#179 Ekleme Tarihi 12/10/2015 08:52:38
10 Aralık 2010 Cuma Saat 10:24
Son yazılarımın konuları Yurtseverlere yönelik eleştiriler; ama bütün eleştirilere cevap yetiştirmeye çalıştığım da sanılmasın. Yazılarımda bahsettiklerimden çok daha fazlası yapıldı, yapılıyor. Ama bunların hepsine cevap vermemiz mümkün değil. Gerekli de değil!
Bazıları sadece küfür manzumesi, bazılarının da siyasi hiçbir değeri yok. Ve ben polemik bile okuyanlara veya izleyenlere birşeyler versin diye seçici davranıyor, okuyucunun kafasının, içerisine herşeyin atılabileceği bir “çöp kutusu” olduğunu zannedenlere prim vermemeye çalışıyorum.
Özetlemek gerekirse: Bu süreçte, bazılarının bildikleri herşeyi ortaya dökmelerine, hatta mahzenlerindeki yedek cephaneyi de kullanmalarına rağmen, söylemlerinin ne kadar uyduruk ve dayanaktan yoksun olduğunu; politikalarını kulis çalışmaları ve yalan-yanlış bilgiler üzerine inşa ettiklerini; bazılarının eleştiri ahlakından ve kültüründen bile haberlerinin olmadığını; sadece dedikodu yaptıklarını, çamur atmaya çalıştıklarını... gördük. Politik eleştirilere karşı feodal ilişkilere yaslanarak; eş-dost-akraba söylemi ile ayakta durmaya çalıştıklarını... Bizi en çok şaşırtan da bunu yapanların çoğunun felsefi-politik olarak böyle söylemleri reddetmeleri gereken, kendilerini “devrimci-demokrat” diye niteleyen insanlarımız olması?
Ama bizim de gücümüz ve dostluklarımız sınandı bu süreçte. Ve birlikteliğimizin temelinin sağlam olduğu, öyle kolay yıkılmayacağımız çıktı ortaya. Sahiplenme ve dostluk gibi güzellikleri yaşadık. Eleştirenler sağolsunlar (!) tereddütlerimizi aşmamıza ve inancımızın pekişmesine yardımcı oldular. Ve eski arkadaşlıkların hatırına veya zaten uzun vadeli perspektifleri olmadığı ve kendi kafaları karışık olduğu için “bekle gör” tavrı alan bir iki kişi hariç, başarıyla: güçlenerek ve yeni dostlar edinerek çıktık süreçten.
Bir süredir bizi eleştiren ve arada sırada “şakşakçılık” vs gibi kelimeler kullansa da getirdiği eleştiriler henüz “şiraze”sinden çıkmamış, bu açıdan olumlu; ama “tarafsız” olmayı da başaramayan bir “Kuzeyli Arkadaş”a cevap vererek bu haftadan sonra, şimdilik, normal hayata! dönmek istiyorum.
Kuzeyli Arkadaş, “Kutsal İttifak” tanımlamamızın abartılı olduğunu düşünüyor ve bir “ortak akıl” toplantısı ile önümüze bakmamızı öneriyor.
Arkadaşımızın şunu bilmesini isterim: Çerkes halkının birliği ve beraberliği bizim varlık nedenimizdir, misyonumuzdur. Ama bu o kadar kolay olmayacak! Politik olarak farklı şeyler söylediğimiz için değil; kirli politika yaptığımız için? Yoksa birlikte yapabileceğimiz çok şey olduğuna ve hatta bu birliktelikleri kurumlaştırabileceğimize inandığımı, ben kendi adıma söyleyebilirim.
Benim yazılarımda kullandığım “Kutsal İttifak” deyişi yalnızca siyasi birliktelik veya yakınlık içinde olanları değil; “kirli politika” yapanları da işaret ediyor! Ve ben bu siyasi ilişkilerimize daha açık ve dürüst yöntemler hakim olmadıkça ciddi birliktelikler yaratmamızın da, ortak etkinlikler örgütleyebilmemizin de mümkün olamayacağına inanıyorum.
Birilerinin bu siteyi ve Çerkesya Yurtseverleri’ni uzun zamandır “bir tehlike”, “bir düşman” gibi gördüğünü ve dostça olmayan yöntemlere başvurduklarını anlattık bir süre. Bir insanın tek başına sahip olamayacağı, ulaşamayacağı bilgilere kollektif yapımız sayesinde ulaşmış; köşede bucakta ve satır aralarında dile getirilenleri bir araya getirerek bu sonuca ulaşmıştık. Belki bazıları hakkımızda başkalarının ne yazdıklarını veya söylediklerini bilmeden; sadece bizim cevap olarak yazdıklarımıza bakarak bazen abarttığımızı; “sert”, “kırıcı” vs olduğumuzu düşündüler, ama abartmadık. Hatta az bile yazdık ve süreci bilen arkadaşlarımızdan da daha ağır cevaplar yazmamalarını rica ettik!
Çerkes halkının kendi politik örgütlenmesini yaratması gerekiri anlattığımız için bizi “en tehlikeliler” olarak ilan ettiler, bu site ile ilişkisi olanları kurumlarımızda izole etmeye çalıştılar; eli kalem tutan herkesi bize karşı yazılar yazmaya teşvik ettiler. Kimileri de kendi kendilerine “durumdan vazife çıkardılar”! Kutsal veya “kirli” ittifak böyle çıktı ortaya.
Kamuoyunun bilmediği yazışmalardan birini aktarayım mesela:
“Tüm siyasi hareketlerin, düşüncelerin "ulusal-demokratik mücadele" içinde farklılıkların bilincinde olarak birlikteliği sağlayacağını düşünüyorum. Milliyetçisi, islamcısı, liberali, sosyal demokratı, devrimcisi bir araya gelebilir. Fakat ulusalcı... Adige ulusçuluğu... yaklaşımı tehlikeli buluyorum.
Eğer sen de ulusalcılık dan haz etmiyorsan aynı sayfada yazdığın arkadaşlarımızı uyar lütfen...” (YKT, 26 Mayıs 2010)
Yazının kendi içerisindeki ve sonrasındaki söylemlerle bu yazı arasındaki çelişkileri... ( bu arkadaşımız o zamanlar milliyetçiler dahil herkesle biraraya gelinebilinir; ama “ulusalcılar”la asla diyordu; sonra miliyetçileri hedef aldı!!! Sonra da fark siyasi yaklaşımda dedi ve devrimci-demokrat eksenden bahsetti vs vs ) hepsini bir kenara bırakalım; ama gördüğünüz gibi burada bizim için açık açık “hiçbir siyaset Adıge ulusalcılığı kadar tehlikeli değildir” tespiti yapılmış. Biz böyle tehlikeliysek, artık bize karşı ne yapılıp yapılmadığını tahmin etmek de o kadar zor olmasa gerek?
Biz bunları anlatırken kimse çıkıp, en azından “arkadaşların düşüncelerine katılmıyorum, ama onların tehlikeli oldukları da abartılı” gibi birşey bile söylemedi. Elbette kimsenin bizi savunmasına gerek yok, biz kendimizi savunuruz; ama ortada bir haksızlık var ve en azından dürüst insanların buna tavır almak gerekmez mi?
İşte “Kuzeyli Arkadaş” ne yazık ki hiçbiriniz bunu yapmadınız. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığıyla en azından sessiz kaldınız. “Sükut” ile onayladınız. Israr ettik, anlatmaya çalıştık bu yapılan doğru değildir, psikolojik savaş yöntemidir diye.
Bak dün ANKARA Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “Türkiye’de Anayasa Sorunu” adlı bir panele katılan CHP Genel Sekreteri ve sözcüsü Prof. Dr. Süheyl Batum öğrencilerin protestosunu eleştirirken “Bana mutluluğun resmini çizebilir misin? Çizemezsiniz. Ama faşizmin resmini çizersin. İşte buradaki 10 arkadaş azınlık faşizmi yapıyor” diyor. Laflara bak Allahını seversen?
Bir yandan “Bana mutluluğun resmini çizebilir misiniz” diyerek Nazım Hikmet’e gönderme yapıyor ve sola göz kırpıyor. Arkasından faşizmi lanetliyor. Sonra da protesto yapan öğrencilere “faşist” diyor. Ama bu kavramın duruma uymayacağını da bildiği için “azınlık faşizmi” diye birşey uyduruyor? Böylece dertlerini anlatmak isteyen öğrencileri damgalıyor, “bunlar zaten faşist, dinlemeyin” demeye getiriyor.
Haftalardır bize karşı yapılmaya çalışılan da budur. Ve bu “kirli ittifak”tır!
İşte son süreçte yaşanan iki yeni örnek:
Ciddi birşey yazmadığı için ilk yazısına cevap vermediğimiz bir “tükenmez kalem”(*), hızını alamayarak “ısmarlama” olduğu her satırından belli olan bir yazı daha yazarak bizi “Nihal Atsız ile aynı kefeye koydu”. Ama kimse çıkıp “o kadar da değil!” gibi bir şey dahi söylemiyor? Niye herkes suskun? Niye bizim her satırımızı didik didik edenler böylesine alçakça bir saldırıyı seyrediyor? Bu durumda “ortak akıl” vs çağrısının bir anlamı var mı? Nihal Atsız gibilerle neyin ortak aklını arıyacaksınız?
Ve bizi böyle “tehlikeli” ve hatta “Nihal Atsız ile aynı” görenlerin, bu karalamalara sessiz kalanların bizimle birlikte iş yapmak istediklerine nasıl inanalım? Bu durumda bizimle birlikte “ortak akıl” arayışlarında samimi olmadıklarını düşünmekte haksız mıyız?
Keza “AP’de Çerkes Günü” süreci. Bu günü örgütleyenlerden biri resmen yalan söylüyor ve hakaret ediyor. İşte yazdıkları:
"...Ben diyorumki Bürükselde yapılan etkinlikle ilgili o sitede yazılanların tamamı yalan, yanlış ve iftirayla dolu ben bu federasyonun ikinci başkanıyım başından beri kabul edilmediler filan gibi yazdıkları saçmalıklarla ben ilgilendim kimsenin kabul edilmediği filan yok son üç güne kadar kendileri ile ilgili bilgileri yollamadılar Avrupa parlementosunda bir etkinliğe katılmak konuşmacı yada izleyici olarak 10 gün evvelinden fotoğrafınız dahil içeri akrite edilmesi lazım adamlar etkinliğe 3 gün kala katılmak istediklerini söylediler bu da mümkün olmadı..."
Biz de “Sayın Asker başvuruyu 6 Kasım'da yaptı. Başvuru mailini de aktarıyoruz:
Selamlar
Eski Adıgey Adıge Xase başkanlarından ve şu anda Krasnodar Adıge Xase aktivistlerinden Sehute Asker yayınladığınız ilanı görmüş ve mümkünse konuşmacı ya da herhangi bir başka statüde katılmak istediklerini bildirmislerdir.
Resmi davetiye göndermeniz mümkünse bana ya da direk kendisine gönderirseniz memnun olurum.
Bu arada yalnızca Euroxase adına davetiye göndermeniz vize alımı için yeterli olmayabilir. Euro parlamentosunun ilgili organlarından davetiye çıkarılması gerekebilir.
Sehute Asker`in mail adresi ;
asoht@yandex.ru
Tel ; +7 - 962 - 853 31 82”
diye yanıt veriyor, isterseniz telefon açıp sorabilirsiniz diyoruz. Çıt yok!
Ama biz böyle birşey yapmış olsaydık, eminim çinceye bile çevirtip gazetelerinde sekiz sütuna manşet yapmak isterlerdi.
Keza siz “AP’de Çerkes Günü” örgütlediğinizi söylüyorsunuz; ama bu güne katılanlar kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda bunun bir “Kafkas Günü” olduğunu anlatıyorlar diyoruz. Yine çıt yok!
Bu arada yazışmalarda bize hakaret ve küfür yağıyor; ama bunları okuyanların, hadi yalanlara gözlerini kapıyorlar; ama bu küfürlere bile sesleri çıkmıyor. Bu mu dostluk? Bu mu ahlak? Bu mu xabze?
İlginç olan Cerkesyayurtseverleri.com “AvrupaParlementosunda Çerkes Günü” ile ilgili henüz bir açıklama yapmamış, kendi düşüncelerini anlatmamış! Sitemizde yayınlanan bütün yazıların adresleri, yazıları yazanlar belli, biz sadece çevirip kamuoyuna aktarmışız; ama buna rağmen bu site hedef gösterilmeye çalışılıyor. Bu mantığı anlamak mümkün mü? Sayın Asker’in bizzat Federasyon Başkanı ile telefonla görüştüğünü ve bu etkinlikle yakından ilgilendiklerini bildikleri halde bizim bu haberleri onlara ilettiğimiz yalanını yaymaları da cabası...
Yani “Kuzeyli Arkadaş”, elbetteki siyasi olarak birbirlerine yakın düşünenler birbirlerini kollarlar, dirsek temasında olurlar; ama bunun da bir sınırı var. Eğer ahlaki sınırlar aşılıyorsa, burada tavır almak gerekir. Ve inan bu bizden çok sizin için önemli. Çünkü biz değil, siz kirleniyorsunuz!
Benim “Kutsal İttifak” dediğim de işte böyle geniş bir yelpaze... Ve sanırım bizim “ortak akıl”dan önce bir “ortak ahlak”a ihtiyacımız var. Bunu başarabilirsek gerisi gelir!
Nasıl ki 21 Mayıs 2010’da bize ne kadar baskı yapılmaya çalışılmışsa da, biz sizleri “düşman”, “uşak”, “bilmem kimin şeyi” vs gibi değil; “Çerkes Siyasetleri” olarak görmüş, birlikte olmaktan rahatsızlık duymamışsak; gelecekte de gerekli olan her yerde ve her platformda yine birlikte olmak ve omuz omuza mücadele etmek isteyeceğimizden kuşkunuz olmasın... Hatta son süreçteki olumsuzluklarınızı unutmaya hazır olduğumuzdan da!
Çünkü halkımızın çıkarınaysa eğer, bizim ezemeyeceğimiz hiçbir gururumuz; unutamayacağımız hiçbir yanlış ve vazgeçemeyeceğimiz hiçbir alışkanlığımız veya arkadaşlığımız... yoktur, olmayacaktır!
Daha ahlaklı ilişkilerle önümüze bakabilme dileğiyle...
(*) Nihal Atsız oğluna yazdığı ve “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diye bitirdiği vasiyeti ile ünlüdür. Bizim bu yönde tek bir satırımızı dahi gösteremezse, bu yazının yazarının ahlakından... şüphe etmek hakkımdır. Darısı da dostlarının başına?