Çerkeslerin diasporadaki varlıkları ve hukuki statüleri yıllarca tartışıldı. “Göç” veya “Soykırım” diyenler de vardı elbette, ama “sürgün” ve “muhaceret” en yaygın kullanılan tanımlardı.
“Göç”, “Rus-Kafkas" savaşını inkar etmiyorduysa da, savaşın sonunda Çerkeslerin ( bütün Kuzey Kafkasyalılar anlamında ) vatanları Kafkasya’dan daha çok kendi iradeleri çıktıklarını iddia ediyordu. Osmanlı ajanları ve din adamları bizi kandırmış, bizim “thamatelerimiz” de kafirlerin egemenliği altında yaşamaktansa Müslüman halifenin topraklarında yaşamak istemişlerdi.
Elbette bunların da etkisi olmuştu atalarımızın vatanımızı terk etmelerinde ve/veya sürgünün ( “göç”ün ) kitlesel bir karakter kazanmasında. Ama hiçbir halk zorlama, baskı, tehdit olmadan vatanını, böyle kitlesel terk etmezdi.
Bu nedenle sürgünün öncelikli nedeni Çarlık Rusya'sıydı: Çarlık Rusya'sının tarihi vatanımız Çerkesya'yı işgal etmesi, Çerkes halkını soykırımdan geçirmesi ve sağ kalanları topraklarını terk etmeye zorlamasıydı.
“Göç” ve “muhaceret” gibi tanımlar, sürgünün ve Çerkeslerin vatanlarından çıkmalarının nedenlerini gizlemeye, suçu atalarımıza yüklemeye yarıyordu. Ve “nasıl ( kendi isteğinizle ) çıktıysanız, öyle geri dönün” diyenlerin işine…
Konu hakkında bilgimiz ve belgeler çoğaldıkça, Çarlık Rusya’sının sadece Çerkeslere boyun eğdirmek, Çerkesya’yı işgal etmek için değil; bir süper güç olabilmek ve güvenliğini garanti altına alabilmek için stratejik öneme sahip olduğunu düşündüğü Karadeniz sahillerini ve Çerkesya’yı Çerkeslerden temizlemek istediği çıktı ortaya.
Bu, resmen bir etnik temizlikti, soykırımdı.
1992 yılında Kabardey Balkarya, 1996 yılında Adıgey Cumhuriyeti Parlamentoları, 1997 yılında UNPO, Çarlık Rusyasının 19. Yüzyıldaki bu saldırılarını, eylemlerini ve katliamlarını “Çerkes ( Adığe ) Soykırımı ve Sürgünü” olarak tanıdı ve RF Duma’sına da tanıması için başvuru yaptı.
Ama diasporadaki kurumlarımız her zamanki gibi “ihtiyatlı”ydılar, net tavırlar almadılar, soykırım ve sürgün gerçeği üzerinde politikalar geliştirmediler. Sanki Cumhuriyetlerimiz “Çerkes ( Adığe ) Soykırımı ve Sürgünü”nü tanımamış ve Duma’ya tanıma çağrısı yapmamış, duymamış gibi yaptılar, üzerine hiçbir şey koymadılar. Bunun nedeni, hak talep etme eksenli bir mücadele anlayışımızın olmaması ve Rusya ile iyi ilişkiler kurmamız gerektiği, yoksa vatana dönüşün mümkün olmadığı inancıydı.
Mesela Cumhuriyetlerimizin Çerkes ( Adığe ) Soykırımı ve Sürgünü’nü tanıma kararlarının üzerinden 10-15 yıl geçtiği halde, “en büyük kurumumuz” 21 Mayıs’ı, hala “SÜRGÜN’ÜN 136. YILI” başlığı altında kamuoyuna anlatmıştı. https://www.kaffed.org/…/an…/item/145-surgunun-136-yili.html
Ama biz, vatan ile diaspora arasında, vatan merkezli politik köprüler ve siyasi birlik kurulması gerektiğine; arada bir farklılık olması durumunda diasporanın vatana göre kendini gözden geçirmesi ve/veya yeniden yaratması gerektiğine inanıyorduk. Bu nedenle vatanda yaşanan her şeyi yakından takip ettik, politikalarımızı vatan ile uyumlu hale getirdik. Sadece resmi kurumlarla değil, hatta daha çok informel gruplarla.
Çünkü vatanda sivil-resmi kurumlar devlet kontrolünde veya devletle uyumlu çalışıyorlardı. Buna da şaşırmamak gerekir. Çünkü son 150 yılda Rusya’da, devletin karakteri bir kaç kere değişmişse de, işleyişin yukarıdan aşağıya olan karakteri değişmemiş, sivil toplum örgütleri ve demokrasi gelişmemişti. Bu nedenle gerçek anlamda demokratik örgütler ve muhalefet yoktu. Muhalefetin, muhalif grupların örgütlenmesine ve güçlenmesine izin verilmiyor, ya yok ediliyor ya da kontrol altına alınıyorlardı. Rusya’da sivil toplum örgütlerinin işlevi, ara-geçis dönemlerinde biraz esnese de, toplumu siyasi iktidara, geleneksel kurumlara ve izlediği politikalara ikna! etmekti.
