#121 Ekleme Tarihi 05/10/2015 02:17:06
11 Haziran 2010 Cuma Saat 09:49
İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırması ile Filistin sorunu bir kez daha gündeme oturdu. Günlerce Filistin sorunu tartışıldı.
Elbette birgün Filistin sorununa da çözüm bulunacaktır, ama ne zaman ve nasıl; bunu bilmek mümkün değil. Sorunun tarafları şimdilik olası çözüm günü geldiğinde masaya avantajlı bir şekilde oturmanın hesaplarını yapıyorlar.
İsrail, başka Arap ülkeleriyle sınırı ve özellikle askeri konularda kendi karar mekanizması olan bir Filistin istemiyor. Artı, hızla büyüyen Filistin nüfusu da önemli bir sorun İsrail için. Ama Filistin’i geriletebileceği kadar geriletti ve artık “çözümsüzlük” çözüm değil.
Filistin halkı için de durum pek iç açıcı değil. Yüzbinlercesi Ürdün, Suriye, Lübnan gibi ülkelerde kamplarda olmak üzere neredeyse 50 yıldır sıcak savaş şartlarında yaşıyorlar. Hayranlık uyandıracak bir iradeleri var, ama güçler dengesi öyle aleyhlerine, önderliklerini yapanlar sorunu yaratan güçlere öyle göbekten bağlı ve aslında Filistin halkı o kadar yalnız ki, “tıkanıklığı” aşamıyorlar.
Filistin’in mücadelesinden çıkarabileceğimiz çok ders var. Ama ben bunlardan en önemlisinin bugün bize de bulaşma tehlikesi olan “islami radikalizm” olduğunu düşünüyorum.
Bir süredir Kuzey Kafkasya’dan gelen haberler pek içaçıcı değil. Çeçenistan’da örgütlenen, sonra giderek yayılan “islamiradikalizm” önce Dağıstan’a ve İnguşetya’ya; şimdi de Kabardey Balkar’a bulaştı. Daha da yayılacağını tahmin etmek zor değil.
Kimileri suçu “Radikaller”e veya bunları desteklediğine inanılan ABD’ye, Saudi Arabistan’a, Türkiye’ye vs atıyor; sonuçlara bakıp, nedenleri üzerine kafa yormuyorlar.
Elbette bu ülkelerin bölgede parmakları olabilir, çünkü çıkarları var; ama bu gelişmeden en karlı çıkan ülkelerden biri aslında RF ve bir çok kanlı olayın arkasında bizzat RF’nun olduğunu söyleyenler de var.
Bir taşla iki kuş vuruyor: Bir yandan yasal ve meşru olan ulusal hareketleri “terörizm batağı”na çekip yasadışı yöntemlerle bastırma olanağı buluyor, diğer yandan da kendi içindeki muhalefeti “savaş” söylemiyle disipline ediyor!
Genel olarak bir toplumsal mücadele “umutsuzluk” veya “çaresizlik” sürecine girerse veya soruna adil ve tarafları memnun edecek bir çözüm bulunumazsa “yoldan sapma” eğilimleri çıkar ortaya. Bir de, egemenler meşru ve geniş destek bulan bir hareketi ezmek istediklerinde.
Filistin’in durumu hem birincisine hem de ikincisine giriyor. Yani burada hem uzun yıllar ağır şartlar altında yürütülen mücadelenin Filistinlilere ciddi bir kazanım getirmemiş olmasının neden olduğu bir hayal kırıklığı sözkonusudur; hem de İsrail’in, Filistinlilere yaptığı zulmü meşrulaştırmak için el altından “radikaller”e verdiği destek.
Gerçekten de Filistin’de, özellikle son 25 yılda, ne zaman daha demokratik güçler ortaya çıksa bunlara ağır baskılar yapılmış, demokratik mücadelenin önü tıkanmaya çalışılmış ve provakatif eylemlerle topluma “radikal güçler haklı” ve “başka bir yol kalmadı” mesajı verilmek istenmiştir. Böylece demokratik mücadeleden “umudunu kesen kitle” biraz da “çaresizlik” hissi ile “radikal” çözümlere! yönlendirilmiş; ezilmişlerdir.
Kuzey Kafkasya’da da bugün “at izinin it izine karışmaya başlaması”nın altında yatan nedenler üç aşağı beş yukarı aynıdır. Resmi makamların yaptıkları açıklamalara bakılırsa “şiddet” artık Kabardey-Balkar’a ve Stavropol’a da girmiş, hatta yerleşmiştir. 700 militan, bilmem kaç sempatizandan sözediliyor.
Şurada burada patlayan bombaların ve saldırıların adresleri tespit edilemiyor!? Yurtsever ve demokratik güçler baskı altına alınır, “radikal” denilerek insanlar dövülür; hatta öldürülürken yargı işletilmeyerek olayların altında yatan nedenlerin ve “parmaklar”ın açığa çıkması engelleniyor.
Bu gelişmeden, “dışarıdan birilerinin parmakları” olsa bile, en başta RF sorumludur. Başta RF, çünkü Kuzey Kafkasya Halklarına büyük haksızlık yapmıştır ve yapılan haksızlıkları telafi etmek; adil, demokratik bir çözüm bulmak yerine inkar, baskı, şiddet politikalarına devam etmektedir.
Ama aynı şekilde oturdukları koltuklarda ceplerini doldurmakla meşgul “merkez”in kuklası yöneticilerimiz, yetkili ve sorumlu mevkilerdeki insanlarımız ve kurumlarımız da halkımızın haklı taleplerine sahip çıkmayarak, demokratik-yurtsever insanlarımızın ve kurumlarımızın sindirilmelerine seyirci kalarak onurumuzu kırıyor, RF’nun ekmeğine yağ sürüyor ve meydanı “radikaller”e terkediyorlar. “Umutsuzluk” ve “çaresizlik” psikolojisine soktukları, yokolma korkusunun ölüm korkusunu çoktan yendiği genç, yiğit insanlarımızı bölgeyi karıştırmak isteyen güçlerin kucağına itiyorlar.
“Yaşam ne güzel”, “savaşma seviş”, “herşey güzel olacak” gibi boş laflar umut kırmaktan başka bir işe yaramıyor ve bu gidişatı durdurmanın yolu, ulusal-demokratik hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmaktan, ulusal mücadeleyi barışçıl ve demokratik yollardan yükseltmeltmekten geçiyor.
Yurtsever hareket ne kadar çabuk gelişirse, “umut” o kadar çabuk büyüyecek ve halklarımız üzerinde oynanan oyunlar da bozulabilecektir.