Mesela Çerkes halkını bölme pahasına “Adığe”yi, “Wubıh”ı keşfedenler… Abhazya Cumhuriyetini de temsil eden bir Abhaz Dernekleri Federasyonu’na rağmen hala bizim Abhazları da temsil ettiğimizi iddia edenler… Bazen “Çerkesler”, bazen “Adığeler” diye yazarak, Çerkes’i kah “Adığe”, kah “Adığe-Abaza” kah bütün Kuzey Kafkas Halkları anlamında kullanarak bilinçli olarak Çerkes halkının kafasını karıştırmak isteyenler yine aynı kişiler veya aynı zincirin halkaları...
Ve yine aynı kişiler birilerini “tehlikeli”, “zararlı”, “yıkıcı-bölücü” vs diye damgalayıp, pasifize ediyorlar.
Çünkü iktidarlarını korumak isteyen “politikacılar”ın işlerine en çok yarayan taktiklerden biri de, insanları sahip olduklarının önemine, büyüklüğüne ve kutsallığına; ama aynı zamanda bir “dış tehlike”nin varlığına ikna etmek; insanların zihninde “tehlike kapıda” duygusunu yaratmaktır.
Düşman ve tehlike bu kadar yakınsa, bize düşen devleti veya kurumu korumaktır.
Bu, insanları düşünmemeye, sorgulamamaya ve devlet veya kurum etrafında kenetlenmeye zorlar. Bkz: AKP iktidarı...
Mehmet Eymür, bir kitabında İKKD’ye müdahale ettiklerini itiraf ediyor. Nasıl müdahale ediyor? “Tehlikeli” veya “zararlı” olanların dernek yönetimine gelmelerine izin vermeyerek.
Başka nereye veya hangi kuruma müdahale ettiler, başka müdahale edenler de var mı, bilmiyorum? Ama Kafkasya gibi stratejik bir coğrafyanın aktörleri olan biz Çerkesleri kendi halimize bırakmayacaklarından, bize hep kendi çocuklarımızı yedirmeye çalışacaklarından eminim.
Bunları daha önce de yazmıştım. Birileri itiraz ettiler. “Ben istediğimi söyleyebiliyorum, eleştirebiliyorum, kimse bundan rahatsız değil” dediler. Fark şurada: tek tek insanların kurumsal işleyişi, politikaları değiştirme güçleri yoktur. Bu nedenle böyle örgütlü olmayan tavırlar ve eleştiriler onları rahatsız etmiyor. Hatta bunlar görüntüyü kurtarmaya yarıyorlar.
Ama muhalif duruş ve söylem örgütlenmeye başlar, statükoyu değişmeye zorlarsa, kurumlarımızın tavırları da değişiyor. “Kirli” başlığı altında toplanabilecek yöntemleri de kullanarak “tehlikeyi” bertaraf etmeye çalışıyorlar. Kurumsal işleyiş ve karar mekanizması şeffaf, demokratik olmadığı için dışarından bakanlar bu yapılanları bilmiyor.
Yani deli değiller, herkese “hot zot” yapmıyorlar, hatta bazı bireysel muhalif çıkışlar, tavırlar ve söylemler işlerine geliyor.
Elbette gerek vatanda gerek diasporada bazı şeyleri eleştiren, hatta bizimle hemen hemen aynı şeyleri söyleyen başka arkadaşlar da var. Ama “kurum aklı”mızın onlara karşı bir yaptırımları yok. Onları “şeytanlaştırmıyor”lar. Bu arkadaşlarımız da keramet kendilerinde, yöntemleri doğru sanıyorlar.
Halbuki, örgütlü değiller veya örgütlenmeye çalışmıyor, bazı doğruları bireysel olarak dile getiriyorlar. Bu nedenle bizim kadar “tehlikeli” değiller, yaptırımların ve baskıların muhatabı olmuyorlar. Örgütlenip statükoyu rahatsız edecek işler yapıncaya kadar!
Mesela Nalchık’ta Perit Xase Suriye Çerkesleri’nin vatana dönüşlerini örgütleme işine el atmıştı. Çok iyi işler de yaptılar. “Sistem” bu çalışmalardan rahatsız oldu. Ve Perit Xase’nin fişini çekti. Perit Xase ile görüşmeye, yani pasifize etmeye gidenler, Cihan ve Orhan Abi'lermiş… Ayrıntılarını, Nalchık’ta yaşayan herkes biliyor. Umarım bir gün o süreci anlatırlar.
Veya Fahri ( Huvaj ) abiler birkaç sene önce Nalchık’ta “kahvaltı” örgütlemeye başlamışlar. Bir araya geliyor, sosyalleşiyorlarmış. İkinci kahvaltıya 100 kişi katılınca, “sistem”in dikkatini çekmiş ve Hauti, “nereden çıkardınız bu kahvaltıyı?” diye itiraz etmiş.
Fahri Abi'lerin “isterseniz gelin siz de katılın, kimseyi rahatsız edecek bir şey yapmıyoruz” cevapları yeterli olmamış. Çünkü karar alınmış bir kere: “Kahvaltı gereksiz!”. Ve üçüncü kahvaltı, son kahvaltı olmuş…
Elbette insanlar bu etkinliği örgütlemeye devam edebilirlerdi, ama sistem bazı kurumlarımızı sürekli “en büyük”, “olmazsa olmaz” gibi lanse ettiği için ( çünkü planın bir parçası da, Çerkes toplumunu kontrol etmeye yarayan kurumları vazgeçilmez kılmak, prestijlerini korumak ) insanlar bu kurumların karşı çıktıkları bir şey yapmak istemiyor, bu kurumların karşı çıktıkları şeylerin “zararlı” olduklarını düşünüyorlar. Ve/veya bu kurumların sistemin bir parçası olduklarını bildikleri için, korkuyorlar…
Bizim farkımız işte burada.
Bize de pikniği örgütlemememizi söylediler ( kameraların karşısında, bakanların bile “kimin aklına geldiyse, Allah ondan razı olsun” dedikleri, övdükleri bir etkinlikti bu piknik ).
Ama biz “yasal hakkımız, neden örgütlemeyelim?” dedik. İnsanlara “katılmayın” bu pikniğe dediler. Ama insanlar “niye katılmayalım? diye sordular. Sonunda tuttuğumuz otobüsleri iptal ettirdiler. Ama biz bunu da yapabileceklerini bildiğimiz için, iki yedek otobüs hazırlamıştık.
Bu defa bizi misafir edecek arkadaşı aradılar, büyük ihtimal tehdit ettiler. Eğer planladığımız gibi Çerkessk’te parka gider, orada bir Çerkes düğünü yaparsak “Karaçaylar saldırabilir” dediler. Hikaye! Ama ev sahibimizi daha fazla zorlamamak ve utandırmamak için, bitirdik pikniği.
Gerçekten bir provokasyon örgütleyebilirler miydi? Evet, ne yazık ki, örgütleyebilirlerdi…
Veya 2016’nın 21 Mayısında Nalchık’a oradan “gelmeyin”, buradan “gitmeyin” dediler. Biz herşeyi göze alarak gittik. Rahatsız oldular bu tavrımızdan, etkinliğe katılmak isteyenleri arayıp, “katılmayın” dediler. Mesela Çorum'dan Salim ve oğlu Furkan bir kaç kere aradılar Kaf Fed'i, Yaşar Aslankaya ve Filiz Kaplan ile konuştular. Kendilerine "gitmemeleri" tavsiye edildi. Bir başka örnek de Mahmut Ademey'di. Ona da "gitme" dediler. Kendisini ikna etmek için, araya hatırlı "Vedat Meker"i koydular.
İşin komik yanı, bize "gitmeyin" dedikleri halde 21 Mayıs ile ilgili ilanlarda "21 Mayıs'ta Karadeniz'in iki yakasındayız" diyorlardı...
Buna rağmen gittiğimizde bizi sınırdan geri çevirdiler. Hatta Hauti, bizim için “provokatörler” dedi. Elimde bir belge yok, ama Nalchık’taki ilişkileri gördükten sonra daha da emin oldum: Bizi sınırdan geri çevirme talebi büyük ihtimal yine “bizimkiler”den geldi. Böylece burnumuzu sürtmek ve topluma “bunlarla iş yapmayın, yapamazsınız, yaptırmayız” mesajı vermek istediler.
Politik bir toplum bu durumda tam tersi tavır alır, öncelikle demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıkar ve düşüncelerine katılmıyorsa bile, insanlarının ifade ve örgütlenme özgürlüğüne destek vermek için böyle dışlanan etkinliklere daha çok, daha kitlesel katılır, ama bizim böyle bir toplum olmadığımızı biliyorlar, böyle bir toplum olmamızı istemiyorlar.
Hani benim/bizim için “toplumu geriyor” falan diyorlar yaa, bunun nedeni işte böyle örnekler. Biz yasal, demokratik hak ve özgürlüklerimizde ısrar oluyoruz. Vazgeçmiyor, boyun eğmiyoruz… Bundan rahatsızlar, çünkü bu tavrımız, Çerkes halkının hayata ve politik mücadeleye bakış açısını değiştiriyor.
Mesela Martin’in mahkemesine gitmem herkesi hem şaşırtmış, hem de olumlu yönde etkilemişti. İkinci duruşmaya katılımın artmasının bir nedeni de benim/bizim de gitmemizdi.
Elbette "birileri"nin bundan rahatsız olacaklarını biliyordum. Hatta avukatım bile istemedi Martin'e destek olmak için mahkemeye gitmemi. Ama misyonum, hayata ve politik mücadeleye bakış açım gereği gitmeli, bugünü veya kendimi değil, geleceği düşünmeliydim. Martin suçsuzdu, ona bir komplo kurulmuştu. Martin’e sahip çıkmalı, komployu teşhir etmeliydim.
Bazı değerlerin benden, Martin’den, herhangi bir insandan daha önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geleceğimiz bu değerler üzerinde inşa edilecek. Üzerinde geleceğimizi inşa edeceğimiz bu değerlerden asla taviz vermemeliyiz. Yoksa sistemi değiştiremeyiz.
Ki Martin ilk değildi, 2 sene önce de Ürdün’lü Çerkes milliyetçisi bir gence aynı komployu kurmuş, arabasına uyuşturucu atmış, tutuklamış ve cezaevinde bir sene yatırdıktan sonra Nalchık’ı terketmesi şartıyla serbest bırakmışlardı. Eğer o gence sahip çıkılsaydı, Martin’e böyle pervasız komplo kuramazlardı.
Özetle, muhalif duruş ve/veya söylem “sistem”i ve statükoyu zorlamaya başlayınca, tavırları değişiyor. Bu muhalif unsurları itibarsızlaştırıyor; örgütlenmelerine, kurumsal ilişkilere girmelerine ve politika yapmalarına izin vermiyorlar. Eğer YK, Başkanlar Kurulu vs gibi kurullarda “güvenilmez” unsurlar varsa, bu mekanizmaları da işletmiyor, hukuka, yasalara, tüzüklere, kurumsal işleyişe uygun olmadığını, toplumun kabul edemeyeceğini bildikleri tavırlarını onlardan da gizliyorlar.
Bu işleyiş, zincirin halkaları değişse de, değişmiyor...
Hatko Schamis