"KÜREK ÇEKMESİNİ BİLENE KAYIKTA HER ZAMAN YER VARDIR"(*)

#191 Ekleme Tarihi 13/10/2015 07:36:59
10 Nisan 2011 Pazar Saat 11:36   “12 Mart 2011 Cumartesi günü, yaklaşık 3000 ( polis kayıtlarına göre 2671 ) Çerkes Ankara’da, Abdi İpekçi Parkı’nda toplanarak anadillerini, kültürlerini ve kimliklerini yaşatmak istediklerini dile getirip devletten anadili eğitimi, anadilde TV-Radyo yayını gibi demokratik haklar talep ettiler. Taşıdıkları yüzlerce bayrak ve onlarca pankart ile sloganlar atarak Toros caddesinden Abdi İpekçi Parkına yürüyen Çerkesler, burada geleneksel danslarını sergileyip anadillerinde şarkılar söylediler. Şölen havasında geçen miting yaklaşık iki saat sürdü.” Biz bugün ne kadar tartışırsak tartışalım, leyhte veya aleyhte ne anlatırsak anlatalım, 12 Mart 2011 mitingi tarihimize işte bu sözlerle geçecek ve gelecekte Türkiye Çerkesleri’ni anlatmak isteyen tarihçiler, sosyologlar veya siyasetçiler 12 Mart 2011’i “bir dönüm noktası” ya da bir “isyan” veya “milat” diye niteleyecek; en azından bugünün Çerkesler için bir ilk veya özel bir gün olduğunda hemfikir olacaklardır. Ben “çorbada benim de tuzum var” diyebildiğim için mutluyum. Ama bu günlere kendiliğinden gelinmediğini ve hiçbirşeyin gökten zembille inmediğini de biliyorum. Çerkesler olarak uzun zamandır asimilasyonun kıskacındayız ve bunu artık kimsenin kimseye anlatmasına da gerek yok. Herkes en yakın çevresinde, ailesinde; hatta bizzat kendisinde bile görüyor; yaşıyor asimilasyonu. Ve artık “bir adım dahi gerileyemeyecek” bir noktaya geldik; ama “en büyük kurumumuz” dahil geleneksel örgütlerimiz ve toplumumuza önderlik yapması gerekenler hala sorunun ciddiyetine uygun politikalar geliştiremedikleri ve pratik adımlar atmadıkları için toplumumuz son yıllarda ciddi bir arayış içerisine girdi. Yeni bir arayışa girmek demek, varolanları: hem politikaları, hem de kurumları ve insanları sorgulamak; bunların yetersiz olduklarını düşünmek; en azından durumdan memnun olmamak demektir. Demokratik toplumlarda veya örgütlenmelerde yeni arayışlar varolanın içinde filizlenir ve örgütlenirler. Demokratik olmayanlarda ise, şüpheyle karşılandıkları, hatta tehdit olarak algılandıkları ve bu nedenle örgütlenmelerine izin verilmedikleri için bu arayışlar “dışarıda” olur. Toplumumuzdaki “yeni arayışlar” da bir süredir kurumlarımızın dışında olmaktaydı. Çünkü kurumlarımızın, kendi içlerinde böyle çıkışlar yapabilecek dinamikleri körelmiş, kendilerini yenileme yetenekleri zayıflamış ve bu yapının değişebileceğine dair umutlar tükenmişti.  Kitle örgütlerinde veya sivil toplum kuruluşlarında bu duruma gelinmesinin başlıca iki nedeni vardır: Ya bu kurumlar zaten asıl olarak “statükonun” korunması ve kitlenin denetim altında tutulması için örgütlenmişlerdir, ki yaygın olan budur; ya da kurum içerisindeki pozisyonları yöneticilerine çoğu zaman ekonomik, bazen de sosyal avantajlar sunduğu için sözkonusu toplumsal örgütlenme veya kurum bir “çıkar ortaklığı”na dönüşmüş, bu nedenle yönetici olmak bir amaç haline gelmiştir.  Bu her iki durumda da ortak olan böyle kurumların demokratik işleyişlerinin olmaması; kitlenin değil, statükonun veya “bir grubun kurumu” olmaları veya o hale getirilmeleri ve pozisyonlarını korumak için tasfiye ettikleri, küstürdükleri, tiksindirdikleri... kurumdan şu veya bu nedenle umudunu kesmiş insanların sayısının giderek artması; kurumun dışında ciddi bir potansiyelin oluşmasıdır. Hatta bu kurumlarda hala kimi faaliyetlere katılan, açıkça ifade etmeseler de birşeylerin yolunda gitmediğini hisseden ve geleceğe umutla bakmayan içerideki “dışarısı”nı da buna dahil edersek durumdan memnun olmayan büyük bir kitlenin olduğu görülür. Sonuç, tabela olarak varlıklarını devam ettirseler de böylesi kurumların veya toplumsal örgütlenmelerin inandırıcılıklarını, toplumdaki meşruiyetlerini ve temsil yeteneklerini yitirmeleridir. Bizde son yıllarda yaşanan biraz da budur. Kurumlarımız, daha doğrusu “yöneticilerimiz”, kendilerinden farklı düşünen hemen herkese bir kulp taktıkları veya küçümsedikleri için farkedemiyor; bu nedenle kendilerini ve kimi politikalarını gözden geçirmiyor ve yeni yeni insanları veya grupları “dışarıya” itmeye devam ediyorlardı; ama artık “dışarıda” ve kısmen de “içeride” arayış içerisinde olan ciddi bir potansiyel oluşmuştu ve heryerde kurumlarımızın temsil yetenekleri tartışılmaktaydı. Buna bir de tüm dünya daha demokratik bir şekilde yeniden örgütlenir; ulusal-etnik-dini topluluklar hak ve özgürlüklerini yüksek sesle dile getirir-kazanırken bizim kurumlarımızın veya örgütlenmelerimizin bu sürece ayak uyduramamalarının; pasif kalmalarının neden olduğu hayal kırıklığı da eklenince arayış içerisinde olanlar somut adımlar atmaya başladılar. Bu durum yalnızca bize özgü veya bir istisna da değil. Hatta Anthony D. Smith günümüzdeki etnik hareketleri analiz ederken „Etnik milliyetçiliğin bugün böyle büyük bir güç haline gelmiş olmasının nedeni budur. Fransız devriminde ve Batıda ifadesini bulan, ulusu belli bir coğrafyada aynı yasalar altında yaşayan ve ortak bir kitle kültürüne sahip vatandaşlar birliği şeklinde tanımlanan sivil-teritoryal (coğrafya) milliyetçilikten farklı olarak etnik milliyetçilik, milleti soy kökeninde birliği, yerel kültürü, milli tarihi olan ve bunlar için seferber olabilen insan topluluğu olarak tanımlar. Sivil Milliyetçilik, kurulu düzeni koruma ve kontrol etme milliyetçiliğidir; halihazırdaki ulusal devletlerin ve ( bu devletlerin, HS ) egemen etnik grubunun çıkarlarıyla örtüşür. Ama eski emperyalistlerin ve onların ardılı devletlerin artık yokolmak üzere olan etnik azınlıklara sunabilecekleri fazla birşeyleri yok. Bu nedenle bu azınlıklar ve aydınları etnik milliyetçiliğe yönelmekte, kendi topluluklarını bir etnik ulus olarak yeniden inşa etmeye çalışmaktalar. Bu, bir “kültürel isyan” politikasıdır. Sadece yabancı egemenlere karşı değil; fakat kendi “babalarına”, şimdiye kadar pasif kalmış eski kuşaklara, geleneksel düzenin ileri gelenlerine ve bekçilerine karşı bir isyan. Bu kültürel devrimi başarıya ulaştırmak için de kendi etnik topluluklarını politik arenaya taşımak ve politik uluslar olarak yeniden örgütlemek istiyorlar“diyerek sorunun evrensel bir karakterinin olduğunu bize gösteriyor. Biz de bir süredir Çerkes Halkının sorunları üzerine düşüncelerimizi anlatıyor ve asıl olarak „dışarıda“ çözüm yolları  arıyoruz. „Dışarıda“yız, çünkü kurumlarımızın anti demokratik, tek sesli örgütlenmeler haline gelmelerinden sorumlu olanlar veya kendi grup kimliklerini kurumumuzun kimliği haline getirmiş olanlar farklı seslere ve düşüncelere tahammül edemedikleri, bunları bir biçimde dışladıkları; hatta düşmanlaştırdıkları için kurumlarımızın içerisinde, onların bileşenlerinden veya iç dinamiklerinden biri olamıyoruz. Ne mi anlatıyoruz? Çerkes kimliğinin Adıgeleri ifade ettiğini; bu nedenle „Çerkes“i bir üst kimlik olarak kullanmanın yanlış olduğunu; Kuzey Kafkasya’da yalnızca Adıgelerin „Çerkes“ kimliğine sahip çıktıklarını, diğer halkların ise kendilerini yine kendi ulusal kimlikleri ile: Abhaz, Oset, Karaçay-Balkar, Çeçen-İnguş veya Dağıstanlı diye tanımladıklarını ve örgütlediklerini; Çerkeslerin de artık anavatanımıza paralel bir örgütlenme sürecine girmeleri gerektiğini; bunun, diaspora ile anavatan arasında daha ciddi bağlar kurabilmek, birlik olmak ve vatanımız Çerkesya’da uluslaşmak için hayati öneme sahip olduğunu anlatıyoruz. Ama aynı zamanda 150 yıllık travmanın; korkaklığın, sindirilmişliğin artık bitmesi; Çerkes (Adıge ) halkının hem anavatanda hem de diasporada demokratik hak ve özgürlükleri için ayağa kalkması; taleplerini ve ulus olma özlemini daha yüksek sesle dünya kamuoyuna anlatması gerektiğini de. Bunlardan hangisi daha önemli veya öncelikli diye bir ayrım yapabilmek mümkün  değil. İkisi de önemli, ikisi de öncelikli ve ikisi de „olmazsa olmaz“. „Yumurta mı tavuktan, yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar“ sorusunda olduğu gibi bir durum yani… Çünkü, teorik açılımın doğru yapılması; misyonun, vizyonun ve hedefin doğru tanımlanması halkımıza hitap edebilmemiz ve çekim merkezi olabilecek bir „hareket yaratabilmemiz“ için önemli. Ama üzerimizdeki ölü toprağının atılması; korkaklığın, sindirilmişliğin bitmesi de tezlerimize sahip çıkacak, geleceğe umutla bakabilecek bir kitlenin ortaya çıkması için önemli. Bu ikisi birbirinin tamamlayanı veya bütünleyeni durumunda ve hangi tarihsel şartlarda bunlardan hangisinin öne çıkacağını önceden bilmek-planlamak mümkün değildir. Bir örgütün uzun teorik-düşünsel hazırlıkları  sonrası yaratılmış veya örgütlenmiş kitle hareketleri olduğu gibi; kendiliğinden, hatta bir tepki veya bir patlama şeklinde ortaya çıkan kitle hareketleri içerisinden bir örgütün veya örgütlenmenin filizlenmesi de mümkündür. Çünkü pratik veya eylemlilik yalnızca sokaklardaki barikatların değil; insanların beyinlerindeki engellerin ve korku duvarının da yıkılması, özgür düşünmenin ve örgütlenmenin önünün açılması anlamına gelir. Bu nedenle bir toplumsal hareket örgütlemeye çalışanlar bir yandan kendi güçleri ile pratik sürece müdahale ederlerken, diğer yandan kendileri dışında gelişen hareketlere ve eylemliliklere de seyirci kalmaz, bu hareketlerin içerisinde yeralıp onları güçlendirmeye ve yönlendirmeye çalışırlar. Hatta „yenilgi muhtemel“ olsa dahi! Çünkü hiçbir kütüphane veya „kitabi bilgi“ kitlelerin „doğrudan“ deneyimlerinin yerini tutamaz ve sağlıklı örgütlenmeler-önderlikler ancak böylesi pratik süreçlerden geçerek yaratılır. Şubat ayına gelirken ortaya şöyle bir durum çıkmıştı: Bir yanda artık ciddi bir kesime umut vermeyen, statükocu, bürokratik ve hantal; ama toplumumuz üzerindeki „ideolojik-psikolojik hegemonya“sı hala devam eden geleneksel kurumlarımız; daha doğrusu bu kurumlarımız içerisine yuvalanmış, giderek onları teslim almış, egemenlerin „sarı sendikalar“ı haline getirmiş bir grup; diğer yanda bu durumdan bir çıkış yolu arayan ve örgütlenmek isteyen insanlar veya gruplar. İşte, pek ciddi bir hazırlıklarının olmadığı daha sonra ortaya çıkan birkaç insanın „Çerkesleri görünür kılmak“ ve „taleplerini yüksek sesle dile getirmek“ için örgütledikleri „İnisiyatif“in toplumumuzda ciddi bir heyecan yaratmasının ve destek bulmasının nedeni toplumumuzda memnuniyetsizliğin hayli artmış, insanlarımızın da uzun zamandır bir arayış içerisine girmiş olmaları ve artık „kefeni yırtmak istemeleri“ ydi. Ve bu istem öylesine güçlüydü ki, aralarında organik hiçbir bağ olmayan; yöntem ve örgütlenme anlamında aynı şeyleri düşünmeyen ve aynı dilleri konuşmayan insanlar bile çok kısa bir sürede biraraya gelebildiler.  İnisiyatif’in kamuoyuna yaptığı çağrı çok basitti: “’Çerkes Hakları İnisiyatifi’ hiçbir grubun, hiçbir kurumun, hiç bir ideolojinin tekelinde veya emrinde değildir. Ama‚Çerkes Hakları İnisiyatifi’ bütün kurumlardan, bütün ideolojilerden, bütün gruplardan katılımcıları içinde barındırandemokratik bir yapıdır.   Çerkes Hakları İnisiyatifi'nin hedefi nedense Ankara'nın devlet binalarından görülemeyen Çerkes halkını artık ‚görünür kılmaktır’.  Çerkes Hakları İnisiyatifi'nin misyonu ‚demokratik kitlesel eylemler’ düzenlemektir. Çerkes Hakları İnisiyatifi'ninvizyonu ‚devlet eliyle anadili eğitim ve öğretimi ile 7/24 anadilde radyo ve tv yayını yapıldığını’ görmektir… ‚Çerkes Hakları İnisiyatifi’ kimsenin rolüne talip değildir. Kurumlarımızın boş bıraktığı bir alanı doldurmak gayretiyle yola çıkmıştır. Sahneyi işgal etmek derdinde de değildir, herkesi aynı sahneye, yani meydanlara çağırmaktadır.  Yaşasın Dilimiz! Yaşasın Kültürümüz! Yaşasın Çerkes Kalma Mücadelemiz.” Bu, bir „Ortak Akıl“ veya politik sorunları tartışma ve çözme değil; „hangi politik düşüncede olursak olalım asgari müştereklerimiz olduğunu bilelim, demokratik hak ve özgürlüklerimiz için birlikte sokağa çıkalım, haykıralım, sessizlik duvarını yıkalım ve kurumlarımızın üzerimize örttükleri ölü toprağını atalım“ çağrısıydı. Doğruydu, haklıydı, cüretli ve cesurdu. İçerisine girmeden veya bileşenlerinden biri olmadan İnisiyatif’in örgütlediği bu eyleme destek verdik. Hem tanıtımını yaptık ve ilişkilerimizi mitinge katılmaları için ikna ettik; hem de eyleme ve „İnisiyatif“e yönelik haksız ve zamansız eleştirilere yanıt verdik. Yanlışları  yok muydu? Vardı elbette. Mesela İnisiyatif’in kamuoyuna yaptığı ilk açıklamada veya çağrı  metninde „kime seslendiği“ muğlaktı. Bu muğlaklık herkes tarafından eleştirildi. Haklı bir eleştiriydi bu. Halbuki buna gerek yoktu ve arkadaşlar „Çerkes halkı“ deyince kimi kastediyorsunuz sorusuna net yanıt vermeliydiler. Benim açımdan böyle bir netliğin etkinliğe katılıp katılmama anlamında bir etkisi olur muydu? Olmazdı! İnisiyatif, kurumlarımızın ve cemiyetimizdeki siyasi grupların kimliklerini, söylemlerini veya sloganlarını yasaklamadığı ve kamuoyuna yaptığı ilk açıklamadaki „misyonuna, vizyonuna ve hedefine“ sadık kaldığı müddetçe ben 12 Mart eylemine destek verirdim. Yani, İnisiyatif, „bize göre, Kuzey Kafkasya Halkları’nın hepsine birden Çerkes denir“ deseydi veya dese bile ben onların „Çerkeslerin kimliği, kültürü ve anadili“ için yapacakları etkinliklere, hatta kim düzenlerse düzenlesin genel olarak „anadile özgürlük“ talep eden, demokratik hak ve özgürlükler için yapılan bütün eylemlere destek veririm. Bu hakların kazanılmasının halkımızın çıkarına olacağı gerçeğine sanırım kimse inkar etmez. Ama ben „yeniden Çerkesleşme“nin ancak mücadele içerisinde mümkün olduğuna ve mücadelenin; yani hayatın, pratikte test edilmedikleri için hala geçerli olduğu sanılan kimi „teoriler“i ve hayatın gerçeklerine uymayan düşünceleri saflarımızdan sileceğine; bu nedenle mutlaka üzerimizdeki ölü toprağının atılması ve pratik mücadelenin yükseltilmesi gerektiğine inanıyorum. Hatta şu „Cahiliye devri“nden kalma „Çerkes=Herkes“ söyleminin hala yaşıyor olmasının nedeni bile pratik süreçten ve anavatanlarımızla organik ilişkiler kurmaktan uzak duruyor olmamızdır. Ve Osetlerin veya Abhazların da Çerkes olduklarını iddaa edenler, en geç, Oset dili veya Osetler için veyahutta Abhaz dili ve Abhazlar için somut bir adım attıklarında bu halkların Çerkes olmadıkları gerçeğine toslayacak ve aşklarının aslında platonik olduğunu anlayacaklardır. Kimlik konusundaki bu „bilinçli muğlaklık“ dışında İnisiyatif’in daha birçok hatasından da sözedebiliriz. Acelecilikleri, hazırlıksızlıkları, diplomasi bilmezlikleri, dağınıklıkları, „görmemişin oğlu olmuş, tutmuş ç… koparmış“ hesabı ve 150 yıllık suskunluğun acısını 150 günde çıkarmak istiyormuşçasına neredeyse sokaklarda yatıp kalkacaklarını ilan etmeleri vs vs. Keza, basında ve televizyon ekranlarında zaman zaman bizleri zor duruma düşürecek veya doğruluğu şüpheli ( „Çerkeslerin de Otonomi talebi olmuştu“ ve„35 yıl süren Rus-Kafkas savaşı“ gibi…)  açıklamalar yapıp „Çerkes halkı mı, halkları mı“, „hangi Çerkes dili“ gibi kafa karıştıracak soruların sorulmasına neden olmaları, soruyu soran spikeri „bizde böyle derler“ cevabı ile gülümsetmeleri… En önemlisi ama, İnisiyatif’in 12 Mart’ın bir değerlendirmesini veya ciddi bir eleştiri-özeştirisini yapmadan yeni bir eylemlilik sürecini başlatması oldu. Ki 17 Nisan Kadıköy eyleminin bir çok grup tarafından teredüttütle karşılanmasının ve katılma konusunda pek istekli olmamalarının asıl nedeni de budur. Fakat tüm bunları kimi Kaf Fed yöneticilerinin yönlendirdirdiği İnisiyatif ve 12 Mart eylemi karşıtı propagandadan da ayırd etmek gerekiyor. Onların asıl korkuları Kaf Fed’in „tek olma imajı“nın ve toplumumuz üzerindeki „politik-psikolojik hegemonyası“nın kırılıyor olmasıydı. Bu nedenle, İnisiyatif dört başı mamur bir iş yapsaydı dahi, Kaf Fed bir kulp bulacak ve eleştirecekti. Ama bu defa eleştirilerinde çok ileri gittiler, ahlak sınırlarını aştılar. İnisiyatif’ten arkadaşlarımız ve örgütlemek istedikleri eylem ile ilgili politik ilişkilere, kimliklere ve kurumlara yakışmayacak eleştiriler yaptılar, yalan yanlış bir sürü dedikodu yaydılar; hatta özel yaşama ve kişilik haklarına bile müdahale ettiler. Hiçbir delil, kaynak veya şahit göstermeden İnisiyatif’in arkasında Amerika’nın, AKP’nin, olmadı „derin güçler“in olduğunu; maddi desteğin Amerika’dan geldiğini, hatta „dekontları“ bile gördüklerini iddaa ettiler. Reyhanlı’da ev ev dolaşıp destek toplayan ve her kuruşun hesabını verebilecek insanlarımız hakkında „otobüs için kendilerine biryerlerden para gelmiş“ dedikodusu yaydılar. Kendileri CHP’ye „aday listeleri sunmuş“ve „Global Diyalog“ gibi bir kurumdan maddi destek almışken İnisiyatif’ten „birilerinin milletvekilliği sevdaları; birilerinin de ahlaki zaafları var“ dediler ve kollarının uzanabildiği her yere ulaşıp, İnisiyatif’e destek vermemelerini, mitinge katılmamalarını söylediler. Kendilerinin deyimiyle „Atış serbest“ti ya; attılar, yaydılar ve bir yandan böyle dedikodular yayarken, diğer yandan kimi bulvar gazetecilerine abartılı tepkiler göstererek birşeyler yapıyor görünme çabası içerisine girdiler. Ama tüm bu çabalarına rağmen kimi yörelerden ve derneklerden mitinge katılım kararları alınması üzerine tavırlarını sertleştirdiler. Derneklerle toplantılar düzenlediler, yöneticilerini her gün telefonla arayıp baskı yaptılar. Bunun da yetmediği yerde „yasak, katılamazsınız“ dediler! Kısaca, 12 Mart’ta mitinge katılımı engellemek için ellerinden gelen herşeyi yaptılar; çünkü eğer İnisiyatif başarılı olur da Çerkesler hak ve özgürlükleri için sokaklara çıkarlarsa o zaman Kaf Fed’in o „tek olma imajı“ üzerine kurulu „teslim alma“ düzeninin bozulacağını, yani ortaya bir alternatif çıktığında ayaklarının altındaki toprağın kayacağını veya insanları „kontrol altında tutma“nın ve „yönetme“nin o kadar kolay olamayacağını biliyorlardı.  Bir de, 12 Mart eylemi  „zamanlama“sı nedeniyle de onları rahatsız ediyordu. Mesela Sayın Candemir, YK’ndaki arkadaşlarına gönderdiği bir mesajda „BU MİTİNG ZAMANLAMASI DOĞRU MUDUR?: Bu konunun da iyi irdelenmesi gerekir. Zamanlama olarak 13 Mart Adige dil gününün öncesine getirildiği anlaşılıyor. Bana göre doğru tarih 21 Şubat olmalıydı… Böyle bir miting yapılacak ise tüm derneklerimizin de kendi bölgelerinde yapacakları miting, açık hava gösterileriyle gelecek yıllarda 21 Şubatlarda etkinlikler düzenlemektir. Bu miting öyle abarttığımız gibi hayati bir konu değildir. Miting her zaman yapılabilir. Getirisinden çok zamanlama itibarıyla riski çok olan bir girişimdir…“ sözleri ile bu sıkıntısını dile getiriyordu; ama kamuoyuna böyle açık olamadılar. Çünkü o zaman insanlar kendilerine „Çerkes Anadil Günü size niye bu kadar batıyor?“ diye sorabilirlerdi. Peki „Adıge Dili Günü neden yanlış bir tarih“? Neden Anadili günü anavatanımızda „ulusal gün“ olarak kutlanırken aynı tarihte diasporada da örgütlenmesin? Neden hem anavatanda hem de diasporada aynı hava teneffüs edilmesin? Çünkü diğer ulusal günlerimizle birlikte 14 Mart Adıge Dili gününün anılması ulusal bilincimizin ve hem anavatanda hem de diasporada birlik ve beraberliğimizin güçlenmesi anlamına gelecek, Çerkes dendiğinde Adıge’nin anlaşılacağı bir sürecin önemli kilometre taşlarından biri olacaktır. Bu nedenle kendileri kurum olarak „21 Şubat Dünya Anadil Günü“nü öne çıkarmaya çalışır, derneklerimize 21 Şubat’ta etkinlikler örgütlemeleri talimatları gönderirken; 14 Mart’ı da „Komisyonlar“a veya „Çalışma Grupları“na havale ediyor; 21 Şubat etkinliklerinin gölgesine itiyorlar. Yani her ne kadar Çerkesleşmeyi ağızlarına sakız etmişlerse de onların Çerkesleşmekten anladıkları anavatanımızla bütünleşmek değil, diasporada ayrı bir Çerkes kimliği geliştirmek ve bu şekilde Çerkesleşmenin ( Adıgeleşmenin ) önüne geçmek olduğu için 14 Mart Adıge Dili Günü’nden, Çerkes (Adıge) ulusuna özgü değerlerden, günlerden ve tarihlerden korkuyorlar.  İnisiyatif de elbette bu başlığın altını olması gerektiği gibi dolduramıyor ve kamuoyuna açık olamıyordu. Çünkü onlar da her ne kadar Çerkes Anadil Günü’nü eksen alarak 12 Mart eylemini örgütlemişlerse de Çerkes’in Adıgelerin siyasi kimliği olduğunu kabul etmiyor; „Kuzey Kafkasyalılara sürgünden sonra geldiğimiz Osmanlı topraklarında Çerkesler denmiştir“ diyor ve bu söylemin ( veya „takiyyeciliğin“ )„birlik ve beraberlik“ için gerekli olduğuna inanıyorlardı.  Ama 14 Mart Adıge Anadil Günü’ne bizim yüklediğimiz anlamı yüklemiyordularsa da; ikili görüşmelerimizde Adıge Anadili Günü olması nedeniyle 14 Mart’a yakın bir tarihin seçildiğini söylemişlerdi. Eksik olan, bunu kamuoyuna da böyle anlatmamış olmalarıydı. Fakat, 14 Mart’ın diasporada Anadil günü olarak ilk kez böylesi bir kitlesel eylemle gündeme geliyor olması önemli bir adım ve ciddi bir kazanım olacaktı. Yeri gelmişken bir kez daha tekrarlayalım: „Çerkes=Herkes“ söylemi tarihe karışmıştır, karışmalıdır. Çünkü geleceği değil, geçmişi temsil ediyor. Ve kimse „tarihin tekerleği geriye döndüremez“ Kendisini Çerkes gören bir Oset, Abaza veya Çeçen değil; Osetlerin, Abazaların veya Çeçenlerin siyasi örgütlenmeleri, yani devletleri veya Cumhuriyetleri ile temsil statüsü olan kitle örgütlenmeleri temsil ederler bu halkların siyasi kimliklerini. Ve bu halkların siyasi örgütlenmeleri; artık bağıra bağıra ulusal kimliklerine sahip çıkmakta; „biz Çerkes değil, Abhazız, Osetiz, Çeçeniz…“ demekteler. Siyasette ciddi olan ve halkımızın geleceğini örgütlemek istediğini söyleyen hiç kimse, köylüsü olan veya sevdiği bir Oset’in kendisini Çerkes hissetmesinden yola çıkarak Osetlerin Çerkes olduğunu iddaa edemez, etmemelidir.  Aynı  şekilde kimsenin başkası adına politika yapma, temsilciliğine soyunma hakkı da yoktur. Çünkü bizim politikalarımız, söylemlerimiz veya eylemlerimiz bu halkların politikaları ve çıkarları ile örtüşmeyebilir. Bu durumda diğer halkların Çerkes kimliği ile örgütlenecek etkinliklere katılıp katılmayacaklarına, katılacaklarsa hangi düzeyde ve nasıl katılacaklarına kendileri, yani siyasi kurumları karar vermeliler. Elbette bizim etkinliklerimize bütün Kuzey Kafkasya halkları ve hatta demokrat, sağduyulu; kimliğimize ve haklarımıza saygılı herkes katılabilir. Hatta isterlerse ve programımıza uyuyorsa kendi dillerini veya kültürlerini de sergileyebilirler. Oset olarak, Abhaz olarak, Çeçen veya Türk, Gürcü, vs. olarak. Ama bizim bu tek tek insanları baz alarak, onların ait oldukları halkların Çerkes olduklarını iddaa etmemiz doğru olmaz. İnisiyatif, ne yazık ki, kamuoyundaki tartışmalar ve algılardaki farklar nedeniyle olsa gerek, herkesi memnun edecek bir çözüm(!) bulmaya çalıştı. Ve ortaya çok daha kötü, hatta amatör bir görüntü çıktı. Son olarak, İnisiyatif, başlangıçta mümkün olan en geniş çevreyi kucaklamak, bunları karar mekanizmasına katmak iddaasındaydı. Ki bu nedenle birçok konuda birbirinden farklı düşünen gruplara ve kurumlara “Anadili Eğitimi ve Anadilde Yayın Hakkı Talebi” ile eylemlilik sürecine girmek ve “görünür olmak” için bir platform oluşturma çağrısı yapmıştı. Yani bu, bir “eylem birliği” olacaktı.  Bu nedenle DİÇEG çevrelerinin “biz zaten bu iş için kurulduk, İnisiyatif’e ne gerek vardı” gibi söylemlerinin gerçekle alakası yoktur. Çünkü DİÇEG sözcüleri ısrarla sokağa çıkmayacaklarını, yani eyleme karşı olduklarını söylemişlerdi. O gün yaptığımız tartışmaların hepsi hala önümüzde duruyor. Sayın Güven’in şimdi bunları unutarak “DİÇEG de Çerkeslerin hak ve özgürlüklerini dile getirmek için kurulmuştu” gibisinden muğlak laflar etmesi doğru değildir. DİÇEG ve İNİSİYATİF en azından yöntemleri farklı olan örgütlenmelerdir. Ama kimi çevrelerin sanki bir „politik cephe“ kuruluyormuş gibi, politik ilkelerde anlaşma arayışı içerisine girmeye çalışmaları; bu farkları öne çıkararak „eylem birliği“ mümkün değil demeleri de doğru değildi. Adı üzerinde: Eylem birliği, politik olarak farklı pozisyonları olan kurumların veya grupların somut bir eylem veya bu eylemin amacı üzerinde anlaşmaları, biraraya gelmeleri demektir. Eğer politik ilkelerde anlaşmaları gerekecek olsaydı, ayrı örgütlenmiş olmaları anlamsızlaşırdı. Ben gerçekten de herhangi bir siyasete angaje olmamış, daha çok pratiğe yönelik çalışacak ve kurumlarımız-siyasetlerimiz arasında ortak noktaları öne çıkararak, asgari müştereklerde biraraya gelmemizi sağlayacak bir platforma ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Böyle bir platform sayesinde Çerkeslerin demokratik hak ve özgürlüklerini birlikte, daha gür bir sesle dile getirmeleri mümkün olabilir. Ve yine bu platform, bütün siyasetlerimizin tek çatı altında toplanmalarının da bir önadımı olabilir, kurumlarımız ve siyasetlerimiz arasında güven ilişkilerinin kurulmasını sağlayabilir diye düşünüyorum. Bunun yolu siyasi kimliklere-düşüncelere saygı göstermekten, grupların örgütlenme haklarını ve görünür olma istemlerini tanımaktan geçer. Bu, bir  platform olmanın veya eylem birliğinin de olmazsa olmazıdır. Gerek İnisiyatif’i örgütleyen arkadaşlar, gerekse bu arkadaşlarımızın çağrılarına olumlu yanıt veren herkes, bu süreçte, genel olarak farklı şeyler söylesek de, eğer birbirimizin haklarına ve kimliklerine saygı duyabilirsek aynı hedefe birlikte yürümemizin veya en azından eylem birlikleri yapabilmemizin mümkün olduğunu tüm Türkiye’ye gösterdik. Ama İnisiyatif’in 12 Mart öncesinde yaptığı iki açıklama herkesin kafasını karıştırdı ve bugün kendilerine biraz şüphe ile bakılmasına; çağrılarına 12 Mart öncesindeki gibi sahip çıkılmamasına neden oldu. Bu açıklamaların birinde „…Çerkesler tarafından yeni oluşturulan toplumsal-politik hareket ‚Çerkes Hakları İnisiyatif’...“ dediler; yani, “toplumsal-politik bir örgütlenme” hedeflerinin olduğunu söylediler. Diğeri ise sanki 12 Mart eylemi ile ilgili “teknik bir düzenleme” gibi görünen; ama İnisiyatif’in kamuoyuna ilan ettiği ortaya çıkış amacı ve eylem birliği ilkesi ile çelişen “Yürüyüş kortejinde ‚Çerkes Hakları İnisiyatifi’ ismi dışında hiçbir dernek, kurum veya oluşumun isim ve imzalarını taşıyan pankartlar da taşınamayacak“ kararı idi. Birbiri ile ilişkili olan bu iki karar, İnisiyatif’in bir platform veya eylem birliği olarak kalmak istemediği, politik bir örgütlenmeye dönüşme niyeti olduğu anlamına geliyordu. Halbuki o güne kadar hiçbir yerde „toplumsal politik bir hareket“ olma iddaaları olduğunu söylememişlerdi. Elbette herkesin istediği gibi örgütlenme hakkı var. Ama bu, ya baştan söylenir, ya da etkinlik veya eylemlilik süreci sonrası. Çünkü başka bir platformda ve başka ilkeler çerçevesinde bir araya gelmiş insanlara yarı yolda çok daha başka bir misyon yüklemeye çalışmak kitleyi kandırmak veya kullanmak anlamına gelir! Bu tavır birçokları gibi bizi de rahatsız etti. Ama daha da önemlisi, İnisiyatif, bu açıklamasıyla kendi ayağına bir kurşun sıkmış oldu. Çünkü ilk açıklamalarında kamuoyuna ilan ettikleri “Çerkes Hakları İnisiyatifi, hiçbir grubun, hiçbir kurumun, hiç bir ideolojinin tekelinde veya emrinde değildir. Ama Çerkes Hakları İnisiyatifi bütün kurumlardan, bütün ideolojilerden, bütün gruplardan katılımcıları içinde barındıran demokratik bir yapıdır“ söyleminin samimiyeti tartışılmaya başlandı ve „politik örgütlenme“ iddaası nedeniyle herkesin İnisiyatif’in veya „bileşenleri“nin politik görüşlerini sorgulama hakkı ortaya çıktı. Keza başlangıçta Ahmet’e, Mehmet’e; yani tek tek insanlara değil; Kaf Fed’e ve daha bir çok kuruma ve gruba „demokratik platform“ ve „eylem birliği“ çağrısı yapmışlardı, politik örgütlenme değil. Ve bu çağrı resmen ilan edilmişti. Şimdi „ben karar aldım, isim ve imzalar yasak“ demek olmazdı. Bu karara karşı o günlerde şöyle itiraz etmiştim: „Elbette belli bir konuda yoğunlaşılan etkinliklerde herhangi bir grubun veya kurumun etkinlikle alakası olmayan bir sloganı pankartına yazması veya alanda haykırması doğru olmaz, ama demokratik bir birliktelikte herkesin kendi kimliği ile kendini temsil etmesi esastır, hatta kuraldır. Türkiye’de kimi grupların yıllar önce hayata geçirmeye çalıştıkları, ama onların bile demokratik saflarda çatışmalara ve büyük acılara neden olduğu için artık vazgeçtikleri bu „hot-zot“çu, siyaset yasakçısı mantık saflarımızda hortlatılmamalıdır. Bu mantık nedeniyle Türkiye’nin demokratik güçleri yıllarca en meşru talepler ekseninde bile biraraya gelememiş, eylem birlikleri örgütleyememişti. Şimdi bu sakat mantık Çerkesler arasında yerleşirse, bizim de bir daha ortak eylem örgütleyebilmemiz veya demokratik eylem birliği mümkün olmaz.  Arkadaşlar yanlış bir karar aldılar. Ve eğer bu kararlarında ısrar ederlerse… Çerkes Halkı için gelecekte çok önemli bir misyon yüklenebilecek bu platform „ölü doğar“. Daha da önemlisi saflarımıza gelecek onyıllarımızı teslim alacak bir fitne tohumu ekerler…Ve „fırsat eline geçti“ diye böyle bir durumdan yararlanmak isteyenlerin önce güvenilirlikleri, sonra da siyasi hayatları biter! Doğrusu ve güzeli, artık birbirimize tahammül edebilmek, siyasi olarak birçok konuda farklı düşünüyorsak da, gerekli olduğunda biraraya gelebilip tek ses; tek yürek olabilmek ve gelecekte Çerkes Halkının birliğini sağlamaktır. Ama bu, siyasi kimliklerin yokolup, tek bir kimliğin ortada kaldığı bir birlik değil; tam tersine, siyasetlerimizin, kurumlarımızın ve gruplarımızın birbirlerine tahammül edebildikleri, birbirlerini tamamladıkları, demokratik bir şekilde yarıştıkları; ama gerektiğinde buna rağmen aynı çatı altında olabilmeyi başardıkları bir birlik olacaktır… Daha üç günümüz var. İnisiyatif’ten arkadaşlarımız bu konuyu bir kez daha görüşmeli ve kararlarını  düzeltmeliler. Halkımızın  önünü yalnızca sokaklara çıkabilme ve görünür olma anlamında değil, demokratik bir şekilde yanyana durabilme, birbirine tahammül edebilme ve birlikte çalışma anlamında da açabilmeliler. Yoksa birlikte iş yapma konusunda samimiyetleri tartışılır ve çok önemli bir misyonu yerine getirebilecek çalışmaları boşa gider. İsim ve imza, siyasi kimlik demektir. İnisiyatif’in son anda aldığı bu karar siyasi kimlikleri yasaklamak anlamına gelir ve bunun, kendilerinin de eleştirdiği, Kaf Fed’teki siyaset yasağından farkı yoktur. Umarız kimse küçük hesaplarla bu önemli günü ve sonrasını tehlikeye atmaz…“ Neyse ki arkadaşlar sağduyulu davranıp, „isim ve kimlik“ konusundaki kararlarını geri aldılar, ama insanların güvenlerini de sarstılar. Bundan sonra ne olacak? İnisiyatif, ne yazık ki kimi haklı eleştirilere karşı üç maymunları oynayıp kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapmadan yeni bir eylemlilik süreci başlattı. Hatta 17 Nisan’daki İstanbul-Kadıköy mitinginden sonrası için de bir dizi eylem planladıklarını ve bu sene içerisinde bir „Çerkes Halk Kongresi“ toplamak istediklerini öğrendik. Kendileri belki farkında değiller, ama bu „ben bilirim“ci tavırları ve „acelecilikleri“ ile sayın Murat Özden’in, İnisiyatif’in hedefinin „FKÖ“ gibi bir örgütlenme olduğunu iddaa ettiği son yazısı ilk günlerdeki sempatinin yerini kuşku ve güvensizliğe bırakmasına neden oluyor. Çünkü, FKÖ, belki görüntü olarak „bir kaç örgütün biraraya gelmesi“dir; ama misyonu „Sürgünde Filistin Hükümeti“ hatta „Devleti“dir. Ve şimdi İnisiyatif’in böyle bir örgütlenmeyi kendisine örnek alması „acaba sürgünde bir Çerkes Hükümeti kurmak mı istiyorlar“ diye sormaya kadar götürür herkesi? Bu kadar „uçuk“ düşüneceklerini sanmıyoruz elbette; ama kimsenin bu karmaşaya, bulanıklığa, maceraya ve Çerkes Halk Kongresi gibi Çerkes Halkının en meşru, sürece en denk düşen örgütlenme biçiminin böyle yıpratılmasına destek vermesi de mümkün değil. Ben İnisiyatif’in gereksiz maceralardan kaçınması  ve politik örgütlenme hedefini yeniden gözden geçirmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü ne kadar politikleşirse, o kadar politik eleştirilerin hedefi olacak ve bu yapısıyla politik eleştirileri göğüsleyebilmesi de mümkün olmayacaktır. Doğrusu: İnisiyatif, kamuoyuna yaptığı ilk açıklamada da formüle ettiği gibi bir „Demokratik Platform“ veya „Eylem Birliği“ olarak politik tartışmaların dışında kalmalı; Çerkes halkının en geniş eylem birliğini yaratmayı ve Çerkes halkını „görünür kılma“yı hedeflemelidir. Böyle bir İnisiyatif hem politik tartışmaların-spekülasyonların hedefi olmaz ve halkımızın örgütlü-örgütsüz her kesiminden destek alır hem de diasporadaki 150 yıllık suskunluğun, sindirilmişliğin ve korkunun kırılmasında öncü rol oynar; halkımızın önünü açar. Ve ben böyle bir İnisiyatif’i desteklerim, desteklemeye devam ederim. Bu, benim Çerkes (Adıge) kimliğinden vazgeçtiğim anlamına gelmez. Aynı şekilde diğer Kuzey Kafkasya Halklarının kimlikleri konusunda bu halkların siyasi örgütlenmelerinin aldıkları kararlar benim için belirleyici ve bağlayıcı olmaya devam edecektir. Bunlar „olmazsa olmaz“larımdır. Ama bunlar, benden farklı düşünenlerle birlikte iş yapmamın önünde bir engel olamayacakları gibi; yine benden farklı düşünenlerle şu veya bu düzeyde birlikler kurmam politik çizgimden taviz verdiğim anlamına gelmez. Eğer bu anlama gelseydi, o zaman kimse kimseyle birlikte iş yapamaz veya yapmamalı demek gerekirdi ki, ben uzun zamandır bu sakat anlayışı eleştiriyor; bunun, Çerkes ulusal hareketinin ve ulusal birliğinin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu söylüyorum. Bu nedenle içerik olarak 12 Mart Ankara mitingi ile aynı formatta olacak 17 Nisan İstanbul mitingine destek vermekte, hatta büyük ihtimal 21 Mayıs’ta da birlikte olacağım İnisiyatif’le veya başka kurum ve gruplarla Kadıköy’de yanyana gelmekte bir sakınca görmüyorum. Ancak İNİSİYATİF’in de Sayın Murat Özden’in yanlış anlamalara neden olan düşüncelerinin kendilerini temsil etmediğini; ilk çağrılarında formule ettikleri ilkelere, misyona, vizyona ve hedefe bağlı kalacağını; bu eylemlilik sürecine katılacak herkesin düşüncelerini ve kimliklerini bir kısıtlama veya yasak olmaksızın özgürce ifade etme haklarına saygı duyacaklarını... yani „DEMOKRATİK BİR PLATFORM“ olarak kalmak ve „ÇERKES HAKLARI“ için mücadele etmek istediğini bir kez daha kamuoyuna ilan etmesi ve bundan sonra da gereksiz maceralardan kaçınması gerektiğini düşünüyorum. Hatırlatmak gerekirse bu çağrıda şöyle diyorlardı: “’Çerkes Hakları İnisiyatifi’ hiçbir grubun, hiçbir kurumun, hiç bir ideolojinin tekelinde veya emrinde değildir. Ama‚Çerkes Hakları İnisiyatifi’ bütün kurumlardan, bütün ideolojilerden, bütün gruplardan katılımcıları içinde barındırandemokratik bir yapıdır.   Çerkes Hakları İnisiyatifi'nin hedefi nedense Ankara'nın devlet binalarından görülemeyen Çerkes halkını artık ‚görünür kılmaktır’.  Çerkes Hakları İnisiyatifi'nin misyonu ‚demokratik kitlesel eylemler’ düzenlemektir. Çerkes Hakları İnisiyatifi'ninvizyonu ‚devlet eliyle anadili eğitim ve öğretimi ile 7/24 anadilde radyo ve tv yayını yapıldığını’ görmektir… ‚Çerkes Hakları İnisiyatifi’ kimsenin rolüne talip değildir. Kurumlarımızın boş bıraktığı bir alanı doldurmak gayretiyle yola çıkmıştır. Sahneyi işgal etmek derdinde de değildir, herkesi aynı sahneye, yani meydanlara çağırmaktadır”.  Ama gerek 17 Nisan mitingine ve gerek sonrasındaki etkinliklere katılmak konusunda henüz karar verememiş olan insanlarımız da şunu bilmeliler:  Kaf Fed’in şimdi atağa kalkarak iş yapıyor görünme çabaları veya büyük lafları kimseyi aldatmamalıdır. Onları böyle hareketlendiren; geçen senenin “1864’ü Unutmadık” sloganından vazgeçirip “Çerkes Soykırımı” demeye ve yine neredeyse mabet ilan ettikleri Kefken’den İstanbul’a gelmeye zorlayan bile bizim kararlılığımız olmuştur. Şimdi bu “sözde pozitif değişim” ile son yıllarda toplumun gerisine düşerek keybettikleri prestiji ve kontrolü yeniden kazanmaya çalışıyorlar.  Biz bunu göremeyip saf saf “değiştiklerine inanır” da kararlılığımızı devam ettiremezsek ve bu süreç başarısız olursa herşey çok kısa bir sürede yine eski haline dönecek ve Kaf Fed’in toplumumuz üzerindeki “politik-psikolojik hegemonyası” daha da güçlenirken kurumlarımızın ve toplumumuzun demokratikleşmesi için önemli bir fırsat kaçırılmış olacak; bundan da bazı “eski kulağı kesikler”in son günlerde “aslında iyi çocuklardır” veya “halkımızı görünür kılmayı akıl edemedi”ler diyerek aklamaya çalıştıkları devşirmeler karlı çıkacaklardır. Kaybedenler ise, paradoks gibi görünse de, başta kendisini yenilenmeye ve demokratikleşmeye zorlayan bir hareketin olmaması nedeniyle çürümenin eşiğine gelmiş olan ve şimdi tek başına İnisiyatif’in varlığının bile belli bir dinamizm getirdiği, kendisine çeki düzen vermeye zorladığı Kaf Fed olmak üzere, bütün demokratik güçler ve Yurtseverler! Bizler için “Çerkes kimdir?” sorusuna verilen yanıt ne kadar önemli olsa da toplumumuzda yeni bir saflaşmanın ekseni olmamalı; 12 Mart’ta güzel bir ilk’e birlikte imza attığımız ve yarın, mesela 21 Mayıs’ta, yine birlikte yürüyeceğimiz insanları 17 Nisan’da yalnız bırakmamalı; yalnızca hak ve özgürlüklerimizi dile getirmek; Çerkes halkını görünür kılmak için değil; kurumlarımızı ve toplumumuzu demokratikleştirme irademizi göstermek için Kadiköy’de olmalıyız.    Ben 17 Nisan’da “Yaşasın Çerkes Kalma Mücadelemiz!“ ve „Yaşasın Çerkesya!“ sloganlarımla Kadıköy’de olacağım… Çünkü kürek çekmesini ve yüzmesini bilenlerin kayığa binmekten de, denize açılmaktan da korkacak birşeylerinin olmadığına inanıyorum. Hatko Schamis, 6 Nisan 2011   (*) Bir Afrika atasözü
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks