10 Mart 2015 Salı
Gerek "21 Mayıs'ta Çerkesya'dayız" etkinliği, gerekse seçimler nedeniyle yeni insanlarla tanıştım, sohpet ettim. Henüz yeni yeni politik veya kamusal alana açıldığımız ve politikleştiğimiz için, politik mücadelede pek de doğru olmayan veya götürüsünün getirisinden fazla olduğunu düşündüğüm iki eğilimin hayli yaygın olduğunu farkettim.
Birincisi, "ince eleyip sık dokumak" da denilebilecek, "hataya tahammülsüzlük"... Veya "mükemmelliyetçilik"!
Kimileri böyle olduklarının farkında bile değiller. Hata yapmamak gerektiğine inanıyorlar. Kimileri de kendi "özerkliklerine", "örgütsüzlüklerine" bahane olduğu için hataları dillerine doluyorlar.
Elbette hata yapmamaya çalışmak gerekiyor. Hata iyi bir şey değil. Ama "hatasız kul" ve politik mücadele olmaz. Hataları kabullenebilmek, telafi etmeye çalışırken sabırlı olmak gerekiyor.
Politik mücadele insanları ve toplumları değiştirir, dönüştürür. Ama bir günde değil. Bu değişim ve dönüşüm, çoğu zaman onyıllar; hatta yüzyıllar alır. Ve değişim, politik söylemlerde ısrar ile, süreklilik ile mümkün olur. Bu süre içerisinde hatalar olacaktır, "git-gel"ler olacaktır. Buna alışmalı, hatalarla birlikte yaşamasını öğrenmeliyiz.
Süreklilik sağlayabilmiş politik çizgilerin veya örgütlerin işleri biraz daha kolaydır, kolaylaşır. Çünkü hem hatalara karşı bağışıklık kazanırlar, hem de giderek daha az hata yaparlar. Hatalarından dersler çıkarırlar ve yeni başlayanlara nazaran, ne istediklerini belli ölçülerde topluma anlatabilmişlerdir. Bu söylemleri sahiplenenler veya örgütlenmelere katılanlar, daha örgüte girmeden bazı doğruları ve kuralları kabullenmişlerdir.
Yeni başlayanlar ama, henüz bazı doğruları sahiplenen tek tek insanlar durumundadırlar. Grup ve topluluk karakteri kazanamamışlardır. Herkes kendisinden, karakterinden bir şeyler katar düşünceye veya "kendisine uyduğu gibi" anlatır, hatta hayata geçirmeye çalışır düşünceyi.
Bu, geçilmesi gereken zorunlu bir evredir. Başaranlar, örgütlü olma yolunda bir adım atmış olurlar. Başaramayanlar dağılırlar. Biz, çoğu zaman, bu ilk aşamada duvara tosluyoruz herhalde...
Bu birinci ile bağlantılı, ikinci eğilim; "mükemmelliyetçilik"in ikiz kardeşi, "kaçak güreşmek"tir. Veya "herkese mavi boncuk" dağıtmak.
Hataya tahammülsüzlüğün de beslediği bu eğilim, kimseyi kırmamak, küstürmemek için, söylemleri "yumuşatmak", "geniş olmak" gerekir gibi bir yanlış anlayışa yol açar.
Yanlıştır, çünkü böyle esneyen, herkesin kabullenebileceği kadar geniş söylemler veya tavırlar, değiştirip dönüştürme gücünü yitirirler. Yanlışların ömrünü uzatırlar. Herkesi memnun etmek isterken, kimseyi memnun edememeye neden olurlar.
İki tane doğru olmaz. "Bana göre", "ona göre" doğru olmaz. Belli bir zaman ve mekanda doğru da bir tanedir. Bu doğru anlatılmalı, sahiplenilmeli veya örgütlenmelidir. "Bana göre" diyerek anlatılan bir düşünce, çoğu zaman "kaçak güreşme"nin bir dışavurumudur. "Beni böyle sev" demektir.
Kendi özel sorunlarımızda olduğu gibi, seçimler ve ne istediğimiz konusunda da daha omurgalı, daha net olmak gerekir diye düşünüyorum. "Kaçak güreşme"nin kimseye bir yararı olmayacaktır. Şu veya bu tavrı alalım demiyorum, ama hangi tavrı alırsak alalım, bu tavrın arkasında duralım.
Eğer AKP'nin, CHP'nin, HDP'nin veya herhangi başka bir oluşumun Çerkes halkına daha çok yararı olacağına inanıyorsak, veyahut seçimlerle ilgilenmemenin, bunları anlatmalı, gerekçelendirmeli ve örgütlemeye çalışmalıyız. Bu tavır bizi politik olarak geliştirecek ve uzun vadede, gelecekte örgütlemek istediğimiz Çerkes Halk Meclisi gibi kurumların alt yapısını hazırlayacak, aynı şeyleri söylemeseler de kişilikli, omurgalı Çerkeslerin birliğinin önünü açacaktır.
Bugün "kayıplar"dan kaçınmak için kaçak güreşenler, ne yaparlarsa yapsınlar "kayıplar"ın bir gün kapılarını çalacağını, belki de en uygunsuz zamanda, unutmasınlar.
Kimseye yar olamamak da cabası!