NEDEN DEPORT EDİLDİM – 14 –

#3171 Ekleme Tarihi 27/10/2019 03:36:38

2 sene önce Kabardinka’nın Türkiye’ye bir turneye gelmesi mümkün olmamıştı. Kabardinka üyeleri otobüse binmiş, yola çıkmak üzereydiler. Ama turne iptal oldu. “Bakanlık istemedi, o günlerde başka bir yerde gösteriye çıkmak zorundalardı” falan dediler. Hikaye…

 

Ben konuyu Nalçık’ta Kabardinka’nın menajeri ile konuştum. Zaur bana “Türkiye’den istediler turnenin iptal edilmesini” dedi. Tıpkı benim oturumumun iptali gibi:

 

“Türkiye’den istemiş, Nalçık’ta halletmişler”di…

 

Ama böyle şeyleri ispat etmek çok zor. İki kişi arasında geçen bir konuşmayı, telefon görüşmesini nasıl ispat edeceksin? Ama işte gün gelir biri diğerine karşı bu kozu kullanır, bilgi dışarıya sızar!!!

 

Eğer herhangi bir sanatçıyı davet etselerdi, büyük ihtimal böyle bir sorun çıkmayacaktı. Ama “Kabardinka” bir prestijdi. Böyle prestijli etkinlikleri herkes örgütleyememeliydi. Bunun için merkezi örgütümüz Kaf Fed vardı. Ki geçen sene bazı Kaf Fed yöneticileri Adıgey’de, Maykop’ta yetkililerle yaptıkları bir toplantıda, “diasporanın temsilcisi biziz, bizim dışımızdaki insanlarla, gruplarla çalışmayın” diye açık açık söylemişlerdi.

 

“Herkes kendi kafasına göre iş yaparsa, kurumsal-merkezi işleyiş zarar görür” diye düşünenler çok naifler. Ve biraz da “faşist” kafalı. Ne yani, devlet her şeyi daha mı iyi bilir? Bir toplumda sadece bir iktidar; bir parti veya sadece bir örgüt mü olsun? Hiç muhalefet olmasın, çalışamasın, hiçbir etkinlik örgütleyemesin mi? Böyle mantık, böyle demokrasi olur mu?

 

Bu tavırları ile kurumsal-merkezi işleyişe asıl onlar zarar veriyorlar. Çünkü kurumsallaşamıyoruz. Kurullar ve tüzük işlemiyor. Birilerini bir yerlere seçiyoruz, ama bu seçilmişler, kendilerini seçen veya sorumlu oldukları kurulları işletmiyorlar.

 

Hadi dürüstçe anlatsınlar: Yaşar Aslankaya'nın Ankara'nın bir ilçesinden AKP'nin meclis üyesi adayı olacağını kim biliyordu? Yaşar Aslankaya bunu hangi kurulun kararı ile aldı?

 

Aday olduktan sonra ve görevine devam etsin mi, etmesin mi değil sorum. Kim Kaf Fed başkanının, hem de görevine devam ederken, istifa edip bir partinin yerel seçimlerde ilçe meclisi üye adayı olmasına kim karar verdi, kim onayladı?

 

Herhangi birinden değil, Kaf Fed'in, Çerkes camiasını temsil eden bir kurumun başkanından bahsediyoruz.

 

Veya TİKA ile ilişkiler kurulmasına kim, hangi kurula danışarak ve onay alarak girme kararı aldı? 3 gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan Sırbistan'daydı. Basın açıklamasını bir kere daha dinleyin. Erdoğan konuşmasında TİKA'nın Sırbistan'da yaptığı işleri anlattı ve TİKA'yı 3 kere övdü.

 

Merak ediyorum ve zincirin bütün halkalarına soruyorum: Kim bizi "MİT"in bir kuruluşu olan TİKA'nın kucağına oturtuyor? Ve neden kimse buna itiraz etmiyor? DÇB'nin devletle ve FSB ile ilişkilerinden rahatsız oluyorsunuz da, TİKA'dan neden rahatsız olmuyorsunuz? Neden sesiniz çıkmıyor? Sayfalar dolusu yazılar yazıyor, "gereksiz" ayrıntılara bile değiniyorsunuz da, neden bu TİKA meselesi üzerine bir şey söylemiyorsunuz?

 

Kabardinka'nın Türkiye'ye gelmesinin engellenmesini birileri "herkes kendi kafasına göre iş yaparsa, merkezi kurumsal işleyiş bozulur" diyerek meşrulaştırmaya çalışmışlardı, ama birileri sadece “dışarıda” olanlara değil; derneklerimize de müdahale ediyor, derneklerimizin, bir çerçevenin dışına çıkmasını istemiyorlar.

 

İbrahim Yağan’ı Reyhanlı’ya davet ettiğimizde ne yaptıklarını anlatmıştım. Başka bir örnek de Antalya’da her sene örgütlenen “Geleneksel Gençlik Kampı”. İki sene önceki kampa Zafer Sürer’i Çerkesçe, Didem Şahin’i kısa film-görsel propaganda, beni de 21 Mayıs ve Çerkesya üzerine bilgi ve deneyimlerimizi gençlere aktarmamız için davet ettiler. “Sistem” rahatsız oldu. Birkaç kere aradılar Antalya Dernek Başkanını. “İşleyiş vs” gibi şeyler söylediler, ama asıl rahatsız oldukları bendim. Ki, bir YK üyesi, Zeki Kartal, “eğer Hatko Schamis geliyorsa, ben kızımı göndermem” dedi. Artık Gençlik Kampı Antalya’da örgütlenmiyor.

 

Bizim için “Kaf Fed’i yıkmak, bölmek, parçalamak istiyorlar” diyor, kirli propaganda yapıyorlar. AKP’nin muhalif herkese “yıkıcı-bölücü-hain”, “biz düşersek, devlet düşer” demesi gibi…

 

Halbuki biz daha siyasi arenaya çıktığımız ilk gün “ Kaf Fed Çerkes halkının bir birikimidir, kazanımıdır. Kaf Fed’i bölmek, yıkmak değil; değiştirmek, dönüştürmek, Çerkesleştirmek ve demokratikleştirmek istiyoruz” demiştik. Bunu, kendileri de biliyorlar. Ama kirli propaganda ile sorunların tartışılmasının önünü kesiyor, insanları Çerkes halkının bu kazanımını veya birikimini koruma refleksine itiyorlar.

 

Bazıları bizim uzaydan geldiğimizi sanıyorlar. Ama merak etmeyin, uzaydan gelmedik. Biz de kurumlarımızda siyaset yapıyoruz, hemen hepimiz bir derneğin üyesi veya yöneticisiyiz. Hatta bir zamanlar herkes gibi biz de bütün Kuzey Kafkas halklarının Çerkes olduğunu sanıyorduk.

 

Ama “dönüşçü” olduğumuz için vatana, vatanda yazılıp çizilenlere, yaşananlara ve söylenenlere daha fazla kulak kabarttık. Diğer halkların deneyimlerinden ve siyaset biliminden vatanı siyasi merkez alan bir ulusal mücadele örgütlememiz, ulus olmamız gerektiğini öğrendik.

 

Çünkü ulus, en modern ve en dayanıklı toplumsal örgütlenme biçimiydi. UNESCO’nun her yıl yayınladığı raporlara göre ulus olamayan, uluslaşamayan etnik kimlikler ve diller yok oluyorlardı.

 

Öyleyse bizim de uluslaşma, ulus olma vizyonumuz olmalıydı. Bu, kimlik ve vatan bilinci, Çerkes halkının birliği ve vatan-vatana dönüş demekti. Ulus diasporada değil, vatanda örgütleneceği için, diaspora kendisini vatanın ihtiyaçlarına ve uluslaşma vizyonuna göre yeniden yaratmalıydı.

 

Yani biz önce “Nasıl Çerkes Kalabiliriz?” sorusunu sorduk kendimize. Ve uluslaşmamız gerektiği sonucuna ulaştık. Bundan sonra herşeyi bu vizyona göre yeniden örgütledik. Kendimizi yeniden yarattık. Değiştik…

 

Bu vizyonun statükoyu, kurulu toplumsal ilişkilerimizi rahatsız edeceğini biliyorduk. Ama Çerkes halkının geleceği için bu kızgınlıkları, küskünlükleri, hatta ayrılıkları göze almalıydık.

