2016 yılının 21 Mayıs’ında vatana giremedik, ama etkinliğimizin etkisi büyük oldu. Çerkesya'da ve diasporada yoğun bir şekilde tartışıldı. Ulusal basın, büyüğünden küçüğüne haber yaptı.
Hem de “turistik gezi” diyerek değil; “21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü anmasına katılmak için Rusya Federasyonuna bağlı Nalçık'a gitmek isteyen 22 Çerkes asıllı Türk vatandaşı Lars Sınır Kapısı'nda 10 saat sorguda kaldıktan sonra vizeleri iptal edilerek ülkeye girişlerine izin verilmedi...” sözleriyle.
Kamuoyuna politik doğrularımızı bu kadar net anlatabildiğimiz eylemlerimizin sayısı bir elin parmaklarını geçmez…
Dahası, Çerkesya'daki soydaşlarımız da bu duruma hem çok üzülmüş hem de kızmışlardı. “Seneye sınıra kadar gelip sizi oradan alacağız. Eğer yine RF’na girmenize izin vermezlerse, siz sınırın o tarafında, biz bu tarafında oturur, 21 Mayıs’ı Lars sınır kapısında anarız” diyorlardı.
Bu nedenle büyük bir başarı ve direnerek kazanılabileceğine örnekti etkinliğimiz. Ama bunun nasıl mümkün olduğunu daha iyi anlayabilmek için, Nalchık’ın yapısını da bilmek lazım.
Nalchık'ta hemen hemen herkesten duyduğunuz “Rusya’yla mücadele edemezsin!” önyargısı abartılı ve hem doğru, hem de yanlıştır. Doğru’dur, çünkü gerçekten Rusya ile bilek güreşi tutamayız. Yanlıştır, çünkü Rusya küçük bir “kıvılcım”a dahi müsamaha gösteremeyecek kadar hassas dengeler üzerinde oturuyor ve bu nedenle hızla “üniterleşmeye” çalışıyor.
Devletin barışçıl ve demokratik olmayan muhalefeti bastırması kolay. Çünkü bu muhalif güçleri kamuoyunda teşhir etmesi, bunlara karşı yapılan anti-demokratik ve hukuk dışı uygulamaları meşrulaştırması kolay. Ama yasal, demokratik, barışçıl ve meşru tepkileri öyle istedikleri gibi bastıramaz.
Martin konusunda taviz vermek zorunda kalmalarının bir nedeni de bu!
Artı, Cumhuriyetlere atanan “başkan”ların ve bazı bürokratların öncelikleri görev yaptıkları coğrafyalarda herhangi bir “huzursuzluğun” çıkmaması. Bunu başaramazlarsa, gözden düşüyor ve görevlerinden alınıyorlar.
Bunun iki sonucu var:
“Huzursuzluk” çıkarma potansiyeli olan insanlara ve söylemlere karşı tahammülsüzler. Pireyi deve yapabiliyorlar. Her eleştiri, demokratik her talep ve söylem veya eylem onlar için “huzursuzluk çıkarma potansiyeli” taşıyor.
Ama Clausewitz'in "düşmanın en zayıf yeri, en güçlü olduğunu sandığı yerdir" diyerek tarif ettiği gibi, bu zaafiyet, demokratik-barışçıl taleplerin daha etkili olmasına neden oluyor. Çünkü, taleplerin-tepkilerin büyümesini, “huzursuzluğa” dönüşmesini istemiyorlar. Bu, onları zaman zaman taviz vermeye zorluyor.
10 sene önce de Ruslan Kesh ve 25 arkadaşının 21 Mayıs anma etkinliğine izin verilmemiş, ertesi sene daha büyük bir kalabalık sokağa çıkmış, güvenlik güçleri bu eyleme izin vermek zorunda kalmışlardı. Böylece 21 Mayıs anmaları Nalchık’ta meşrulaştı ve gelenekselleşti.
Elbette Rusya Federasyonu’nun “oyun bitti” deme, talepleri ve tepkileri ezme gücü var. Ama bunu yaptığında, her haksızlığın ve adaletsizliğin toplumsal barışı bozacağını da biliyor. Bu, devleti ve güvenlik güçlerini, hukuksuz eylemlerini “kılıfına uydurmaya”, bazen de taviz vermeye zorluyor.
21 Mayıs etkinliğimizin dünyadaki örnekleri ile karşılaştırıldığında abartılacak bir çaba göstermeden sonuç almasının bir nedeni de bu sanırım.
Yani “hiçbir şey yapılamaz” anlamına gelen ve teslimiyeti meşrulaştıran “burası Rusya” söylemi tamamen doğru değil. Sınırı nerede bitiyor bilmiyorum, bunun pratikte görülmesi gerekiyor; ama özellikle ulusal sorunlarda demokratik, barışçıl, meşru eylem ve söylemlere hala bir alan var Rusya’da…
Artık 21 Mayıs’larda bir sorun çıkmadan gidiyoruz vatana ve elbette Rusya ile Türkiye arasındaki krizin aşılması önemli bir rol oynadı, ama Nalchık’taki şartların bilinmesinde yarar var.
Bir ilk’ti. Bu nedenle bize şunu yapmayın, bunu yapmayın; “Çerkesya’ya gidiyoruz derseniz, sınırı bile göremezsiniz” diyenler; Nalchık’ta, Maikop’ta karşılamaya gelmeyenler, yan yana görünmek istemeyenler oldu. Ama biz sınırı da, Nalchık’ı da, Çerkessk’i de, Maikop’u da gördük.
Hatta bu etkinliklerimize katılan genç arkadaşlardan dördü artık vatanda yaşıyor. İkisi sınırdan geri çevrildiğimiz etkinliğe de katılmışlardı. Sınırda sorgulandılar, “Çerkesya’ya gidiyoruz” dediler, Nalchık'ta 21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü anmalarına katıldılar ve şimdi vatanda yaşıyorlar.
Yani felaket tellallarının söyledikleri hiçbir şey doğru çıkmadı. Ama o baylar hala bizi ve arkadaşlarımızı “Çerkesya” demenin ne kadar zararlı ve tehlikeli olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.
Elbette gelecekle ilgili öngörülerde mutlak ve kesinkes emin olmak mümkün değil, biz de emin değildik. Ama anlatılmalı, denenmeli, bu statüko kırılmalı diye düşünüyorduk.
Haklı çıktık. Hatta etkinliğimizi eleştirilerin, asla "biz yanılmışız" demeyecekleri konusunda da haklı çıktık.
Demediler! İrademizi ve cesaretimizi kıracak, mücadele ederek, direnerek kazanabileceğimiz inancını yok edecek şeyler söylemeye devam ettiler. Hala da ediyorlar.
O kadar “saflar” ki, Suriye’de her köyün, hatta her köyde kaç Arabın, Kürdün veya Türkmen’in yaşayacağının pazarlığını yapan, demografik yapının gelecek için ne kadar önemli olduğunu bilen Rusya’nın bizim vatanımızda çoğalmamızın ne anlama geleceğini bilmediğini sanıyorlar.
Çerkes nüfusu mesela Maikop’ta % 50’ye ulaşacak, ama Rusya bunu fark etmeyecek veya biz bugün “yaşasın Rusya” desek bile demografik yapının lehimize değişmesini Rusya bir tehdit olarak algılamayacak, öyle mi?
Bakın Suriye ile Sovyetler Birliği’nden beri, 50 yıldır “dostluk” ilişkileri olan Rusya, Suriye Çerkesleri’nin de Çerkesya’ya gelmelerine izin vermedi. Sadece Esad’ı desteklediği için mi? Hayır. Eğer öyle olsaydı, Ermenistan’ın Ermenileri uçaklarla Ermenistan’a taşımasına da izin vermezdi.
Rusya Federasyonu Suriye Çerkeslerinin bile Çerkesya'ya gelmelerine izin vermedi, sayıyı sınırlı tuttu, çünkü Çerkeslerin Çerkesya’da çoğalmasının sonuçlarının ne olacağını biliyor.
Bu nedenle, nüfus ve coğrafya mühendisliği yaparak, bizim Çerkesya’nın herhangi bir parçasında çoğunluk olmamamızın, birleşmemizin önüne geçmek istedi, istiyor.
Ve yine bu nedenle bizim saman altından su yürüterek Çerkesya’da çoğalmamız mümkün değil.
Vatana dönüşü bir hak olarak talep etmemiz; Çerkes halkının geleceğini ve varlığını garanti altına almasının RF’nun çıkarlarıyla çelişmediğini, Rusya Federasyonu’na düşman olmadığımızı, barış ve huzur içinde birlikte yaşamak istediğimizi anlatmamız ve yerli halkı olarak tarihi vatanımız Çerkesya’daki egemenlik haklarımızı talep etmemiz gerekiyor.
Bu arada şimdiye kadar çok büyük yanlışlar yaptığına inandığım ve eleştirdiğim Yaşar Aslankaya’nın örnek bir tavrını da anlatmalıyım.
Maikop’ta müzenin önünde kendisiyle yapılan röportajda gazeteci, “Çerkesya diyenler var…, ne düşünüyorsunuz” diye sordu. Yaşar, "herkes kendine göre bir tanım yapar. Bunu abartmamak lazım…” mealinde bir cevap verdi.
Çok güzel bir tavırdı. Çünkü gazeteci, bir tuzak kurmuştu, kamuoyu önünde Yaşar Aslankaya’ya “Çerkesya” söylemini mahkum ettirmek istedi. Ama Yaşar bu tuzağa düşmedi. Ve “birlik” konusunda örnek bir tavır aldı.