#217 Ekleme Tarihi 14/10/2015 10:26:14
06 Mart 2012 Salı Saat 03:3
Sesimiz ne kadar çok barikata çarparsa o kadar çok yankısı olacaktır…
Quantum fiziği, Newton fiziği ile birlikte „determinizm“i de tartışmaya açmıştı. „Quantumcular”, özellikle de Schraedinger ve Niels Bohr’un başını çektiği „Kopenhag Okulu” denen fizikçiler grubu, evrende dinamik fiziksel yasallığın olmadığını, nedensellik yasasının ortadan kalktığını ve sonuçta determinizmin iflas ettiğini açıkladılar. Bunun karşısında Einstein, Dilac ve Planck gibi fizikçiler ise karşıt bir tutumu benimseyerek determinizmi savundular. Bu tartışmayı anlamaya çalıştığım dönemde defterime şöyle bir not düşmüşüm: “Tartışmalar, kimi deterministleri, ‚kaba determinizme’; kimi quantumcuları da „bilinemezciliğe“ veya “varoluşçuluk”a sürüklemiş. Kazanan, Marksizm, yani bilimsel sosyalizm olmuş!“ Aslında her tartışma, böyle, içerisinde tarafları “sağa-sola itme” potansiyeli taşır ve uzun zamana yayılan tartışmalarda doğruların sağ ve sol yorumları çıkar ortaya. Doğruların sağında duranlar, mücadele etmeye ve değiştirmeye gücü yetmeyen; reforme olmuş, ama özleri değişmemiş statükoculardır. Hem Eski’den, hem de Yeni’den birşeyler ve birileri vardır içlerinde; ama durdukları yer değişmemiştir: Statüko! Solunda duranlar ise, „cahil“ ve „iflah olmaz“ dedikleri insanlarla uğraşmayı, onları ikna edip mücadeleye kazanmayı boşa zaman kaybı olarak gören, sabırsız, kendini beğenmiş, disipline gelmeyen, fedakarlık yapmak istemeyen elitist-sekter gruplardır. Ama mücadele ve örgütlenme kaçkınlıklarını da „aşırı-uç“ söylemlerle ve herşeyde bir kusur bularak gizlemeye çalışırlar. Düşünsel ve toplumsal alandaki bu değişimler, ideolojik tartışmaların ve çatışmaların yükseldiği, eskinin yıkılıp yeninin inşa edildiği, herşeyin altüst olduğu veya kağıtların karılıp yeniden dağıtıldığı dönemlerde ortaya çıkarlar. Eski, artık, eski kalıplarla varolamayacağını anlamıştır; ama statükonun yıkılmasını da istemez. Bu nedenle kendini dayatan Yeni’den birşeyler alır. Ve ortaya doğrunun „sağ yorumu“ çıkar. Amaç, statükoyu devam ettirebilmek, iktidarı kaybetmemektir. Dikkat: Bu sağ: reformcu, ama özde statükocu eğilim hem Eski’nin hem de Yeni’nin saflarında boy verir. Eğer dikkat edilmezse, ya Eski’yi allayıp pullayıp Yeni’ymiş gibi sunar ya da Yeni’yi içten fethedip, statükonun kucağına oturtur! Sol yorumların veya „aşırı-uç“ grupların ortaya çıkmasının nedeni, bu insanların toplumsal mücadelenin dinamiklerini anlamamış olmaları ve Eski’ye, nefret eder derecede tepki duymalarıdır. Özünde veya teorik söylemlerinde haklı, ama değişimi örgütleme yeteneğinden yoksundurlar. Bu „aşırı-uç“ grupların varlığı veya ortaya çıkmaları reformcu, ama özde statükocu Eski’nin işine gelir. Çünkü bu grupları kitleleri korkutmak; „biz gidersek onlar gelir ha!“ diyebilmek için kullanırlar. İktidarların çoğu zaman böyle aşırı-uç grupları desteklenmiş, hatta bizzat örgütlemiş olmalarının ve kendilerine tehdit olarak gördükleri düşünceleri veya grupları böyle aşırı-uç olmakla suçlamalarının bir nedeni de budur. „Aşırı-uç“ düşüncelere ve gruplara ihtiyaç duyarlar, çünkü böyle grupların varlığı; kitleleri tehdit edebilmeleri, korkutabilmeleri ve sonuçta kendi iktidarlarını devam ettirebilmeleri için gereklidir. Özelde Çerkes halkının, genelde ise Kuzey Kafkasya Halklarının geleceğini “Kafkasyalılık Kimliği” ekseninde örgütleme çizgisi iflas etti. KAf FED’in 21 Mayıs ile ilgili bildirisindeki „ …21 Mayıs’lar, Çerkes halkının yaşama direncinin ifadesidir. Direniştir, başkaldırıdır, diriliştir. Tüm zalimlere inat, Çerkesya'nın yeniden var olma mücadelesidir…“ cümlesi bu iflasın tescili ve Yurtsever Hareketin ideolojik mücadeleyi kazandığının itirafıdır. Evet, Çerkes ( Adıge ) halkının, yaşadığı ülkelerdeki demokratik hak ve özgürlüklerinin kazanılması, anavatanımız Çerkesya’ya kayıtsız şartsız dönüşü, Çerkesya’nın demokratik ve barışçıl yollardan yeniden inşası ve uluslaşması demek olan Çerkesya Yurtseverliği kısa zamanda çok iş başardı. Ama henüz herşey bitmedi, hatta daha yeni başlıyor ve bundan sonra işimiz daha zor olacaktır. Çünkü, aynı şeyleri söylüyor zannedilen politik örgütlenmeler arasındaki farkı gösterebilmek ve görebilmek; samimi olmayanların ve taklitlerimizin maskelerini düşürmek çok daha zordur. Artık „genel geçer söylemler“ ve kaba tanımlar bizleri anlatmaya ve farkımızı göstermeye yetmeyecektir. Bu nedenle, söylemlerimizde ve tavırlarımızda çok daha dikkatli ve titiz olmalı; kendimizi eğitmeli, geliştirmeli ve hepsinden önemlisi de hızla örgütlenmeliyiz. Sürece doğru müdahaleler yapabilmemizin, samimi olmayanların halkımızı oyalamalarını ve bir kez daha aldatmalarını engelleyebilmenin başka yolu yoktur. Geçen ay Suriye’de yaşayan Çerkesler konusunu gündeme getirmiş, yalan perdesini yırtmıştık. Artık kimse „xase yöneticileriyle, akrabalarımızla görüşüyoruz. Kaygı duyacak birşey yok“ diyemiyor. Ama işimiz daha bitmedi. Cumhuriyetlerimiz ve kurumlarımız hala pasifler, yapılması gerekenleri yapmıyorlar. RF da, Çerkeslerin anavatanlarına dönmelerine karşı olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu durumda „Suriye’de Yaşayan Çerkeslerin Vatanı Çerkesya’dır“ kampanyamızı büyütmeli, zenginleştirmeli ve uluslararası platformlara taşımaya çalışmalıyız. Gürcüstan’da inşa edilecek Çerkes ( Adıge ) Soykırımı anıtı yarışmasına katılan eserlerin ve soykırım ile ilgili belgelerin Türkiye’ye getirilip sergilenmesi büyük bir başarıdır. İstanbul’dan sonra Ankara’da da örgütlenen bu sergiyi Türkiye’nin dört bir tarafına taşımalıyız. Çünkü, Çerkes Ulusal Sorunu’nun çözülmesi; yani Çerkeslerin anavatanlarına dönüşü ve Çerkesya’nın yeniden inşası ancak ve ancak Çerkes Soykırım ve Sürgünü’nün dünyaya anlatılması ve resmi olarak tanınması ile mümkündür. Bu nedenle Gürcüstan’ın Çerkes Soykırımını tanımış olması Çerkes Halkı için tarihsel öneme sahiptir ve gelecek vizyonumuzda bir dönüm noktasıdır. Bunu bilince çıkarabilmeli; duygusal, apolitik ve bilinçli veya bilinçsiz RF’nun çıkarlarına hizmet eden yaklaşımlara gülüp geçmeliyiz. Artı, önümüzde ulusal günlerimiz var. Bunlara ve özellikle de 21 Mayıs’a hazırlık yapmalı; Çerkes Halkının alanlardaki ve sokaklardaki birliğini sağlamak için elimizden gelen her çabayı göstermeliyiz. Yurtseverler, eylemlerde grup çıkarları veya reklamı derdine düşmemeli; Çerkes Halkının birliğini sağlamak için maksimum fedakarlıkta bulunmalılar. Ama grupçu, sekter tavırlara da taviz vermemeli; böyle tavırları teşhir etmeli; etkinliklerine katılmamalı ve hiçbir şekilde destek vermemeliler. İlk günden beri şunu söylüyoruz: Çerkes halkının birliği önemlidir. Bu nedenle ortak faaliyetlerin herkesi kucaklayacak bir başlık ve içerikte örgütlenmesi gerekir. Biz, böyle örgütlenecek her etkinliğe; bizlere de düşüncelerimizi ve kimliğimizi temsil etme hakkı tanındıkça destek veririz; vereceğiz. Arkadaşlar, „Feylezoflar dünyayı tanımdılar, asolan onu değiştirmektir“ sözünü hepiniz duymuşsunuzdur. Burada anlatılan tanımlamanın gereksiz olduğu değil; yetmediğidir. Evet, değiştirmek için sorunu tanımlamak yetmez; örgütlenmek ve bir güç olmak gerekir. Yani, toplumsal değişim örgütlü bir faaliyettir. Öyleyse, toplumsal değişim isteyenlerin örgütlenmek, örgütlü olmak ve örgütlü hareket etmekten başka yolları yoktur. Kim ne kadar yüce ideallerden bahsederse bahsetsin, ne kadar mükemmel teoriler üretirse üretsin; eğer örgütlenme çabası içerisinde değilse, laf üretmekten başka bir iş yapmayacaktır. İki iken dört, dört iken beş, on veya onbeş… olmaya çalışmayan; gruplar ve örgütler arasında ilkeli bir birlik arayışı içerisinde olmayan; kendi kişiliğini, karakterini ve ilişkilerini mücadelenin ihtiyaçlarına göre gözden geçirmeyen; yani kendisini yeniden yaratmayan… devrimci, demokrat veya yurtsever değil, sadece lafazandır. Ve toplumsal mücadelenin örgütlü bir iş olduğunu bilip de örgütlü olmayanın; iki kişi de olsa bu birlikteliğini örgütlü; yani ilkeli ilişkilere dönüştürmeyenin inancı zayıftır. Söylemlerinde samimi değildir ve halkını da yeterince sevmiyordur. Ortaya koyacağı bütün gerekçeler sadece bahanedir. Çünkü örgütlenmeden hiçbir şey yapılamaz! Hemen hepimizin ağzımıza sakız ettiğimiz „örgüt“ gökten zembille inmez. Örgüt, görev ve sorumluluk alan; aralarındaki ilişkileri belli ilkeler üzerinde kuran insanlar topluluğudur. Yurtseverlerin, dünyanın en ücra köşesindeki ilişkileri dahi böyle ilkeli, yani örgütlü; her yurtseverin de bir görevi veya sorumluluğu olmalıdır. Eğer Çerkesya’yı inşa etmek istiyorsak başka yolumuz yok!