 

Vatana gittik, gezdik gördük. Bütün siyasi aktörlerle görüştük.

 

Vatanda bize diasporada anlatılandan farklı bir sosyolojik-siyasi yapı vardı. “Herkes Çerkes” değildi ve sadece Adığeler Çerkes kimliğine sahip çıkıyorlardı mesela. Bu konuda alınan kararlar vardı. Sonra 21 Mayıs “Kafkas” değil, “Çerkes” Soykırımı ve Sürgünü günüydü. Ve bu konularda diaspora örgütlerinin de karar almaları için çağrılar yapmışlardı.

 

Diğer Kuzey Kafkas halkları: Karaçay Balkarlar, Dağıstanlılar, Çeçenler, Osetler için 21 Mayıs bir anlam ifade etmiyordu ya da sadece “Çerkesleri ( Adığeleri ) ilgilendiren bir gün”dü. Bu nedenle 21 Mayıs’larda herhangi bir etkinlik örgütlemiyor, dayanışmanın ötesine geçen bir tavır almıyorlardı.

 

Çarlık Rusyası da Rus-Kafkas savaşları boyunca, bütün Kuzey Kafkas halklarını ezmiş, katliamlar yapmış, demografyalarını bozmuş, ama Çerkesya’da “etnik temizlik” yapmıştı. 1864 yılına geldiğimizde sadece Çerkesya direniyordu. 21 Mayıs, bunu simgeleyen bir gündü. Ve Çeçen, Abhaz, Oset…değil, sadece Çerkes Sorunu’nun çözülmesinde kilit bir öneme sahipti.

 

Diğer Kuzey Kafkas halklarının, 21 Mayıs 1864’te biten Rus-Kafkas savaşlarının neden olduğu ciddi bir “diaspora veya vatana dönüş” sorunları yoktu. Topraklarını ve nüfuslarını korumuşlardı. Abhazlar ise kitlesel olarak 1864’te değil, 1877-78 yıllarında Abhazya’dan sürülmüşlerdi.

 

Ama Çerkes nüfusunun % 90’ı 21 Mayıs 1864'te veya 1864'e kadar ya soykırımdan geçirilmiş ya da tarihi vatanı Çerkesya’dan sürgün edilmişti. Çerkesya 6 siyasi birime bölünmüş ve Çerkes halkına ait kimlikler üzerinde 3 Cumhuriyet ve bir otonom bölge kurularak bu bölünme kalıcılaştırılmak istenmişti.

 

Elbette Abhazların da Çerkesler gibi bir “diaspora-vatana dönüş” sorunları veya öncelikleri vardı, ama özellikle Gürcistan ile savaş ve bağımsızlık sonrası bu konuda devlet olarak karar alma yetki ve hakları vardı. RF ile ilişkilerinin niteliği değişmişti. 21 Mayıs’ın anlamı ve talepleri üzerine devlet olarak kendi gerçekliklerine uygun kararlar almaları gerekiyordu. Kimsenin onlar hakkında konuşma, kazanımlarını tehlikeye atma hakkı olamazdı.

 

Bu gerçeklerden yola çıkarak 21 Mayıs’ın “Çerkes Soykırımı ve Sürgünü’nü Anma Günü” olarak anılması gerektiği sonucuna vardık. Ve diğer Kuzey Kafkas Halklarının sorunları-talepleri ile karıştırılmadan, Çerkes halkının tarihi vatanı Çerkesya’da birlik ve yeniden egemen bir halk olması talebiyle, dört duvar arasında değil; muhatabının ve bütün dünyanın görebileceği, duyabileceği karakterde ve biçimde örgütlenmeliydi.

 

Kafkasya Forumu’nun çıkışı bu ihtiyaca bir cevap oldu.

 

Aydın karakterli, genç, çoğunlukla üniversite öğrencileri arasında örgütlenmiş bu informel grup “Kafkas” gençliğinin geleneksel kurumlara ve politikalara tepkisi ve sözcüsü durumundaydı.

 

Ama “diasporik” karakterliydi. Zincirin bir halkasıydı...

 

Hatko Schamis

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks