Bu 21 Mayıs'ı da pandemi koşullarında anacağız ve yasakların veya kısıtlamaların 17 Mayıs'ta kalkacağı söylense de sanırım yapılması gerekenlerin çoğunu yapamayacağız.
Kurumlarımız 21 Mayıs'ı sosyal medyada da olsa güçlü bir şekilde anmak için hazırlıklara başladılar. Ama anmaların doğru adreslerde, doğru sloganlar altında örgütlenmesi çok önemli.
21 Mayıs ile ilgili bilgilerimiz çoğaldıkça, söylemlerimiz ve sloganlarımız "Muhacir"den, "sürgün"e ve "soykırım"a; "Kafkas"tan "Çerkes"e evrildi. Böylece taşlar yerine oturdu.
Ve artık biliyoruz ki, Rus Çerkes savaşları Çerkesya'nın yok edilmesi, Çerkes halkının % 95'inin tarihi vatanı Çerkesya'dan Osmanlı'ya sürgün edilmesi ile sonuçlandı.
Çerkeslerin nereye yerleştirileceğine, geri dönmek isteyenlere nasıl tavır alınacağına varıncaya kadar ayrıntılı düşünülmüş; planlı, hesaplı, Osmanlı Devleti ile anlaşmalı ve acımasız bir sürgünle...
Elbette, Çerkeslerin sürgünü kabul etmesini kolaylaştıracak ideolojik propaganda yapıldı, yanılgılar ve önyargılar vardı. Ama Çarlık Rusyasının Çerkesya'yı "fethetme" veya "yok etme" planı olmasaydı, sadece propaganda bu kadar etkili olmaz; Çerkes halkı asla 100 yıl ölümüne savunduğu vatanını böyle kitlesel terk etmezdi.
Bu nedenle, "21 Mayıs 1864" tarihi ile sembolleşen gün, bir "Çerkes Soykırımı ve Sürgünü Günü"dür. Yüzbinlerce Çerkes, zorla tarihi vatanı Çerkesya'dan sürülmüş ve bir daha toparlanamaması için Osmanlı coğrafyasında dağınık bir şekilde yerleştirilmiştir.
Aynı uygulama vatanda kalanlara da yapılmış, özellikle Karadeniz kıyılarında yaşayan Çerkesler iç ve yaşamak için elverişli olmayan bölgelere sürülmüş, bu da yetmemiş; nüfusun "seyreltilmesi" veya daha da azaltılması için 1900'lü yıllara kadar baskılar devam etmiş ve Osmanlı'ya göçler teşvik edilmiştir.
Artık elimizde yeterince bilgi ve belge var: Bu, uluslar arası tanımlara uyan gerçek bir soykırımdır. Ve sorumlusu Rusya İmparatorluğu'dur.
Son yıllarda bu konudaki bilincimiz ve adalet talebimiz büyüyor. Ve bu, Rusya Federasyonu'nu rahatsız ediyor. Çünkü, herhangi bir yaptırımı tanımayacak gücü olsa da, hiç bir devlet soykırım ile suçlanmak istemez. Ve "ya bir gün devran dönerse?" diye düşünür.
Bu nedenle, 21 Mayıs'ların "Çerkes Soykırımı ve Sürgünü" olarak, "Soykırım ve Sürgün"den sorumlu kurumları işaret ederek ve dünyanın duyacağı-göreceği yerlerde örgütlenmesi çok önemli.
Bazıları, bir kaç yıl önce, büyük ihtimalle, 21 Mayıs'ların bu karakterde örgütlenmesinin Rusya Federasyonu'nu rahatsız ettiğini düşünerek bir "mabed" arayışına girdiler ve Kefken'i keşfettiler.
Rusya Federasyonu'nun 21 Mayısların konsolosluklar önünde anılmasından rahatsız olduklarını biliyorum. Bunu, bir görüşmede bana da söylediler. Ben de, "nerede analım, Uganda'da mı? Bu sorunu sizden başka çözebilecek bir ülke var mı?" dedim...
Ama herkes bunu söylemiyor veya söyleyemiyor ve Rusya Federasyonu'nu rahatsız etmenin bize zarar verdiğini düşünüyor olsa gerek, Kefken'e taşıdılar 21 Mayıs anmalarını.
Peki neden Kefken? Kefken'in bizim için tarihi önemi ne?
Bildiğimiz gibi, 1864'ten sonra bir sürgün daha yaşadı Çerkes ve Abaza halkları. İkincisi, 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı ardından gerçekleştirilen sürgün. 1864'te özellikle Balkanlara yerleştirilen Çerkesler bu savaştan sonra Orta Doğu'ya sürüldüler.
Çerkesya'da yaşayan, Çerkeslerle aynı kaderi paylaşan ve 1864'te Abhaz prensliğine göç etme imkanları olmasına rağmen Çerkeslerle birlikte Osmanlı'ya sürgün edilen Abazaların bazıları Balkan Savaşı patladığında Osmanlı Devletinin kışkırtmalarına geldiler. Gönüllü birlikler kurdular ve Osmanlı ordusu ile Sohum’a, Maan Özbek ve Maan Kamlat emrinde, bir çıkartma yaptılar. Ama yenildiler.
Ve savaşın kaybedilmesinin ardından imzalanan Ayastefanos ( Yeşilköy ) Antlaşması’nın XXV. Maddesi “Kafkasya’da bulunan Osmanlı askerleri ve taraftarlarının 3 Mart 1878 tarihinden itibaren altı ay içerisinde temizlenmesi şartı” getirdi.
Böylece Osmanlı devletinin emrinde Suhum'a çıkarma yapan Abazalar bugünkü Abhazya Cumhuriyeti'nde yaşayan ve Rusya İmparatorluğuna karşı ayaklanan Abazalarla birlikte sürgün edildiler.
"93 harbi" olarak da bilinen 1877-1878 Balkan Savaşı sonrası Abhazya’dan sürülen Abazaların indirildiği limanlardan birisi de işte Kefken'dir. Yani Kefken'in 1864 Çerkes Sürgünü ile alakası yoktur.
Rusya İmparatorluğu ile Almanya, Avusturya Macaristan, Fransa, İngiltere, İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu temsilcileri tarafından ( 1- 13 Temmuz 1878 ) Berlin'de imzalanan anlaşmaya göre ise Balkanlarda yaşayan Çerkesler, Orta Doğu'ya sürüldüler.
Kısaca, "Balkan Harbi" sonrasında, Abazaların 3 Mart 1878, Çerkeslerin ise 1-13 Temmuz 1878 tarihlerinde ikinci defa sürülmelerine neden olan uluslararası anlaşmalar imzalanmıştır.
Bu sürgünlerin, 21 Mayıs 1864 tarihiyle ve Kefken'in Çerkes Soykırımı ve Sürgünü ile doğrudan bir ilişkisi yoktur.
Eğer Kefken'de mutlaka bir şeyi anmak gerekiyorsa, en doğrusu ( simge bir tarih olduğu için diyelim ) 21 Mayıs'ta "Abhaz ( Abaza ) Sürgünü"nü veya 3 Mart'ta, "İkinci Abaza Sürgünü"nü veya "1877-78 Abhaz ( Abaza ) Sürgünü"nü anmak gerekiyor.
Kefken, elbetteki tarihimize mal oldu. Orada hayatını kaybeden insanlar var. Bu insanların anılması, mezarlığın düzenlenmesi, bir anıt inşa edilmesi veya buraya gelecek insanlar için imkanların sağlanması yanlış değil.
Ama Kaf Fed’in, hala ve bu sene de, 93 harbi sonrası sürgün edilen Abhazlar ( Abazalar ) için simgesel önemi olan Kefken'de 21 Mayıs 1864 büyük Çerkes Sürgününü anmak istemesini anlamak biraz zor.
Yanlış anlaşılmasın; elbette Kefken'e gidip, "Abhaz (Abaza) Sürgünü" anmalarına katılmak, kardeş Abhaz ( Abaza ) halkına ve onların hazırladıkları program çerçevesinde destek vermek gerekiyor.
Ama 21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü anmalarını Kefken'de örgütlemek Çerkes halkı için anlamlı ve doğru değil.
Politik olarak ise, yanlış! Çünkü, eğer gerçekten Çerkes Soykırımını ve Sürgününü dünyaya ve muhatabına duyurmak istiyorsak, sesimizi duyurabileceğimiz ve görüleceğimiz yerlerde olmalıyız. Basının ve dünyanın gözlerinden uzak Kefken'de değil.
Bir süredir Rus akademisyen ve bilim insanlarının Çerkes Sorunu üzerine makalelerini Türkçeye tercüme ediyor, yayınlıyoruz. Bunlardan biri, Veronika V. Tsibenko'nun; "ÇERKES SORUNU: İÇERİK VE ALGI DÖNÜŞÜMÜ" başlıklı sunumu veya makalesi. Tsibenko, Çerkes Sorunu'nun algı ve içerik dönüşümünü 3 evreye ayırıyor.
Birinci evrede, 1914-15'li yıllarda, Çerkes Sorunu, Osmanlı'nın kontrolünde, bağımsız bir devlet kurma sorunu olarak algılandı. İkinci evrede, soğuk savaş yıllarında, ABD ve SSCB tarafından yönlendirilmeye çalışıldı. Ama üçüncü evrede, yani günümüzde:
"Bu aşamada, Çerkes Ulusal Hareketinin aktivistlerinin çabalarının bir sonucu olarak, Çerkes Sorunu üç talebe indirgendi:
* Soykırımın tanınması,
* Anavatandaki Çerkes topraklarının birleştirilmesi [63] ve,
* Sürgün edilen Çerkeslerin vatanlarına geri dönmesi [64 ]." diyor.
Bu, ideolojik bir başarıdır. Kendimize ve gücümüze güvenmemiz gerektiğinin bir kanıtıdır. Çerkes sorunu "dış güçlerin etkisinden kurtulmuş" ve artık ulusal bir karakter kazanmıştır.
Şimdi bunun üzerinde çalışmak, Çerkes halkını bu temelde bilinçlendirmek ve sesimizi dünyaya duyurmak gerekiyor.
Kurumlarımızın yapması gereken, bu zeminde ulusal birliği örgütlemektir.
21 Mayıs, ulusal bir gündür; bayrak, flama, pankart yarışı olmamalı; Anmalar, Kefken'de değil, doğru yerde; Çerkes halkını kucaklayacak sloganlar altında örgütlenmeli ve birlik olunmalıdır. Vatandaki gibi!
Hatko Schamis
1 Mayıs 2021