#226 Ekleme Tarihi 15/10/2015 01:24:20
01 Temmuz 2012 Pazar Saat 18:28
Her şeyden yakınan kişi,
Fırsat kapıyı çalıdığında
Gürültüden yakınır.
Konfiçyüs
Değiştirebilmek ve özgürleşebilmek için örgütlenmek; örgütlenebilmek için de özgür olmak gerekiyor. Paradoks gibi görünse de, ne kadar örgütlü olursak, o kadar özgür olacak; o kadar özgürlüğe yaklaşacağız. Çünkü ancak özgür olursak örgütlenebilir ve ancak örgütlü olursak özgürleşebilir-özgürleştirebiliriz! Yani aslında özgür insan, örgütlü insandır... Toplumsal yaşam, örgütlü yaşamdır. İnsanlar arasında ekonomik, sosyal, kültürel bağlar kurulmuştur. Bu bağlar bilimin, tekniğin ve iletişim araç gereçlerinin gelişmesi ile her geçen gün biraz daha karmaşıklaşmakta; ama aynı zamanda güçlenmektedir. Bugün kendisini „en özgür“ hissedenler dahi, aslında başkaları tarafından en ince ayrıntısına kadar planlanmış ve örgütlenmiş bir toplumsal yaşamın ve „iş bölümü“nün biryerlerinde yer alırlar. Bir tanımları ve misyonları vardır. Bu iş bölümünü yapanlar ve toplumsal örgütlenmeyi yaratanlar ise egemenlerdir. Günümüz toplumlarını „modern kölelik“ olarak tanımlayanların sayısı hiç de az değildir. Bunların çoğu, insanların üretim ilişkilerindeki yerleri veya üretim araç gereçleri karşısındaki pozisyonları nedeniyle bu tanımı yaparlar, ben ise „modern kölelik“in asıl olarak ve öncelikle „psikolojik“ veya „duyu alanı“nda örgütlendiğine inanıyorum. Yani yalnızca insanların özgürlükleri ellerinden alınmıyor, özgür olmaları, hatta özgür doğmaları engelleniyor. Özgür algılama olanakları ve düşünme yetenekleri yokediliyor. Böylece insanlar hiç özgür olamıyorlar, özgürlük nedir bilmiyorlar. Egemenlerin örgütledikleri toplumsal yaşam bu hakkı onların ellerinden alıyor. Bu nedenle, üretim ilişkileri içerisinde doğrudan yeralmasalar dahi, günümüzde insanları köleleştiren, en azından özgürlüklerini ellerinden alan aslında „psikolojik-düşünsel alan“da üretilenlerdir. Egemenlerin öncelikli amaçları kurdukları toplumsal düzenin ve statükonun devamını sağlamaktır. Bilimi, teknolojiyi ve her şeyi bunun için kullanır, geliştirirler. Toplumsal yaşamı kolaylaştırmak ve güzelleştirmek ikinci plandadır. Bu nedenle eğer, egemenlerin çıkarlarına uygun düşmüyorsa, bilimin ve teknolojinin ürünleri toplumsal yaşama girmez. Tek tek bireylerin ise bunları üretme ve geliştirme şansları yoktur. Bir toplumsal düzenin ve statükonun korunması ise, o toplumun bireylerinin kafasında başlar. Yani, insan ve toplum davranışlarını kontrol edebilmenin en iyi yolu, insanın beynini kontrol edebilmektir. Bu nedenle egemenler, son yıllarda insanların akıllarını, düşünme yeteneklerini ve algılarını kontrol etme ve yönetme işine büyük önem vermekte; bunun için mümkün olan her aracı kullanmaktalar. Politik lüteratüre, „psikolojik savaş“ olarak geçen, akademik çevrelerde ise „politik psikoloji“ olarak adlandırılan bir „bilim dalı“, kesintisiz bir şekilde insan davranışlarını, toplumsal algıları ve tepkileri inceler; bunlardan çıkardığı sonuçları siyasetçilerin hizmetine sunar. Amaç, insan davranışlarını daha pratiğe dökülmeden, hatta daha insan zihninde şekillenmeden, algılama aşamasında yönlendirebilmek ve yönetebilmek; yani „modern köleler“ yaratmaktır. „NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Karargahı'nın PSYOPS- Psychological Operations ( psikolojik operasyonlar ) Başkanı olan Yarbay Steven Collins, 2003 tarihli ‚Mind Games’ ( Akıl Oyunları ) başlıklı NATO Review’da yayınlanan makalesinde bu gerçeği şöyle özetliyor: ‚Algı yönetimi yabancıların tutumlarını ve tarafsız düşünme yeteneklerini etkilemek için girişilen her türlü eylemi kapsar ve kamu diplomasisi, Psikolojik Operasyonlar (PSKOPS) kamu bilgilendirme, aldatma ve gizli eylem faaliyetlerinden oluşur’.” Bu, en zahmetsiz, en masrafsız; ama aynı zamanda en acımasız, en insanlık dışı bir kontrol mekanizmasıdır. Modern köleliği, tüm zamanların en kötüsü kılan da budur. Çünkü, insan aslında kendisinin zannettiği hiçbir şeye sahip değildir. Veya kendisinin sandığı herşey aslında manipule edilmiştir. Hatta kendisi bir manipulasyondur! Tarafsız düşünme yetenekleri ve tavırları kontrol edilmektedir. Duyu organları: gözleri, kulakları, hisleri manipule edilmektedir. Yani, bize başkalarının görmek istedikleri gösterilmekte veya duymak istedikleri anlatılmaktadır. Verdikleri „input“lardan da, istedikleri „output“lar çıkmakta… Bu şartlar altında yaşayan bir insanın „özgür“ olabilmesi mümkün mü? Değil. Çünkü özgür insan, kimliğine ve toplumsal konumuna uygun davranabilen, bunun gereklerini yerine getirebilen insandır. Yani, insanın yapması gerekenleri yapamaması veya yapmaması doğasına aykırı olduğu için, özgürlük, bir insanın yapmak zorunda olduklarının veya „zorunluluklarının“ farkına varması“ demektir. Ve insan ne kadar özgürleşir ve insanlaşırsa, o kadar sorumluluklarının ve zorunlulukların da farkında olacaktır. Bu nedenle algıları kontrol edilen veya yönetilen; toplumsal kimliği şu veya bu biçimde manipule edilen bir insan özgür olamayacak ve zorunluluklarının farkına varamayacaktır. Buna direnebilmek ve „kölelik zinciri“ni biraz olsun kırabilmek için statükonun kurumlarına alternatif kurumlar yaratmak ve „kendine ait“ bir toplumsal yaşamı örgütleyebilmek gerekiyor. Elbette egemenlerin güçlü iletişim araçları ile yarışabilmemiz mümkün değil; ama onların ne yapmaya çalıştıklarını bilir, topluma şırıngaladıkları „bilgiler“e şüpheyle bakabilir, kendi iletişim ve bilgi ağımızı kurabilir ve elbetteki örgütlü bir toplum olursak, algılarımızı kontrol etme ve yönlendirme çabalarını bir nebze de olsa geriletebilir, etkisizleştirebiliriz. Kimileri örgütlü ilişkilere şüpheyle bakar, örgütlü ilişkilerde iradelerinin kontrol altına alındığını düşünürler. Gerçek bunun tam tersidir. İnsanlar asıl, örgütsüz olduklarında yalnız ve güçsüzdürler. Manipule edilmeleri daha kolaydır. Çünkü tek bilgi ve iletişim kaynakları, statükonun „bilgileri“ ve topluma şırıngaladıklarıdır. Tek tek, sıradan insanların hiçbir şeyi değiştirmeleri, hatta varlıklarını veya ne istediklerini egemenlere duyurmaları bile mümkün değildir. Örgütlü bir toplulukta, bireysel hak ve özgürlükler veya düşünce özgürlüğü değil; düzenin pompaladığı bireycilik ve narsizim yokolur. Böyle bir toplulukta, „herkes en akıllı“ değildir; akıllı olan örgüttür, toplumdur. Yani, örgütlenmek, iradelerin yokolması değil; iradelerin birleştirilmesi ve büyümesidir. Yaşamımızın her evresini, her anını planlamış ve örgütlemiş; hatta ve hatta neyi görüp duymamız gerektiğine varıncaya kadar bizi köleleştirmiş bir düzende ve statükoda „ben istediğimi yaparım“ diyen bir insan sadece kendini aldatıyordur. Gerçekte, bireyci ve narsist olması isteniyor, o da kendisinden istenileni yapıyordur. Günümüzde bizlere „özgür alanların“ genişleyip „zor“un gerilediğini düşündüren, aslında statükonun „zor“a gerek kalmadan, daha „düşünsel-psikolojik alan“da bizleri teslim alabiliyor, algılarımızı kontrol edip yönetebiliyor olmasındandır. İşe geç kalmamak için kar-kış demeden koşturan ve işten atılmamak için birçok yanlışa boyun eğen veya çocuklarına daha iyi bir eğitim sunabilmek için durup dinlenmeden haftanın yedi günü çalışan bir insanın, iş toplumsal kimliğini örgütlemeye; hak ve özgürlükler için mücadele etmeye gelince „ben böyle düşünüyorum“ deyip örgütsüzlüğü seçmesi veya bireyci-narsist tavırlar geliştirmesi ve bunu „özgürlük“ sanması, algılarının yönetildiği anlamına gelir. Değiştirebilmek ve özgürleşebilmek için örgütlenmek; örgütlenebilmek için de özgür olmak gerekiyor. Paradoks gibi görünse de, ne kadar örgütlü olursak, o kadar özgür olacak; o kadar özgürlüğe yaklaşacağız. Çünkü ancak özgür olursak örgütlenebilir ve ancak örgütlü olursak özgürleşebilir-özgürleştirebiliriz! Yani aslında özgür insan, örgütlü insandır...