyor" yazmış. Sonra hamamböceğinin ayaklarını koparmış ve yine 'koş" diye bağırmış, hamamböceği kımıldamamış. Bir daha, bir daha bağırmış; ama hamamböceği yine kımıldamamış. Temel, deney defterine "ayakları kopan hamamböceği sağır oluyor" diye yazmış...

Biz de “siyaset yamayın” diyerek, insanları kör ediyor, ayaklarını koparıyoruz…

Dünya uzun yıllardır Ukrayna ile yatıp kalkıyor, “büyük devlet” başkanları veya dışişleri bakanları neredeyse her gün buluşup bu konuyu görüşüyor ve krize bir çözüm bulmaya çalışıyorlar.

Bu, iyiye alamet değil. 

Çünkü Roma'dan beri “diplomasi tarihi”, diplomatik faaliyetlerin artmasını, krizin büyümesi ve ( sıcak ) savaşın yaklaşması olarak tarif eder. 

Mutlaka savaş çıkar demiyorum; ama bir savaşın şartları oluşuyor. 

Bu durumda bizim de krizin neden çıktığını ve nereye gitme eğilimi olduğunu analiz edip hazırlık yapmamız gerekiyor/du. 

Çünkü böyle krizler bütün dünyayı etkiler ve herkes çıkarlarını gözden geçirir, yeni pozisyonlar alır, saf tutar. 

Gelecek öngörüleri, dengeler, ittifaklar... hepsi değişir.

Biz bunu yapmadık, yapmıyoruz; belki de “bize bir şey olmaz” zannediyoruz! 

Halbuki, "Rusya Federasyonu'nda burslu okuyacak Çerkes öğrenci sayısının azal/tıl/ması"nın bile bu konjonktür ile ilgisi var. 

İkinci paylaşım savaşı öncesini hatırlayın. Kapitalist-emperyalist dünyanın büyükleri İngiltere'yi, Fransa'yı... ve dünyanın yeniden paylaşılması gerektiğini söyleyerek silahlanan Almanya'yı.

Almanya'nın talepleri ve bu taleplerini dünyaya zorla kabul ettirmek istemesi dengeleri değiştirmiş, sonunda tarihsel ve politik olarak SSCB'yi kendilerine tehdit-düşman gören İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkeleri “sosyalizmin anavatanı” ile ittifak yapmaya zorlamıştı.

Sadece “büyük devletler” değildi tavır değiştirip yeni ittifaklar kuranlar. Bütün devletler, politik örgütler... sıradan insanlar bile tavırlarını, söylemlerini ve sloganlarını gözden geçirdiler. 

Çünkü sağcısını, solcusunu; demokratı, liberali, dindarı ve dinsizi ile bütün insanlığı tehdit eden, yıkıcı bir savaş tehditi vardı ve muhtemel bir savaşı durdurmak herkesin çıkarınaydı.

Sosyalistler “sosyalist iktidar” savaşını rafa kaldırdılar. Faşizme Karşı Birleşik Cephe, "barış" söylemleri öne çıktı. Savaş karşıtı herkesi kucaklamaya çalıştı bu cepheler. Barış hareketleri büyüdü.

Ve belki savaş değil, ama faşizmin dünyayı ele geçirmesi, daha büyük yıkımlar ve insanlık suçları engellendi.

Bu geçmişi tekrar hatırlamamın nedeni, dünyanın içinde bulunduğu durum ve Sosyalist Blok'un dağılması sonrası tek süper güç olarak kalan ABD'nin egemenliğini ve “tek kutuplu dünya düzeni”ni dünyaya dayatması. 

Buna direnen ve bağımsızlığını korumak isteyen devletlere ve güçlere diz çöktürmek istemesi.

Son otuz yıl, eski sosyalist ve bağımsız ülkelerin “yeni dünya düzeni”ne entegre edilmesi ile geçti. Buna direnenlerin, bağımsızlıklarını korumak isteyenlerin başlarına bomba yağdı. Böylece açlığı bir türlü giderilemeyen kapitalist dünya için yeni pazarlar açıldı. Kriz ertelendi veya yumuşatıldı. 

Ama o yolun da sonuna geldik.

Kapitalist canavara yeni pazarlar ve yeni kurbanlar gerekiyor. Aralarında ticari ilişkilerin olması kimseyi yanıltmasın. Batı'nın istediği, sadece ticaret değil; pazar ve hammaddeye sınırsız ve sadece kendisinin engelsiz erişim hakkı, yani tam teslimiyet.

Bakın Fransa'nın ( eski ) sömürgeleri, sözde bağımsız olmuşlar; ama vergi, borç vs gibi başlıklar altında Fransa'ya hala senede 440 milyar Euro ödemeye devam ediyorlar ve buna itiraz etme hakları bile yok.

“Yeni” emperyalist ülkeler RF ve Çin bu düzene direniyor; eşit ekonomik-siyasi ilişkiler, haklarına ve çıkarlarına saygı ve pazardan pay istiyorlar.  

ABD'nin veya Batı'nın hegemonyası demek olan "tek kutuplu dünya"ya karşı “çok kutuplu bir dünya” örgütlemeye çalışıyorlar.

Buna “it dalaşı” deyip seyirci kalmak mümkün değil. Çünkü bu “it dalaşı” herkesi tehdit ediyor. Bizi de. 

2001'de dünyanın gündemine giren Ukrayna'nın yeniden ısınmasının nedeni, ABD'de Biden'ın başkan olması. 

Biden, "Küreselciler"in, yani tek kutuplu dünya isteyenlerin, "demokrasi götürmek için", insanların başlarına bomba yağdıranların sözcüsü.

Trump'ın biraz "bozduğu" eski düzeni restore etmeye çalışıyor. 

Kimileri Biden'in ABD başkanı olmasına sevindi. Amerika'da yaşasaydım "ehven'i şer" diyerek belki ben de sevinirdim. Çünkü kendi halkına daha çok demokrasi ve özgürlük vaad eden Biden, Rusya ve Çin gibi emperyalist ülkelere de demokrasi! götürmek ( siz bunu daha çok baskı, daha çok savaş, daha çok bomba ve daha çok kan-gözyaşı olarak anlayın ), ABD'nin mutlak hakimiyetini kurarak "çok kutuplu dünya" hayallerini bitirmek istiyor.

Bu nedenle Rusya ve Çin gibi ülkelerde yaşayan, baskılardan, haksız hukuksuz uygulamalardan yorulmuş insanların Biden'den beklentileri var.

Biden, eleştirilerinde haksız mı? Değil. Gerçekten de eleştirdiği ülkelerde eşitlik, özgürlük, demokrasi, adalet ve hukuk yok. 

Ama Biden'in niyeti gerçekten bu ülkelere özgürlük ve demokrasi götürmek mi? Hayır.

Biden'ın sözcülüğünü yaptığı güçler, asıl olarak pazar ve hammadde paylarını arttırmak; enerji kaynaklarını ve koridorlarını kontrol etmek; bunun önündeki engelleri ve devletleri ortadan kaldırmak istiyorlar. 

Ama bunu, daha çok demokrasi, daha çok özgürlük ve daha çok refah sloganları ile dile getirdikleri için, hedefteki Rusya ve Çin gibi ülkelerde yaşayan halklar ve insanlar Batı'nın "doğal müttefikleri" oluyorlar. 

Çünkü onların pratik ve günlük yaşamlarında baskı var, hukuksuzluk ve devlet terörü var, asimilasyon var. Özgürlük ve demokrasi özlemi var. 

Bu durumda, Rusya ve Çin gibi ülkelerde yaşayan halkların ve insanların Biden'ın sözcülüğünü yaptığı güçlerin vadlerinden etkilenmeleri ve "Kim yıkacaksa yıksın, ama bu düzen yıkılsın artık" demeleri normal değil mi? 

Paradoks veya çaresizlik de burada: Bir tarafta asıl olarak rakiplerine diz çöktürmek isteyen, ama daha çok demokrasi ve özgürlük vaad eden güçler; diğer tarafta ise hak-hukuk, demokrasi ve özgürlük nedir bilmeyen, ama içişlerine karışılmasını istemeyen diktatör/lük/ler... 

İşte bu çıkmaz, bazı insanlarda ve halklarda “şeytanla bile ittifak kurma" duygusunu büyütüyor, "Batı"nın doğal müttefiki olmaya itiyor. 

Suriye'ye bakın. Bu ülkedeki Kürtleri Amerika ile işbirliği yaptığı için eleştirenler var. Ben de bazen eleştiriyorum. Ama ne yapsınlar? 

Bir tarafta ülkesi harabeye döndüğü halde hala Kürtlere özerklik vermeye dahi yanaşmayan bir iktidar; diğer tarafta Suriye'yi yakıp yıktığı halde Kürtlere neredeyse devlet olma fırsatı veren bir ABD ve kendi ülkesinde gelecek garantisi isteyen halklara kulaklarını tıkayan, ama Şam’a Kürtlerin demokratik-ulusal taleplerini tanıma çağrısı yapan Rusya.   

Siz bir Suriye Kürdü olsanız ne yaparsınız? Suriye’den bir gelecek garantisi almadan, ABD’ye ve Rusya’ya karşı savaşır mısınız?

Rusya "nükleer silahları ilk kullanan ülke olmayacağı" kararını kaldırdığında bir gazeteci Putin'e, "gerçekten ilk nükleer silahı siz kullanabilir misiniz?" diye sormuş; Putin de, "üzerinde Rusya'nın olmayacağı bir dünya da olmasın" diye cevaplamıştı. 

Peki niye birileri de "üzerinde benim halkımın veya ülkemin olmadığı bir Rusya’nın da ( veya başka bir ülke de ) canı cehenneme" diye düşünmesin? 

Bunları böyle bir şey istediğim için söylemiyorum. Ama neden birileri de böyle düşünmesin? Neden daha kötüsü ile tehdit ediliyor diye "kötü"yü savunmak zorunda kalsın? 

Neden beni "daha kötü" ile mücadele etmeye davet edenler, önce benim değerlerime, kimliğime, kültürüme ve özlemlerime cevap verecek sahipleneceğim-koruyacağım bir hayat ve ülke kurmasın? 

Elbette doğrusu, demokratik bir Suriye'de, bütün Suriye halkları ile barış ve huzur içinde, ama gelecek korkusu olmadan yaşamak. 

Ama ya Suriye iktidarı-düzeni size bunu vermiyorsa? Ve sizin bu iktidarı yıkma gücünüz yoksa? İktidar demokratik güçleri baskıyla, işkenceyle, terörle eziyorsa? Ne zamana kadar bekleyeceksiniz? 

Evet, ABD karışmasın, ama sen bana ne vaad ediyorsun?

Bunları, yoksul, işsiz; hak ve hukuktan, demokrasi ve özgürlüklerden yoksun insanların psikolojilerini hatırlatmak için yazıyorum. 

Ve Arafat'ın o ünlü sözü geliyor aklıma: 

Oslo'da İsrail ile hemen her konuda anlaşmıştı Arafat. Ama diasporada yaşayan Filistinlilerin Filistin'e dönüş hakkında ısrar etmiş ve silahlı Filistinli örgütlerin eylemlerini kınamayarak şöyle demişti: "Ülkem işgal altında olduğu müddetçe, hiç bir Filistinlinin, hiç bir eylemini kınamam!" 

Biz Çerkeslerin çıkarına olan demokratik, insan hak özgürlüklerine saygılı, savaşsız bir dünyadır. Barıştır. Üzerinde yaşadığımız coğrafyalarda yaşanan veya yaşanabilecek savaşlar bize her açıdan zarar vermektedir. 

Bu nedenle, savaşa karşı olmak, bizler için ilkesel öneme sahiptir. 

Ama kuru kuru “ben savaşa karşıyım” demek yetmiyor. Saldırgan’a tavır almak, ama savaşa neden olan şartları da ortadan kaldırmak gerekiyor. 

Peki saldırgan kim? Savaşı kim istiyor veya dayatıyor?

Lafı kıvırmadan, felsefe yapmadan söyleyeyim: 

Saldırgan da, dünyayı babasının çiftliği zanneden de ABD'dir. Çünkü dünyanın, pazar ve hammaddenin kendi hegemonyası altında olmasını; buna direnebilecek güç odaklarını yok etmek istiyor. Bu nedenle RF ile çatışıyor. Çünkü RF, dünyada böyle bir kutup olabilecek, bu anlamda ABD'nin hegemonyasına direnebilecek nükleer bir güç.

ABD, eğer RF'nu dize getirirse, kendisi için “cennet”e giden yolu düzlemiş olacak. Önünde hiçbir engel kalmayacak. Bu nedenle dünyanın herhangi bir yerindeki çatışma bile asıl olarak veya çoğunlukla RF'nu dize getirme, güçten düşürme, kuşatma stratejisinin veya önceliğinin bir parçasıdır.

Suriye’de bile savaşın gerçek sebebi, Katar ve Arabistan’dan getirilecek doğal gaz ve petrolün Akdeniz üzerinden Avrupa’ya taşınma projesine Esad’ın İran ve Rusya’nın çıkarlarını gözeterek “hayır” demesi idi. 

“Batı”, ABD'nin yakıp yıkarak açtığı pazarlardan nemalandığı, bu yeni pazarlarda ABD'ninkilerle rekabet edebilecek tekellere sahip olduğu için hala ABD'nin arkasında veya yanında saf tutmuş durumda. Nereye kadar? Dünyada bakir bir alan kalmayıp, sıra birbirlerini yemeye gelinceye kadar!

Önemli olduğu için tekrar edeyim: 

RF da dahil, ABD'ye ve Batı'ya direnen ülkelerin dezavantajları, bazılarında hala çözülememiş ulusal sorunların ve demokrasinin gelişmemiş olması. 

ABD “yeni dünya düzeni”ne direnen ülkeleri dize getirmek için bu sorunları da kaşıyor. Toprak bütünlüğünü tehdit ediyor. Ufalanma veya bölünüp parçalanma ile teslim olma arasında bir tercihe zorluyor.

Bunları “demokrasi”; ezilen ve bağımsızlık özlemi olan halklara “kendi kaderini tayin hakkı”nı tanıma vaadi ile yapıyor. 

Çünkü, ulusal sorunlarını çözememiş devletlerin ufalanması; kapitalist “yeni dünya düzeni” ile sorunu olmayan, bu düzene entegre olacak yeni devletlerin ortaya çıkması ABD'nin veya Batı'nın çıkarları ile çelişmez. 

Ama ABD'nin “özgürlük aşığı” olduğunu sanmak da aptallıktır. 

Çünkü ABD öncelikle kendi çıkarlarını düşünür ve başkalarını, bu çıkarları ile örtüşüyorsa, örtüştüğü müddetçe destekler. Diz çöktürmek istediği devletten veya güçten istediği tavizleri koparırsa bu destek biter. 

Bakınız Çeçenistan!

Son olarak, ABD'nin teslim almak istediği devletlerin içinde kışkırttığı topluluklar bir süre sonra bu devletler tarafından tehdit, hatta düşman olarak algılanıyorlar. Çünkü, demokratikleşme bölünüp parçalanma riskini de içinde barındırıyor. Bunun sonucu olarak, demokrasi ve daha çok özgürlük isteyen topluluklar üzerindeki baskılar artıyor.

Bu nedenle ABD'nin çizdiği yoldan “özgürlük” hayali kuranların bu baskıları göğüsleyebilecek güçleri ve olanakları olmalıdır. Bir yerde mümkün olanın her yerde mümkün olduğunu sanmanın, sonu trajedi ile bitebilir. Olanaklarımızı ve bunun sınırlarını bilmemiz gerekiyor.

Özetle; ezilen halkların, ulusların ve etnik toplulukların asimilasyona direnebilmeleri, geleceklerini garanti altına alabilmeleri için demokratik hak ve özgürlüklerine sahip olmaları gerekiyor. Bu tartışılmaz.

Bu nedenle ABD'nin/Batı'nın söylemleri böyle halklara ve topluluklara cazip geliyor. Ama aynı zamanda onları ABD'nin, dünyaya egemen olma savaşının önünde engel olarak duran ülkeleri destabilize edebilmesinin aracı, kuklası olma ve bu nedenle içeride baskı görme, hatta sahip olduklarını da kaybetme riskini içinde barındırıyor.

Genel olarak, hangi amaçla olursa olsun, demokrasiden, demokratik hak ve özgürlüklerden bahsedilmesi, dünyada bu konularda duyarlılığın ve bilincin gelişmesi bizim için iyidir. Bir fırsattır. 

Çünkü sorunlarımızı dünyaya anlatmak ve destek bulmak için uygun bir psikolojik ortamın oluşmasına yarıyor. Bu fırsatı kaçırmamalı, sorunlarımızı ve çözümünü dosdoğru dünyaya anlatmalıyız.

Bizim kimliğimizi; Çerkesi, Çerkesya'yı ve soykırımı-sürgünü ısrarla dünyaya anlatmamızın nedeni budur. Dünyanın bu konularda duyarlığının arttığı bir dönemde sorunumuzla ve çözümü ile ilgili anlatacağımız, kabul ettireceğimiz herşey kazanç hanemize yazılacak, çıta yükselecektir.

Ama kırmızı çizgimiz var!

Sorunlarımızı dile getirir, hak ve özgürlüklerimizi talep ederken bir başka gücün, hele hele ABD'nin kuklası olmamalıyız. Çünkü birbiri ile ve RF ile rekabet eden, RF'nu yıkmaya veya diz çöktürmeye çalışan bir gücün kuklası olmak, bu güç ile yan yana durmak bizim RF'nda bir tehdit ve hatta düşman olarak algılanmamıza neden olacaktır. Düşman bir güce ise demokratik mücadele hakkı, demokratik hak ve özgürlükler verilmez.

ABD'nin “ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı”nı tanıması dahil; dünyaya demokrasi götürme! politikalarının altında yatan asıl neden; dünya egemenliği kurmak ve bunun önündeki engelleri tasfiye etmek istemesidir. ABD'nin demokrasi, insan hakları, insan hayatı gibi bir derdi yoktur. Araştırın, dünyanın dört bir tarafındaki bütün insanlık dışı işlerin, savaşların, diktatörlüklerin altından hep ABD çıkar. 

Eğer bir savaşta çıkarı varsa, ABD bu savaşı kışkırtır, örgütler. Amacına ulaşırsa, bitirir. İnsanların hayatı umurunda değildir. Bakınız Suriye!

Elbette her halk, nasıl bir rota izleyeceğine, yol ve yöntemine kendisi karar verecektir. Dünyadaki dengeleri, gücünü en iyi kendisi bilir. Bu konuda bir model de yok. Hatta yaşadığı coğrafyada ABD'nin çıkarları kendisi için bir fırsat olabilir. Ama bunu genelleştirmek doğru değildir.

Genel olan, ABD'nin, görüntü veya söylemi ne olursa olsun, öncelikle kendi çıkarlarını düşünüyor olmasıdır. Her halkın bağımsız karar alma gücünün ve örgütlülüğünün olması gerektiğidir.

Yani kör bir ABD düşmanlığı da tarihi vatanımız o ülkenin bir parçası olduğu için kayıtsız şartsız RF’nu savunmak da doğru değildir. Çerkes halkının çıkarlarını öncelemeli, fırsatları görmeli, gücümüzü bilmeliyiz.

RF'nu kuşatmak, diz çöktürmek isteyen ABD'nin Çerkes halkı ve Çerkesya için elini taşın altına koyacağını sananlar büyük yanılgı içindeler. Küresel hakimiyet savaşında Çerkesler ABD için sadece basit bir ayrıntıdır. 

Ama sürekli bizi “dış güçler” sopasıyla terbiye etmeye çalışan RF’na da, “gelecek kaygısı olmayan, hak ve özgürlerine sahip hiçbir halkı, hiçbir güç ayartamaz” diyebilmeli, bu günlerde RF’na sorunlarımızı anlatmalıyız. 

Bunların Ukrayna ile ne alakası var?

Çünkü “Ukrayna krizi” giderek derinleşip, bugün artık bir dünya savaşına dönüşme potansiyeli taşıyor. Ve bizim için de artık yeni, hiç olmazsa çok daha dikkatli olmamızı gerektiren bir süreç başlıyor. Hatta başladı bile!

Krize, kimileri “Rus saldırganlığı” demeyi tercih ediyor, algı operasyonu yapıyor veya bu operasyona alet oluyorlar. Obama “Ukrayna'da iktidar değişikliğini örgütledik”, ABD Avrupa temsilcisi Nuland, “Ukrayna'da şimdiye kadar 5 milyar dolar harcadık” demişken “Rus saldırganlığı”ndan bahsedenler sadece Rus ve RF düşmanlıklarının esiri körlerdir.

Sonuçta insanlar ölüyor. Ukrayna, uçuruma sürükleniyor, parçalanıyor. Belki de tarih sahnesinden silinecek. Ama bunun nedeni Rus saldırganlığı değil; ABD'nin ve Batı'nın RF'nu kuşatmak ve diz çöktürmek istemesidir.

“Batı”, Ukrayna halkının yoksulluğa, yolsuzluklara ve oligarklara olan tepkisi üzerinde milliyetçilerle, ırkçılarla, faşistlerle bir “Maidan Devrimi” örgütledi ve NATO, RF sınırlarına dayandı. Bu “kirli devrim” boyunca yüzlerce insan keskin nişancı faşistler tarafından öldürüldü. 

Ama artık sorun, bir Ukrayna sorunu olmaktan çıktı. ABD ve peşinden sürüklediği AB ile RF arasındaki bir “gordion düğümü”ne dönüştü.

RF'nun olası bir savaşı engellemek, olmadı savaşı kazanmak için almak zorunda kaldığı bazı önlemleri “Rus tehdidi” gibi gösterenler veya Ukrayna halkı AB ve NATO ile bütünleşmek istedi, RF Ukrayna halkının iradesini tanımadı diyenler, herhalde herkesi aptal sanıyorlar.

Sorulması gereken soru, “kriz neden çıktı?” olmalıdır. 

Doğrusu, NATO'nun Almanya'dan öteye genişleme hakkı dahi yoktu.

SSCB yıkılırken veya dağıtılırken bu konuda anlaşmalar yapılmış, sözler verilmişti. RF'nun siyasi ve askeri güvenliğini garanti etmek için yapılmıştı bu anlaşmalar. Ama verilen sözler, yapılan anlaşmalar çöpe atıldı ve RF ABD'yi, AB'ni ve tüm dünyayı defalarca uyarmasına rağmen NATO, Rusya Federasyonu sınırlarına kadar genişledi. Ardından Ukrayna'ya Rus düşmanlığını körükleyecek adımlar attırdı, ülkeyi silahlandırmaya başladı. 

RF'nun bunu kabul etmeyeceğini, bir savaş tehdidi sayacağını bile bile.

Halbuki, Ukrayna ordusu modernize edildi, İHA’larla, SİHA’larla donatıldı. Herkes bir “Karabağ örneği”nden bahsediyor. 

Bu yılın başında Baltık ülkelerinde ( Kuzey Hattı ) büyük bir tatbikat yapıldı. Mayıs ayında Doğu Avrupa’da ( Güney Hattı ) yapılacak “Defender Europa 2021” tatbikatının hazırlıkları devam ediyor. 

ABD Dedeağaç’ta büyük bir askeri üs ve Doğu Akdeniz’den gelecek doğal gazı depolama tesisi inşa etti. Üsse şimdiden dünyanın silahını, zırhlı araç, uçak ve helikopterini taşıdı. Dedeağaç, Çanakkale boğazının ağzındadır. 

Türkiye, savaş gemilerinin boğazlardan geçiş ve Karadeniz’de bulunma şartlarını düzenleyen Montrö anlaşmasını 2011 yılında tartışmaya açtı. 

RF, NATO'nun attığı bu adımları eli kolu bağlı seyreder mi?

ABD, yıllardır SSCB’nin dağılması sonrası kurulan dengeyi kendi lehine değiştirmeye çalışıyor. Anlaşmalara aykırı bir şekilde NATO'yu genişletti. Yetmedi, eski Doğu bloku ülkelerini silahlandırdı. Sonra “İran'dan gelecek tehtide karşı” diyerek, bütün dünyanın güldüğü bir gerekçe ile Polonya'ya ve Çek topraklarına yeni füzeler yerleştirmeye çalıştı ( “Füze Kalkanı” ).

Buna karşı, RF komşu ülkelere baskı yapıyor. Topraklarını NATO'nun askerlerine ve silahlarına açmamalarını istiyor, hatta tehdit ediyor. 

Bu da Rus saldırganlığı oluyor!

Bir savaş çıkar mı? ABD her ne kadar kendi sınırlarından uzakta, Avrupa ile RF arasında bir savaşı çıkarlarına uygun görüyor ve bunu kışkırtıyorsa da, “savaş önünde sonunda çıkar” demek doğru değil. 

Ama bir savaş çıkacak gibi hazırlıklar yapılıyor. Bu nedenle bizim de savaş çıkabilir diye düşünmemiz, buna göre söylemler geliştirmemiz gerekiyor. 

Neden böyle düşünüyorum?

RF'nun Kırım'ı ilhak etmesi ve Ukrayna'nın doğusu Donbas'ta Ukrayna merkezi hükümetine bağımsızlık veya Federasyon talebi ile ayaklanmanın başlaması sonrasında ABD, Avrupa ülkelerini RF'ya yaptırım kararları almaya zorladı. Bunu gerekçelendirmek için, Ukrayna hükümeti ile isyancılar arasındaki bütün anlaşmaları, bütün ateşkes çabalarını dinamitledi. 

Ukrayna askerlerinin savaşmak istememesi veya savaşamamaları nedeniyle, “Maidan devrimi” için örgütlediği faşist çeteleri, Blackwater'un paralı askerlerini ve bazı Çeçenleri cepheye sürdü. Ağır silahlar verdi.

Bunu artık saklamıyor, saklayamıyorlar. Tıpkı Obama'nın Maidan darbesini örgütlediklerini veya “Avrupa'yı s...tr et” sözleri ile ünlü Nuland'ın bu devrimi finanse etmek için 5 milyar dolar harcadıklarını saklamadıkları gibi.

Mesela 18 Şubat 2015 günü, Alman 1. Televizyonu ARD'de, Günter Jauch'un programına davetli olan Ukrayna'nın Almanya Büyükelçisi Andrij Melnyk, faşist Sağ Sektör'ün ve diğer neo nazi ( üniformalarında nazi sembolleri taşıyorlar ) örgütlerin savaştığını, bu faşist-neo nazi güçlerin Ukrayna merkezi hükümetini desteklediklerini resmen itiraf etti.

Bazıları Ukrayna parlamentosu Rada'ya hiçbir faşist veya neo nazi partinin girmediğini söylerken belki yalan söylemiyorlar, ama faşistlerin-neo nazilerin liderlerinin Başbakan Jazenjuk'un partisinden milletvekili seçildiklerini, hükümette ve stratejik devlet kurumlarında görev aldıklarını gizliyorlar.

“Maidan devrimcileri”nin yalanlarını teşhir eden başka bir açıklamayı da Uluslararası Af Örgütü yaptı. UAÖ'ne göre faşist-neo nazi çeteler, özellikle Dymtro Jarosh'un yönettiği Sağ Sektör, insanları kaçırıyor, işkence ve yargısız infazlar yapıyorlar. Melnyk bu iddaaları yalanlayamadı.

“Maidan devrimi”nin vurucu gücü olan bu çeteleri küçümsememek lazım. Bu çeteler, söylemleri ve eylemleri ile Rus düşmanlığının körüklenmesine neden oldukları gibi, bütün ateşkes-barış görüşmelerini ve anlaşmaları dinamitliyor, hükümeti tehdit ediyor, savaşın devam etmesini istiyorlar.

Almanya, Fransa, Ukrayna ve Rusya arasında imzalanan son Minsk Ateşkes Anlaşması da bu nedenle sallantıda.

Ama “savaş çığırtkanları” sadece bu “açık faşist-neo nazi” örgütler değil. 22 Şubat 2015'te Başbakan Jazenjuk ( Nuland Jazenjuk'a “adamımız Jaz” diyor ) Fox Haberler'de Ukrayna'na Amerika'dan silah sevkiyatının artarak devam istediğini söyledi. 

Bir gün önce de Dışişleri Bakan yardımcısı Wadym Prystaiko Kanada'da CBC Radio programına “Korku salmak istemiyoruz, ama geniş çaplı bir savaşa hazırlanıyoruz...Dünyanın bizi desteklemesini istiyoruz. Herkes bir nükleer silahları olan bir ülke ile savaşmaktan korkuyor, ama biz Ukraynalılar korkmuyoruz!” şeklinde bir açıklama yapmıştı.

Büyük devletler de boş durmuyorlar. Mesela ABD ile RF arasında bir savaş çıksın diye yanıp tutuşan İngiltere'nin Savunma Bakanı Michael Fallon, “Rusya'nın bundan sonraki hedefi Baltık” diyerek Baltık ülkelerini kışkırtıyor ve silahlanmaya zorluyor. 

Benzer açıklamaları, İngiliz General Adrian Bradshaw da Daily Telegraph'a yaptı. İngiltere, Avrupa'yı ve ABD'yi RF'na karşı kışkırtmak için elinden geleni yapmaya devam ediyor.

Ama hepsinin hayalini açıkça dile getiren Wasyl Filiptschuk oldu. Bu, Hitler işbirlikçisi faşist Bandera'nın bir “ulusal kahraman” olduğunu iddaa eden Ukraynalı diplomat, Amerika'da katıldığı bir konferansta “eğer İran'a karşı uygulanan yaptırımların aynısı RF'na karşı da uygulanırsa, özellikle bankacılık ile ilgili olanlar, ve petrol fiyatları bir süre daha böyle düşük tutulabilirse, RF Eylül ayına kalmaz çöker, dağılır” dedi.

Bu arada dönemin Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroshenko Abu Dabi'de İDEX Silah Fuarında Birleşik Arap Emirlikleri'nden silah alımı anlaşmaları yaptığını da hatırlatayım.

Emirlik kendisi silah üretmediği için, bu anlaşmanın, ABD'nin, Almanya ve Fransa’nın inisiyatifi ile sağlanan ateşkesi dinamitliyor görünmemek ve Avrupa'yı daha fazla kızdırmamak için örgütlediği bir hülle olduğu açık.

Bir hatırlatma yapayım: Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ile birlikte Libya ve Suriye'deki El Kaide militanlarına silah sevkiyatını örgütleyen, Amerika'ya güvenilirliğini kanıtlamış bir ülkedir. Ve ne tesadüftür ki, ABD Savunma Bakan Yardımcısı da bu silah fuarına katılmış, hatta Poroshenko ile de görüşmüştür.

Bütün bunlar Avrupa'da bir savaşın kendileri için “felaket” olacağını düşünen Almanya ve Fransa gibi ülkeleri de harekete geçirdi. Ateşkes görüşmelerini örgütleyen, Ukrayna ile RF'nu masaya oturtan bu ülkeler krizin ve yaptırımların kendi ekonomilere verdiği zararın farkındalar.

Şubat ayının sonunda, Münih Güvenlik Konferansı'nda Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, Ukrayna'ya ağır silah sevkiyatının başlaması gerektiğini savunan ABD'yi açıkça eleştirdi ve “Ukrayna'ya silah sevkiyatı Doğu Ukrayna'daki savaşı kızıştırmaktan ve krizi büyütmekten başka bir işe yaramaz” dedi. Amerikalılar bozuldular. Muhafazakar Robert Kagan ile evli Nuland ise, “Avrupa'yı hallederiz” dedi.

Bu Nuland Çin'de ve RF'nda büyükelçilik yaptı. NATO'da çalıştı. ABD Dışişleri Bakanı sözcülüğü yaptı. Akıcı Rusça konuşuyor. En ilginci ama, Moskova'da 1991 yılında örgütlenen darbeye karşı sokaklara çıkmış, 250 000 kişi ile birlikte militanca “karşı devrime hayır” sloganları atmıştı.

“Maidan devrimcileri” ile arasında su sızmaz. Şimdiki görevi, Ukrayna krizini küresel bir krize ve RF'na karşı bir savaşa dönüştürmek! Bunun için yalana dolana, sahte fotoğraflar yayınlamak dahil her türlü yönteme başvuruyor.

Bu arada bütün dünyayı, başta da RF'nu biraz daha şüphelendiren bir gelişme oldu. 11 Şubat'ta Obama İŞİD ile mücadele için yetki istedi Senato'dan. Ama dilekçe bu yetki talebini sadece İŞİD ile sınırlamıyor “ucu açık” bir şekilde formule ediyordu. Bu yetkinin Obama'ya dünyanın başka yerlerindeki çatışmalara da direk müdahale yetkisi verdiği eleştirilerine neden oldu. Ama Obama bu eleştirileri yanıtlama ihtiyacı bile duymadı.

Bunun üzerine eleştiriler arttı. Mesela Reagan döneminde Moskova Büyükelçisi olan Jack Matlock, “Rusya bölgesel bir güçtür” diyen Obama'yı “Kıtalararası füzeleri ve nükleer silahları olan bir ülke bölgesel değil, küresel bir güçtür” diyerek yanıtladı. 

Reagan ile Gorbachov arasında soğuk savaşı bitirme görüşmelerine katılmış olan Matlock yapılan anlaşmaları bildiği için NATO'nun doğuya doğru genişlemesini eleştirmiş, “Rusya'nın güveni sarsılmamalıdır. Eğer gerçekten özgür bir Avrupa istiyorsak, Rusya sisteme dahil edilmelidir” demişti.

Savaş tehlikesinden söz eden ve savaş kışkırtıcılarını eleştirenlerden biri de Mitterand'ın danışmanı Jacques Attali'ydi. Attali, 2 Şubat'ta Blog'unda, “bugün, dünyanın başka yerlerinde İŞİD'e veya diğer terör örgütlerine karşı birlikte mücadele ettiğimiz devletlere karşı saçma bir savaşa sürükleniyoruz” diye yazdı ve “neden devletin yeniden inşası, halkın sorunlarının çözülmesi yerine birçok Ukraynalının anadili olan Rusça'yı yasaklamaya çalışan, yeteneksiz bir Ukrayna Hükümeti için savaşalım?..”

“Diyorlar ki Avrupa'nın sınırları değişmez. Peki neden Slowakya'nın ayrılmasına kimse sesini çıkarmadı? Veya Yugoslavya'nın bölünmesine? Kosova'nın bağımsızlık ilanına?...” diye sordu.

Durumu daha da içinden çıkılmaz ve tehlikeli yapan bugün ABD ile RF arasında bütün diyalog yollarının tıkanmış olması. Neredeyse bütün işbirliği platformları dağıldı. Karşılıklı olarak protesto ve boykot ediliyor. Hatta “Kırmızı telefon” hattı dahi işlemiyormuş.

Bazıları sanki Kriz Kırım'ın ilhakı ile, hatta Doğu Ukrayna'daki isyan ile başlamış gibi anlatmayı seviyorlar. Bu nedenle RF'nun ve başka bazı devletlerin tavırlarını anlamıyorlar. Halbuki öncesinde yaşanan çok şey var; tutulmayan sözler ve yırtılıp atılan anlaşmalar var. 

Mesela 25 Ocak 1995’te ABD ile Norveç birlikte yeni bir roket denediler. 4 katlı bu roket, tam da Amerika'nın Moskova'ya çevrili “Minuteman-III” atom raketinin izleyeceği koridorda uçtu. Hızı ve uçuş rotası, Rusya'nın bir ABD denizaltısından atılabileceğini düşündüğü ve patladığında Rusya'nın erken uyarı sistemlerini kör edebilecek, böylece ABD'ye, karşılık görmeden Rusya'ya nükleer saldırı örgütlemesine fırsat verecek rokete benziyordu.

Az daha bir atom savaşı çıkmak üzereydi. Hatta Jeltzin bir karşı saldırı için nükleer silahların şifresini sisteme girdi. 10 dakika içinde roketler ateşlenecekti. Ama o günlerde diyalog kanalları hala açık olduğu için, bu adım atılmadı. Sorun çözüldü...

Bugün böyle bir “kaza” olsa, sonuç ne olur bilmiyorum. Ama ABD ile RF arasında bütün köprüler atılıyor, diyalog yolları kapanıyor. RF, 2015 yılının Kasım ayında, 2016 yılında ABD'de düzenlenecek Nükleer silahlar ve güvenlik zirvesine katılmayacağını duyurdu. Aralık ayında ABD Kongresi, RF'ndaki nükleer maddelerin güvenliği için yapılan çalışmalara, 25 yıl sonra ilk defa, artık maddi destek vermeyeceğini açıkladı. Birkaç gün sonra da Rusya bütün nükleer güvenlik çalışmalarından çıktığını ilan etti.

Bunlar kısa ve çoğu zaman gözümüzden kaçan, ama anlamları ve sonuçları çok önemli haberler ve adımlar.

Bugün artık hem Rusya, hem de ABD nükleer silahlarını hızla modernize etmeye çalışıyorlar. Bunun için büyük paralar harcıyorlar. 

Öyle ki, Atom Bilimcileri Bülteni “...nükleer silahlanma yarışı başladı. Eski silahlar modernize ediliyor. Bu, insanlığı korkunç derecede tehdit ediyor” diyerek “Atomsavaşı Saati”ni ( doomsday clock ) “12'ye 3 var”a ayarladı.

Norveç Savunma Bakanı İne Marie Erikson, Münih'te “Rus saldırganlığı”nın mahkum edilmesi gerektiğini söyleyerek, “bu saldırganlık karşısında, NATO sözleşmesinin 5. Maddesi hayata geçirileceğinden kimsenin kuşkusu olmasın”, yani, “eğer Rusya NATO üyesi bir ülkeye, Ukrayna'ya olduğu gibi saldırırsa, bütün NATO üyesi ülkeler Rusya'ya karşı savaşa girmeliler” dedi.

Bu tip açıklamalar boşuna yapılmıyor. Bahanesi “Rus saldırganlığı” olsa da asıl olarak, RF'na komşu, özellikle de Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinde korkuyu büyütmek, bu ülkeleri silahlandırmak, NATO askerlerini ve silahlarını RF sınırlarına yığmak istiyorlar. 

Rusya'nın buna tepki gösterip karşı önlem alacağını; bu kışkırtıcı açıklamaların ve atılan askeri adımların bütün insanlığı tehdit edecek bir nükleer savaşa dönüşme potansiyeli taşıdığını bile bile.

Elbette ABD böyle bir savaşa dahil olmak, kendi toprakları üzerinde bir savaş istemiyor. ABD'nin asıl istediği, Avrasya coğrafyasında ve Batı Avrupa'da bir savaş. Avrupa ile RF arasında bir savaş. Kendisinin en fazla uzaktan roketlerle, taktik atom-nükleer silahları ile taraf olacağı bir savaş.

“Zeus Opsiyonu” da denilen böyle dünyanın sadece bir bölgesi ile sınırlı kalacak bir nükleer savaş mümkün mü? Bu soruya % 100 bir kesinlikle evet demek mümkün değil; ama böyle bir tehlike ve ABD'de bunu yapmak isteyen, İngiltere'de ise “dünya nüfusunun dramatik bir şekilde azaltıması gerektiği”ni düşünen Prinz Philip gibi deliler var. Hem de yetkili pozisyonlarda. Bu çılgın “Avrasya coğrafyasında bir nükleer savaş” planlarına karşı çıkanlar ise birer birer tasfiye ediliyorlar.

Ukrayna'da bu plan pişiriliyor. Yoksa, RF, Ukrayna'nın silahlandırılmasını “kırmızı çizgi” ve Ukrayna ile RF arasında doğrudan bir savaşın gerekçesi ilan ettiği halde, ABD Ukrayna'ya doğrudan-dolaylı silah satışını organize etmez, bir yandan da, başta Avrupa'daki taktik atom silahları olmak üzere, bütün nükleer silahlarını modernize etmezdi. 

ABD'nin bu iş için ayırdığı bütçe tam 1 trilyon dolar!

Atom savaşının mantığına göre, nükleer-atom silahları olan ülkeler, bir nükleer savaş durumunda, bu silahları kullanmak zorundalar. Çünkü, bu silahlar RF'nun hedefi durumundadır ve savaş çıkması durumunda imha edilecekler. Dikkat edin, öncelikle modernize edilecek atom silahları Almanya, Hollanda, Belçika ve Türkiye'de. Bu, Avrupa'nın savaş alanı olacağını gösteriyor. Çünkü topraklarına bu silahların yerleştirilmesine izin veren ülkelerin “ben savaşmıyorum” deme şansı yoktur. Hele hele menzili uzun yeni B-61 Atom silahlarını topraklarına kabul edenlerin. 

Bu yeni silahların önemi, ilk vuruş gücünü arttırıyor olmasında. Ama radara yakalanmayan bombardıman uçaklarından atılacak ve RF'nun bütün hava savunma sistemlerini çökertecek ( “Prompt Global Strike” denilen askeri doktrin ) teknoloji ile birlikte kullanıldıklarında RF'nun karşı saldırı yeteneği bile yok olacak.

İzliyoruz işte. Bir yandan Ukrayna'da savaşın devam etmesi için her türlü provakasyon yapılıyor, diğer yandan Baltık ülkeleri ve Romanya, Polonya, Bulgaristan gibi ülkeler silahlandırılıyorlar. Bölgede tatbikat üzerine tatbikat yapılıyor. Bu da yetmiyor, ABD, Avrupa'yı ekonomik olarak da çökertmeye, savaş için uygun şartları yaratmaya çalışıyor. Bunlar niye? 

Bakan düzeyinde yetkililerin “Moskova önlerine kadar gitmeliyiz” gibi sözleri sadece blöf mü?

ABD'nin propagandalarının etkisi altında kalmış veya böyle bir savaştan karlı çıkacağını sanan ( milyonlarca insanın hayatına mal olacak bir savaştan nasıl karlı çıkacaklarsa? ) bazı zavallılar “Rus saldırganlığı”nı ağızlarına dolamışlar. 

Ama ABD sınırlarında böyle bir silahlanmaya ve mesela Meksika'nın Varşova Pakt'ına üye olmasına izin verir miydi? Küba'da neden dünya savaşının kıyısından dönüldü?

Hayır, blöf yapılmıyor. Savaş tehtidi bilerek ve planlı bir şekilde büyütülüyor. Bu sayede RF'na komşu ülkeler silahlandırılıyor. Bu halklar “Rus tehtidi” sopasıyla eğitiliyor, Rusya'ya düşmanlaştırılıyorlar.

Ama eğer onlar blöf yapıyorlarsa bile, bu provokasyonun her an bir sıcak savaşa dönüşmesi mümkün. Çünkü, RF, teslim olmayacağını, savaştan kaçmayacağını bütün dünyaya ilan etti.

Mesela Rus Stratejik Raket Birlikleri ( SRT ) komutanı General Andrej Burbin, 1 Mart'ta bir radyo programında RF'nun her türlü savaşa hazır olduğunu, ülkesine saldırılması durumunda nükleer silahlarını kullanacağını söyledi. 

Ütopik bir “hızlı ve sınırlı atom savaşı”na veya “Prompt Global Strike Doktrini” çerçevesinde Rusya'nın karşı saldırı kapasitesini konvensiyonel silahlarla yok etme planlarına ABD'ye direkt İCBM roketleri, kıtalararası füzeler ile saldırarak karşılık vereceklerini de ekledi. 

Burbin'in bu açıklaması, Dışişleri Bakanı Lavrow, Savunma Bakanı Sergej Şoygu ve Moskova NATO temsilcisi Alexander Gruschko tarafından teyit edildi.

Korotschenko ise, “karşı saldırı kapasitemiz her halukarda olacak. ABD'nin, 'isabet yeteneği çok gelişmiş, konvensiyonal silahlarla RF'nun stratejik roketlerini ve birliklerini yok etmek, karşılık verme potansiyelini yok etmek' demek olan bir 'Promt Global Strike' konseptinin olduğu artık bir sır değil” diyerek, buna karşı önlemler aldıklarını, caydırıcılık kapasitelerini arttırmaya çalıştıklarını söyledi. 

Burbin ise, “hiçbir saldırı, nükleer olan dahi, karşılık verme kapasitemizi yok edemeyecek” dedi.

Tabii sadece açıklama yapılmıyor, savaşa hazırlıklar da hızlandı. Nükleer silahları ve füzeleri ateşleyecek birliklere askeri ve psikolojik eğitim veriliyor. Bu silahları kullanmak zorunda kalırlarsa, elleri titremesin diye. 

Ve böyle stratejik birlikler ile RF devlet başkanı Putin arasında direk bir iletişim kanalı açıldı. Deniz ve hava kuvvetleri modernize ediliyor. Son teknoloji ile yeni uçaklar, savaş gemileri, denizaltılar üretiliyor. Tatbikatlar yapılıyor. Roketlerin yerleri değiştiriliyor, alternatif mevziler hazırlanıyor. Eski, Sovyetler Birliği zamanında geliştirilmiş olan raketler yeni Topol-M ve Jars tipi olanlarla değiştiriliyor.

Uzatmayayım. Putin'in 29 Şubat 2012 tarihinde yaptığı konuşmada söyledikleri bugün RF'nun neye, nasıl hazırlandığını özetliyor: 

“ Sovyetler Birliği Hitler'in saldırısına yeterince hazırlanmamıştı. Devletimizin ve ordumuzun savaşa hazırlıklarının yetersiz olmasının bedeli ve kayıplarımız çok büyük oldu. 1941 yılında yaşadığımız bu trajedenin tekrarlanmasına izin vermeyeceğiz”.

Devamını ise, Rus uzmanların ingilizce yayınlanan “Military Thought”, Sayı 4/2012'den okuyalım: “ Batı'nın yeni silahlarla, kendi insanlarına ve zenginliklerine ciddi bir zarar vermeden RF'na savaş açma niyeti varsa eğer, bilsinler ki, bu durumda Rusya, caydırıcılığını arttırmak ve kendisini savunmak  için barışçıl veya silahlı, simetrik veya asimetrik, ideolojik… bütün yöntemleri ve nükleer olanlar da dahil, bütün silahlarını kullanacaktır”. Anlayana sivrisinek saz!

Tüm bunları “Rus saldırganlığı” olarak kamuoyuna anlatanlar propaganda savaşına alet oluyorlar. RF, bir savunma hattı kurmaya çalışıyor, ama bunu yaparken AB'ne ve Birleşmiş Milletlere, terörizm ve uyuşturucu ile mücadelede, altyapı inşasında, Uzay programında ve yeryüzünün astroidlere karşı korunması gibi konularda birlikte çalışma çağrıları yapıyor. Bir Avrupa Güvenlik şemsiyesi önerisi yapıyor. 

Ama bütün bu çağrılar şimdiye kadar Batı tarafından reddedildi.

Lawrov yaptığı bir konuşmada, Batı'nın bu tavrını ve Obama'nın yeni “Ulusal Güvenlik Stratejisi”ni eleştirirken, “bunlar, küresel hegemonya kurmak istediklerini ve tek taraflı olarak şiddete başvurmaya hazırlandıklarını gösteriyor. ABD'nin 30 sayfalık yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinde neredeyse yüz kere ABD'nin dünya liderliği hakkından sözedilmiş. Beyaz Saray, başka ülkelerin çıkarlarını gözetmeksizin dünyaya egemen olmak istemesinin sonuçlarını bilmiyor olsa gerek” diyerek ABD'yi uyardı. Ve uluslar arası sorunların ancak ulusların birlikte çalışması, işbirliği ile çözülebileceğini; Rusya'nın önceliğinin Avrasya'nın entegrasyonu ve Avrupa ile Asya-Pasifik ülkelerinin ekonomik işbirliği olduğunu söyledi.

Başka bir iki konu daha vardı değinmek istediğim. Ama o zaman yazı çok uzayacak. Hatta bu haliyle bile hayli uzun. Kusura bakmayın.

Ama konu gazetelerin başlıklarını okuyarak veya televizyon seyrederek öğrendiklerimizle ele alınmayacak kadar ciddi. Çoğu İngilizce ve Almanca olan kaynakları herkesin taraması da mümkün değil. Bu nedenle dünyada Ukrayna üzerinden neler tartışılıyor bir özet yapayım dedim.

Çerkesi-Çerkesya'yı ağızlarına dolamış, ama toplumsal hafızamıza kodlanmış ve bilince çıkardığımızda ulusal mücadelemizde büyük bir itici güç olacak bu değerleri RF'na düşman güçlerin hizmetine sunmaktan başka bir amaçları olmayan bazıları tehlikeli sularda yüzüyorlar.

Benim çıkardığım sonuç şudur:

Mutlaka çıkacak demiyorum, ama savaş tehlikesi var. Bu savaşı kışkırtan ABD ve müttefikleri. Hedef başta RF olmak üzere, olası ekonomik-siyasal-askeri rakipleri bertaraf etmek ve “yeni dünya düzeni”ne entegre etmek. 

Savaş bir insanlık suçudur. Karşı olmalıyız. Ama bugün gündemde olan savaş, bizi biraz daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü bizi de içine çekecek, belki de Çerkesya'yı bir kez daha yerle bir edecektir. Bu yıkıntıların üzerinde Çerkesya inşa edebileceklerini sananlar tehlikeli bir hayal kuruyorlar.

Daha da önemlisi, savaş tehdidi ile toplumsal ilişkilere ayar veriliyor. Evet, savaşa karşı olmalıyız, RF’na karşı konumlanan güçlere mesafeli olmalıyız; ama RF’nın savaş tehdidi ile bizleri sindirmek istemesine de müsaade etmemeli, doğrudan ve dolaylı çıkarlarımızı yüksek sesle dile getirmeliyiz.

Ne istediğimizi herkes bilmeli!

Tsipine Aslan’ın dediği gibi, “300 yıl savaşmış bir halk, hiçbir şey olmamış gibi…” yapamaz. Hele hele bu savaşın yaraları henüz kapanmamışsa. 

Ermeni soykırımı üzerine bir tartışma vardı. Bizden birileri, Ermeni soykırımında bizim bir rolümüz olmadığını anlatmaya çalışırken, “biz Ermeni çocuklarına sahip çıktık, onları koruduk”, deyince; bir Ermeni aydını, “peki nerede o Ermeni çocuklar?” diye sordu…

Evet, birilerinin oyununa gelmeyelim, savaşmayalım ama sanırım, “savaş tehdidi nedeniyle sesimizi çıkarmayalım” demek de bir oyun. 

Rusya’nın oyunu.

Kimse, hayal kurmasın. Rusya, stratejik-askeri önemi olan tarihi Çerkesya’da Çerkes nüfusunun çoğalmasını istemez, istemiyor. Zaten bu nüfusu azaltmak için atalarımızı sürgün etti. 

Şimdi geri dönmemize niye izin versin?

Çerkes Sorunu’nu çözmemesinin kendisine bir maliyetinin olacağını veya Çerkes Sorunu’nu çözmesinin bir getirisi olacağını bilmesi iyidir.

Sadece Rusya Federasyonu değil; Çerkes Cumhuriyetlerinin “elitleri” de bilmelidir bunu. Binlerce Ukraynalı’yı misafir edebilenlerin, birkaç yüz diaspora Çerkesine bakamayacaklarını söylemeleri inandırıcı değil.

Çerkes kimliği bilinci olan kimseyi istemiyorlar. Çünkü “Çerkes kimliği bilinci”ni bir tehdit olarak görüyorlar. Ne öğrenci istiyorlar, ne de uzman. 

Bu nedenle “apostil” de dönüşü kontrol etme amaçlı tuzaktı. 

Ama başka şeyler de duyuyoruz. Birkaç sene önce Suriye’den Reyhnalı’ya gelen Nalchıklı cihatçı bir Çerkes, Rusya’ya geri dönmek istemeyince, Ukrayna’ya gönderilmişti. Şaşırdık. Ne alaka, dedik. Ama sonra anladık nedenini. Meğer Ukrayna’da bir şeyler hazırlanıyormuş…

Çer Fed Suriye’den uçaklarla Suriye Çerkeslerini Türkiye’ye taşıyınca da eleştirdik. Çünkü tam da Türkiye’nin Suriye’yi boşaltma ve Suriye’ye müdahale etmek bahane yaratma operasyonu yapıyordu o günlerde. 

Bunun bir Çer Fed değil, Davutoğlu operasyonu olduğunu söylemiştik. Nizip’te görüştüğümüz Suriye Çerkesleri de, “kandırıldıklarını” söylediler.

O zamanlar parayı nereden buldukları sorusuna, “hayırsever Çerkes işadamlarından” diye cevap vermişlerdi, ama sonra Davutoğlun’dan aldıklarını itiraf ettiler. 

Bugünlerde yine bir şeyler pişiriyorlar. Suriye’de açlık varmış ve bazı Çerkesleri Suriye’den çıkarmak istiyorlarmış. Ne tesadüf! Tam da Ukrayna’da suların ısındığı günlerde… 

Halbuki Suriye’de açlık yıllardır var. SEZAR yaptırımları ile sorun daha da büyüdü. Ama açlığın nedeni ne? Suriye’ye savaş açanlar; yaptırımlarla boğmaya çalışanlar değil mi? Sen buna sesini çıkarma, hatta işbirliği yap, sonra kurbanlarına yardım edeceğim diye çık ortaya. Yersek!

Suriye Çerkeslerine yardım etmek mi istiyorsunuz? Bazı dernekleri ayartmak için teklif ettiğiniz parayı Suriye Çerkeslerine gönderin. Çok daha işe yarar! Federasyonumuz böyle oyunlara gelmemelidir. 

Bu arada, Rusya’da bazı sitelerde ilginç yazılar çıkıyor. Biri çok ilginç. “Birkaç sene önce faaliyetlerini durduran “21 May” yeniden hortladı; bu defa Kanada Merkezli bir örgüt, Amerikalı bir grup, Çer Fed, Jamestown ile birlikte…” diyor. İyi de paraları varmış… 

Ben demiyorum, Rus siteleri yazıyor bunları!

Bir gazeteci, Said Sefa da, ikidir uyarıyor: Birileri muvazzaf ve emekli Çerkes subay ve astsubaylarından birlikler oluşturdu, Türkiye’de bazı kamplarda eğitim görüyorlar, diyor.

Başka biri de Türkiye’nin TİKA, bazı TV kanalları… vb. “yumuşak gücü” ile Kafkasya’da ile çok iyi işler yaptığını yazıyor…     

Bütün bunlar tesadüf olmasa gerek.

Federasyonumuzun bunlardan haberi ve bir karşı politikası var mı, bilmiyorum. Dengeli bir politikası olursa, fena olmaz bence. 

“Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır”, derler. 

Çerkes halkı, güçlü dinamikleri olan bir halktır. Her zorluğun üstesinden gelebilir. Yeter ki potansiyelini açığa çıkarabilsin, bu potansiyelini doğru kullanabilsin. Doğru politikalar yapabilsin…

14.04.2021

Hatko Schamis

 

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks