NEDEN DEPORT EDİLDİM – 15 –

#6206 Ekleme Tarihi 16/10/2019 05:55:10

Kafkasya Forumu’nun bu çıkışı bir ihtiyaca cevap oldu. Aydın karakterli, çoğunlukla üniversite öğrencileri arasında örgütlenmiş bu grup “Kafkas” gençliğinin tıkanmışlıktan bir çıkış arayışı, statükoya tepkisi ve entelektüel sözcüsüydü.

Ama “diasporik” karakterliydi.

Yani diasporadaki toplumsal-siyasi ilişkileri, çelişkileri ve statükoyu aşma, diasporayı Kafkasya’daki ilişkilere göre değiştirme, güncelleme ve örgütleme vizyonları yoktu.

Vatan bilincinin ve vatana dönüş vizyonunun olmasının önemi burada. Bu bilinç ve vizyon, siz özel bir çaba göstermeseniz de, sizi vatan ile daha yakın ilişkiler kurmaya, kendinizi vatana göre yeniden yaratmaya zorlar.

Bu, vatan ile diaspora arasındaki mesafenin açılmasının önündeki barikat ve vatanla politik ilişkiler kurabilmemiz, diasporayı ( cephe gerisi ) vatandaki ulusal-politik mücadelenin ( cephe ) ihtiyaçlarına göre örgütleyebilmemiz için "olmazsa olmaz"dır.

Vatandan örgütsel değil, sosyolojik ve politik olarak kopuk bir diaspora örgütlenmesinin ayakları yere basmaz. Diasporada, politik-askeri jargon ile cephe gerisinde, kurduğumuz hayaller, planladığımız eylemler ve politik çizgimiz gerçekçi olmaz.

Giderek vatan ile diaspora arasındaki mesafe açılır.

Farkında mısınız bilmiyorum, bu diasporik karakter artık "Dönüş Hareketi"ni veya düşüncesini de etkisi altına aldı. "Dönüş", "vatan ile ilişkiler kurmaya" ve ne anlama geldiği belli olmayan bir "yüzünü vatana dönmeye" döndü. "Vatan vatanda, diaspora diasporada örgütlensin, arada bağlar olsun, biz vatana onlar bize gelip gidelim..." gibi algılanıyor artık.

Yani "dönüş" de diasporik bir karakter kazanıyor ve tasfiye oluyor. Bu, diasporadan vatana dönüş ile ilgili umutları bitiriyor, vatanda "dönmek istemiyorlar" algısını güçlendiriyor ve vatana dönüşün önündeki engellere karşı mücadeleyi gündemden düşürüyor. Hauti de üniversitedeki bir konferansta "sanırım birbirimizi benimseyemedik" sözleri ile bu durumu anlatıyordu.

Vatan ile diaspora arasında ilişkilerin kurulmasını da önemsediğimi hatırlatmama gerek yok sanırım. Ama bu ilişkiler, ancak vatana dönüş perspektifi ile kurulursa amaca hizmet eder. Yoksa etmez.

Mesela Belçika'da yaşayan Baskların neredeyse % 100'ünün Bask ülkesi ile ilişkisi var, tamamı en az bir kere Bask'a gitmiş, ama neredeyse hiç biri dönmemiş, Bask'a yerleşmemiş.

Hatta ben bir kaç sene önce vatanda "150 yıllık yas mı olur?" denilerek 21 Mayıs anmalarının tartışmaya açılmasının altında yatan nedenlerden birinin de, diasporadan vatana dönüş umutlarının azalması olduğunu düşünüyorum.

Çünkü vatana dönmek isteyen yoksa Çerkes Soykırımının ve Sürgününün tanınması için mücadele etmenin ne anlamı var?

Diğer bir neden ise, onlar da artık aradaki mesafenin giderek açıldığını görüyorlar. Mesela 2 sene önce Aslan Beshto Ankara’ya gelmişti. Konuşmasının bir yerinde “Balkarlar bizim topraklarımızda yayılıyorlar” deyince, biri “ne önemi var, onlar da Kafkas halkı değil mi?” dedi. Aslan daha sonra bize, “bunlar deli mi, topraklarımızı niye Balkarlara verelim” diye anlattı…

Veya geçen hafta yayınladığım belgeden de görebileceğiniz gibi Gürcistan’ın Çerkes soykırımını tanıma kararına vatandaki neredeyse bütün politik gruplar sevinirken diaspora kızmıştı.

Keza diasporada vatana dönüş “mümkün değil” diyenlerin verdikleri örneklerin hemen hepsi bizim diasporadaki yaşam tarzımızda ve hayata bakış açımızda ısrarlı olmamızdan ve önyargılarımızdan kaynaklanıyor.

Yani eğer kendimizi vatana ve vatanın ihtiyaçlarına göre yeniden yaratma konusunda bilinçli bir çalışma yapmazsak, önyargılarımızı aşmamız ve vatanda tutunmamız zorlaşıyor.

Kafkasya Forumu da “Kafkas” kimliğinin Kuzey Kafkas halklarının birliği için elzem olduğunu sanıyordu. Halbuki Rusya da bize Çerkes alt kimliklerini ve "Kafkas"ı dayatıyor, mesela 18. ve 19. Yüzyıllardaki savaş için “Rus-Kafkas” veya “Kafkas Savaşları” diyor, "Rus-Çerkes savaşı” denmesini istemiyordu. Peki Rusya da mı Kafkas halklarının birliğini istiyordu?

Her şeye rağmen, Mayıs 2009’da güzel bir adım atıp, “Soykırım ve Sürgün”ü Rusya Federasyonu temsilciliği önünde andılar. Etkisi ve yankısı büyük oldu bu anmanın.

Birincisi, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü'nün sorumlusunu ve çözüm adresini: Rusya’yı işaret etmişlerdi. İkincisi, anmayı kamusal alana taşıdılar. Bu, Soykırımı ve Sürgünü dünyaya duyurma ve görünür olma anlamında ileri bir adımdı.

1993 yılında İKKD’den bir grup gencin “keşfettiği” söylenen ve 2006’dan sonra “sembol bir anıt mezalık”a dönüştürülen Kefken bu ihtiyaca cevap vermiyordu. Her ne kadar etkinlik boyunca “direniş, diriliş, dönüş” sloganları atılıyorsa da, Kefken “21 Mayıslarda yas tutma” geleneğinin ve ritüelinin bir devamıydı. Sonra, gözden uzaktı, dünyanın ve basının ilgisini çekmiyor, muhatabını gizliyordu.

Bir gerçeği açıkça dile getirmek gerekiyor: RF, 21 Mayıs anmalarının temsilciliklerinin önünde örgütlenmesini istemiyor. Bunu, açıkça söylüyor. Ve “üstü kapalı”, tehdit ediyor. Eminim bu temsilciliklerle şu veya bu nedenle muhatap olan herkes buna şahit olmuştur. Ben oldum! Kurumlarımızın 21 Mayıs anmalarını RF temsilciliklerinin önünde, muhatabını işaret ederek ve dünyanın ilgisini çekebilecek bir karakterde örgütlememelerinin nedeni de budur. Yani Rusya’nın baskısı.

Diğer bir nedeni ise, bazı “Dönüşçü” arkadaşların “soykırım” söyleminin RF’nu rahatsız ettiğini, bunun vatana dönüşe zarar verdiğini düşünmeleri.

Ama Rusya’nın ve dünyanın görebileceği karakterde örgütlemeyeceksek Çerkes Soykırımını neden analım?

Neden “21 Mayıs Çerkes halkının yeniden diriliş ve direniş” günüdür diyoruz? Neyin yeniden dirilişi? Çerkes halkının ve Çerkesya’nın; Çerkes halkının tarihi vatanında birlik içinde yaşadığı günlerin değil mi?