Bu nedenle, 90’lı yılların “geçiş dönemi”nin kazanımları birer birer yok edilirken, kurumlarımız ciddi bir direniş göstermediler. Hatta direnenleri, direnmek isteyenleri baskı altına aldılar, tasfiye ettiler. Bu, hala değişmedi.
Buna tepki olarak informel gençlik grupları çıktı ortaya. Adıgey Çerkes Kongresi bunlardan biriydi. Önce Adıgey’de, sonra Karaçay Çerkessk'te, Kabardey Balkarya’da ve tüm Çerkesya’da örgütlenen Çerkes Kongresi Rusya Federasyonu’nun çeşitli kütüphanelerinden topladıkları belgelerle bir dosya hazırladılar ve bu dosyayı, Çerkes ( Adığe ) Soykırımı ve Sürgünü’nü tanıması için Duma’ya sundular. Komik bir cevap aldılar. Bunun üzerine Avrupa Parlamentosu’na başvurdular.
Nalçık’ta ise Ruslan Kesh ve arkadaşları ( Kabardey Çerkes Kongresi ) sokaklara çıktılar. Toplam 25-30 kişiydiler. Ama 21 Mayıs’ı Çerkesya'da ilk kez sokakta, kitlesel anma girişimiydi bu. Yürümelerine izin vermedi polis. Ertesi sene bir daha denediler. Daha kalabalıktılar. Polis müdahale etmekten çekindi. Böylece Nalçık’ta her sene biraz daha kitleselleşen, kitleselliği ve görselliği ile gurur duyduğumuz 21 Mayıs anmaları meşrulaştı.
Ruslan, yurtsever gençlerin liderlerindendi. Çerkes milliyetçiliğini yalın, herkesin anlayabileceği bir dille anlatıyor, örgütlüyordu. Çok tehdit edildi. Birkaç kere saldırıya uğradı, kemikleri kırıldı.
Kurumlarımız o günlerde de sessizce izlediler bu saldırıları. Veya göstermelik bir iki açıklama ile geçiştirdiler. İki nedeni var bunun:
Birincisi, kurumlarımız böyle saldırılara önceden hazırlanıyor, hatta bazıları önceden haberdar ediliyor, sahip çıkmamaları konusunda uyarılıyorlar.
İkincisi, “böyle unsurları” tehlikeli, zararlı görüyor, izole ediyor, politika yapmalarına izin vermiyorlar. Böylece, fiziki saldırılar insanların kafalarında meşrulaşıyor.
Bunu hem diasporada hem de vatanda yapıyorlar, ki ben de bunları bizzat yaşadım. Hakkımda bir sürü yalan söyledikleri yetmiyormuş gibi ( mesela Muhammed Hafıtze'nin Kanjel olaylarına karıştığım yalanı ) benimle yan yana gördükleri insanları arayıp, “gezme onunla”, “sahiplenme onu” dediler.
İlginçtir, FSB de aynısını yapıyor!
Biz böyle “hot zot”çu tavırlara boyun eğmedik. Düşüncelerine katılsak da katılmasak da insanların izole edilmelerine karşı çıktık. Gittik görüştük, geldiler ağırladık.
Bu tavırlarımızdan hep rahatsız oldular.
Mesela İbrahim Yağan’ı, davet ettiğimizde, bizi arayıp bunlara derneklerimizde konuşma yaptırmamamızı istedi Yaşar Aslankaya. “Nedeni”ni sorduk?
İftiraları ciddiye almadık...
İstanbul’da ve Ankara’da olduğu gibi, kamuoyundan gizlemek için fotoğraf çekmenin “yasak” olduğu, 3-5 kişiyle sınırlı toplantılar da yapmadık. Geleneksel kurumlarımızın muhalif insanları kriminalize etme oyunlarına alet olmadık.
Mesela 2015, 21 Mayıs’ında Çerkesya’ya giderken yine Kaf Fed yöneticileri bizden Aslan’la, Ruslan’la, İbrahim'le görüşmememizi istediler. Yine nedenini sorduk, yine aynı masalları anlattılar.
Tabii dinlemedik onları.
Nalchık’ta arkadaşlarla görüştük. Ama Ruslan ile görüşemedik. Randevuya gelmedi. Daha sonra öğrendik ki, biz randevu yerine gelmeden bir kaç dakika önce gözaltına alınmış. Polislere niçin gözaltına alındığını, ne zaman serbest bırakılacağını sorunca “Hatko Schamis gittikten sonra…” demişler.
Gençlik Çalıştayı’nda bir genç arkadaş ( kendisine teşekkür ediyorum ) Kaf Fed yöneticisi arkadaşlara “Tarık Topçu’nun oturum izninin iptal edilmesi ile ilgili gerekenlerin yapılıp yapılmadığı”nı sormuş. Ben de videodan izledim. Ve Yıldız hanım, “bize başvurmadılar” demeye getirmiş.
Güldüm.
Halbuki kendisiyle de, Yaşar Aslankaya ile de görüştüm. Süreci anlattım. Hem de yazılı. Ama tavır almadılar, alamazlar da!
Yukarıda anlattığım nedenlerle…
Hatko Schamis