21 Mayıs'larda bu talebimizi, asırlık özlemimizi ve hayalimizi Rusya’ya ve dünyaya anlatmak istemiyor muyuz? Bunun için görünür olmamız ve muhatabına gitmemiz gerekmiyor mu?

Keza bizim, özel dönemlerde, şu veya bu biçimde kazandığımız, bugünün politik ilişkilerinin böyle kazanımlara izin vermeyeceği, bazı haklarımız ve mevzilerimiz var. “Çerkes ( Adığe ) Soykırımı ve Sürgünü” bu hak veya mevzilerden biridir. Bu mevziyi mutlaka korumalı, içeriğinin boşaltılmasına ve “gereksizleştirilmesi”ne izin vermemeliyiz.

Çünkü Çerkes Soykırımı ve Sürgünü’nün tanınması, hayalini kurduğumuz geleceğin: vatana dönüşün ve Çerkes halkının tarihi vatanı Çerkesya’da birliğinin kapısını açacak anahtardır.

Rusya’nın 21 Mayıs anmalarından rahatsız olmasının nedeni de budur. Şimdilik, bu anmalara açık tavır almıyor. Sadece gözden uzak tutmaya, büyütmemeye, bizi bu anmaların bir işe yaramadığına, hatta zarar verdiğine ikna etmeye çalışıyor. “Bu anmaları temsilciliklerimizin ve dünyanın gözleri önünde örgütler, büyütürseniz ilişkilerimiz bozulur…” diyor.

Ki Kafkasya Forumu’nun 21 Mayıs’ı RF temsilcilikleri önünde anmaya başlaması ve bizim de bu anmalara destek vermemiz sonrasında en çok duyduğumuz eleştirilerden biri buydu:

Birileri, “Rusya, kendisine karşı yapılan eylemlere katılanları kara deftere yazar, bir daha Rusya Federasyonu'na girmelerine izin vermez” ve gençlere “katılmayın” diyorlardı. Bu, vatana gidip gelmek veya dönüş yapmak isteyen insanlarımızı korkutuyordu.

Elbette bütün devletler kendilerini bir şeylere zorlayan, teşhir eden eylemlerden rahatsız olurlar, ama abartılı yaptırımların başka sorunların çıkmasına neden olacağını da bilirler.

Ki sonuçta, yaydıkları dedikodular doğru çıkmadı, etkinliklere katılan insanlara vatanın kapıları kapanmadı.

Ama statükoyu korumak isteyenler işlerine gelmeyen her konuda bu silahı kullanmaya, insanları korkutmaya ve korkuyu büyütmeye devam ediyor, korkmayanları “öcü”, “tehlikeli”, “zararlı” olarak gösteriyor, zaman zaman da “gördünüz mü?” dedirtecek bazı örnek uygulamalar yapıyorlar.

Ve ne yazık ki bu söylemler, dedikodular ve “örnekler” etkili oluyor. Politik mücadele deneyimi olmayanlar bu söylemlerden ve dedikodulardan etkileniyor, bazı eylemlere ve etkinliklere katılmaktan çekiniyorlar.

Halbuki “Çerkes Soykırımı ve Sürgünü”nü anmak yasaldır, meşrudur. Hatta “Çerkesya” ve/veya “tarihi vatanımız Çerkesya’nın yeniden inşası” söylemi de yasak değildir.

Vatanda Çerkesya’yı anlatan yüzlerce kitap, film stüdyosu, halk oyunları ekibi, politik gruplar… var. Eylemlerde, “Çerkesya” imzalı bayraklar taşınıyor. Ve işte 2019’un 21 Mayısında Nalchık’ta dev Çerkesya pankartı açtık.

Bu pankartı gündeme getirdiğimizde bazıları bize “derinizi yüzerler” dediler. Ve elbette başımıza bir şeyler gelebilirdi.

Ama o pankartın Çerkes halkının bilincinde tetikleyeceği değişim buna değer diye düşündük!

Gerçekten de şimdiye kadar anlattığımız herşeyin, yazdığımız yüzlerce sayfanın o 1-2 saat içinde pratikte doğrulandığını, “Çerkesya”nın Çerkes halkının bilinç altına kazınmış olduğunu ve açığa çıkarıldığında ulusal bilincin ve mücadelenin itici bir gücü olacağını, büyük bir maddi güce dönüşeceğini gördük.

Pankartı açtığımızda sadece birkaç kişiydik. Ama kısa sürede yüzlerce insan, elbette bazıları tesadüfen, pankartın arkasına geçti. Bilinçli olarak, seçerek pankartın arkasında yürüdü...

Keza “Çerkesya’nın Yeniden İnşası” düşüncesi de Rusya Federasyonu’nu ve statükoyu rahatsız edebilir, ama yasal ve meşrudur. Ve “vatana dönüş” talebi veya 21 Mayıslarda atılan “yeniden diriliş” sloganı da “tarihi vatanımız Çerkesya’yı yeniden inşa etmek”ten başka bir anlama gelmiyor. Rusya, Türkiye ve konuyla ilgilenen herkes bunu biliyor. Aramızdaki fark, birileri saman altından su yürütmeye çalışıyor, daha doğrusu yürüttüğünü sanıyor, biz ise açıkça dile getiriyoruz. Onlar "saman altından su yürütme" yöntemiyle, korkuyu büyütüyorlar, biz ise açık tavır alarak korkuyu yeniyoruz, haklılığımızı ve meşruluğumuzu kamusal alana taşıyoruz.

Bir de, siyasallaştırdığımız için bize mal ediliyor, ama bu düşünce de bizden çıkmadı, diasporadan vatana taşınmadı; tam tersine biz vatandan diasporaya taşımaya çalışıyoruz.

İlk olarak,Çerkessk’te 2008 yılında toplanan Çerkes Halk Kongresi “Çerkesya’nın İnşası” kararı almıştı. Kongrede bunun nasıl örgütlenebileceği tartışıldı. Bir grup “Cumhuriyetlerimizi birleştirelim” dedi, diğer bir grup “tarihi vatanımızda egemen bir yerli halk olma hakkımızın tanınmasını talep edelim”.

Sonra, gündemden düştü, düşürüldü…

Yani “Çerkesya” veya “Çerkesya’nın Yeniden İnşa Edilmesi” söylemi yasadışı ve yasak değildir. Ama RF'nun üniterleşme, etnik kimlikleri-kurumları pasifize etme politikalarına uymadığı için gündemden düşürmeye ve kriminalize etmeye çalışıyorlar.

Biz, buna izin vermememiz gerektiğine inanıyoruz. Ama birileri konuyu böyle doğru dürüst anlatmak yerine, “Çerkesyacılar”a “bütün kötülüklerin anası” ve yasadışı muamelesi yapıyor, her olumsuzluğun altında bu “aşırıcı” taleplerin yattığı yalanını yayıyor, gençlere bizden uzak durmalarını tavsiye ediyorlar.

Bu, aynı zamanda onların politik mücadeleyi örgütlemedeki isteksizliklerini de gizlemeye yarıyor.

Evet, diyelim ki, Çerkesya söylemi "aşırı", yasadışı; Anadil talebi de mi aşırı? Geçen seneki anadilleri zorunlu olmaktan çıkaran yasa da mı bizim yüzümüzden? Ve hadi bizi, "aşırı” olduğumuz için sahiplenmediler, bu yasaya karşı ne yaptılar?

Bir konferans örgütlediler, bir yerlere mektup yazma kararı aldılar. Peki sonra? Her zamanki gibi “gazımız alındı” ve unutuldu. Bu kafa ulusal mücadeleyi örgütleyebilir mi? Ulusal mücadelenin önüne çıkan engelleri aşabilir mi?

Attachment

Attachment

Attachment

Attachment

Attachment

Attachment

Attachment

Attachment

Attachment

 

 

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks