Dünyada sosyal adaletsizliğin en büyük olduğu ülkelerden biri, "Neo liberalizmin beşiği"dir Şili: Bir yanda kitlesel yoksulluk, diğer yanda küçük bir azınlığın şatafatı.
Pinochet faşizmi ile 50 yıl baskı altında tutulan Şili halkları sonunda isyan etti. Binlerce, yüzbinlerce insan, özellikle gençler "artık yeter, kazanacağız" sloganları ile ayağa kalktı.
Ekim 2019'da başlayan ve 5 aydan fazla süren gösterilerde 30'un üzerinde kişi ölmüş, 4 binden fazla kişi de yaralanmıştı.
Protestocuların başlıca isteklerinden biri anayasanın yeniden yazılmasıydı.
Bir sene sonra, Ekim 2020'de, diktatör Pinochet döneminden kalma anayasanın yeniden yazılıp yazılmamasının halka sorulduğu referandumdan açık ara farkla yeniden yazılması kararı çıktı. Halkın yüzde 78,27'sini anayasanın yeniden yazılmasını istedi.
Referandumda yeni anayasayı yazacak heyet de halkın onayına sunuldu. Anayasayı "Anayasa Kurulu"nun yazmasını isteyenlerin oranı yüzde 79,04 oldu. Anayasa Kurulunda bulunacak kişiler yerel seçimlerde yine halk tarafından seçilecekti. Kurul'da kadın-erkek sayısı eşit tutulacak ve yerli halkların da temsilcileri olacaktı.
Böylece Şili, halkın eşitsizliğin ve adaletsizliğin temel kaynağı olarak gördüğü Pinochet rejiminin ardından ilk kez demokratik yöntemle yazılmış bir anayasaya sahip olacaktı.
Şili'de daha "demokratik bir Şili" mücadelesi devam ediyor.
Bu hafta yapılan parlamento seçimlerini, eski bir öğrenci lideri, adını 10 yıl önceki öğrenci eylemlerinde duyduğumuz Gabriel Boric kazandı. İlerici Sol İttifakın adayı olarak seçimlere giren Boric tarihi bir seçim zaferi kazanarak Şili'nin gelmiş geçmiş en genç devlet başkanı oldu.
35 yaşındaki Boric özellikle son 10 yıldır gelir dağılımı adaletsizliğine ve yolsuzluklara karşı kitlesel gösterilerle çalkalanan ülkeye, yeni bir sayfa açarak radikal bir değişim gerçekleştirme sözü verdi.
"Şili, neo-liberalizmin beşiği idiyse, aynı zamanda mezarı da olacak. Gençliğin bu ülkeyi değiştirmesinden korkmayın" dedi.
Küresel güçler ve Şili'deki işbirlikçileri buna ne kadar izin verecek, Şili halkları devrimci iradeyi ne kadar örgütleyebilecek, yaşayıp göreceğiz.
Ama bu kadarı bile dünya halkları için büyük kazanım. Çünkü Latin Amerika dünyanın mutfağı gibidir. Yeni sömürgecilik, neo liberalizm, yeni mücadele yöntemleri, yenilgiler, zaferler... önce Latin Amerika'da yaşanır, oradan dünyaya yayılır. Bu nedenle Latin Amerika halkları politik mücadelede zengin deneyimlere sahiptir.
Sosyalistler veya genel bir tabirle "sol gruplar", Şili halklarının bu başarısını, kamuoyuna "solun-sosyalistlerin zaferi" gibi sundular. Ayrıntıya girmediler. Zapatalar, Meksika'da ayaklandıklarında da önce heyecanlanmışlardı.
Ama Zapataların lideri Komutan Yardımcısı Marcos, Meksika'nın yerli halkları olduklarını, iktidarı almak için değil; hükümetin yerli halkları da görmesi-öz yönetim için mücadele ettiklerini söyleyince; özellikle "Meksika'nın Yerlileri, Sosyalistler, Sendikalı İşçiler, İşsizler, Kadınlar, Öğrenciler..." diye başlayan, bütün toplumsal grupları onore eden açıklamaları dünyaya yayılınca heyecanları azaldı.
Çünkü Türkiye solu, alışkın değil böyle açıklamalara. "Türkiye halkları" der, geçer. Sosyalizm bütün sorunları çözeceği için, farklı toplumsal grupların ayrı örgütlenmesine sıcak bakmaz. Gücü bölmek olarak görür ve çoğuna "milliyetçi" der.
Elbette bir ülkede veya coğrafyada yaşayan insanların bir çok ortak kaygıları ve sorunları vardır. Ve kültürleri, hayat tarzları zamanla birbirine benzer. Birçok şey içiçe geçer.
Türkiye'de böyle şehirlerden birinde dolaşsanız, oturup kalkmasından, dinlediği müzikten, yediği yemekten kimin Türk, Kürt, Arap veya Çerkes olduğunu anlayamazsınız.
Severek dinlediğimiz Türkçe türkülerin çoğu Kürt veya Ermeni türküleridir. Türkiye'de yaşamış veya hala yaşayan halkların artık ortak bir mutfağı veya yemek kültürü ve halk oyunları veya düğünleri vardır.
Ortaklıklarımız çoktur. İşsizlik, yoksulluk, baskı, zulüm... hepimizin ortak sorunlarıdır. Ve daha güzel, demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygı duyan bir Türkiye, hepimizin özlemi.
Ama özgünlüklerimiz, kendi sorunlarımız da var, herkes aynı değil. Ve daha güzel bir Türkiye özlemi olan herkes sosyalist değil.
Artık özgünlüklerini yaşamak ve yaşatmak isteyenleri, bunun için örgütlenenleri milliyetçi veya "şu bu" diye ötekileştiren bir sol, hiç bir yerde "en geniş demokratik ittifakı" veya "birlik" kuramaz.
Ortaklıkları anlatmak ve örgütlemek, ama farklılara, farklı olanların örgütlenmelerine de saygı duymak gerekiyor. Örgütler, biraz da "örgütler toplamı" olmalı. Dünya artık böyle.
Kendilerini "sol", "sosyalist", "devrimci"... diye tanımlayan bazı Çerkeslerin ısrarla etnik-ulusal farklılıkları önemsizleştirmelerinin, hatta inkar etmelerinin, "birlik" olmak için bir çatı kimlik aramalarının, farklı olanları "milliyetçi" diye suçlamalarının altında eski, işe yaramayan hayata bakış tarzı ve örgütlenme anlayışı yatar.
Hakim ulustan ve "eski Sol"dan araklanmış bir tarz ve/veya anlayıştır bu.
Hakim ulusun, aslında farklı olanı asimile etmek için uydurduğu; Sol'un ise, "cepheyi bölmemek" için geliştirdiği bir söylem.
Can Nart'ın facebook sayfasındaki "worşer"inde bunların izlerini çok net görebilirsiniz. Ve tıpkı kimlik konusunda olduğu gibi, siyasi söylemlerde de kafası karışıktır Can Nart'ın.
70'li yıllarda eski sol gruplar dönüşçüleri "küçük burjuva milliyetçisi" olarak tanımlamışlardı. Doğrusu da bu. Ama hakim ulustan ve eski soldan esinlenerek herkesi "milliyetçi" diye tanımlamayı seven Can Nart'ın "milliyetçi" olarak tanımlanmaya itirazı var.
Bir yerde "Biz sosyalisttik-sosyalistiz" diyor, başka bir yerde "demokratız". Devamında "sosyalizme karşı değildik" veya "sosyalizmi benimsedik" dediği de oluyor.
Farklı siyasi ilişkileri ve duruşları anlatan bu tanımları, neredeyse aynı anlamda veya aynı şeyi anlatmak için kullanıyor.
Ve "Milliyetçi dönüşçüler", "demokrat dönüşçüler" gibi bir ayrım yapıyor.
Hakim ulusun "milliyetçiliği"nden esinlendiği için, milliyetçiliği ırkçılık-şövenizm sanıyor. Demokratlık ile karşı karşıya getiriyor.
Yurtseverliğin, "demokratik milliyetçilik" demek olduğunu; devrimci mücadelenin içinde olan ve sosyalizmi inşa etmek isteyen ulusal hareketler için "devrimci milliyetçi" tanımının yapıldığını bilmiyor veya bilmiyormuş gibi yapıyor.
Önyargılarından kurtulamıyor.
Aslında tek bir derdi var: Kuzey Kafkas Halklarının birliği. Ama birlik için, aynı olmak veya ortak bir kimliğe sahip olmak takıntısından kurtulamadığı için, siyasi literatürü alt üst ediyor.
Can, sevgili arkadaşım, hocam...
Bütün etnik-ulusal örgütlenmeler, milliyetçidir. "Milliyetçi" diye tanımlanırlar. Bu nedenle, senin de dile getirdiğin gibi, eski sol gruplar "Dönüşçülere" de milliyetçi diyorlardı.
Çünkü Dönüş, bütün Türkiye halklarının değil, asimile olan bir etnik-ulusal topluluğun: Çerkes halkının sorunlarını çözmek için geliştirilmiş bir düşünceydi. "Çerkes"i Adığeler için değil; bütün Kuzey Kafkas halkları için kullanman bu gerçeği değiştirmez.
Teori, "bir veya birden çok etnik topluluğun mücadelesi" ayrımı yapmaz; "etnik-ulusal sorunları çözme mücadelesi" der.
Coğrafya eksenli de olabilir, etnik-ulus eksenli de. Coğrafya eksenli olana "Fransa tipi", etnik topluluk eksenli olana ise "Alman tipi" de denir.
Ama ikisi de milliyetçiliktir.
Ulus devlet-demokratik ulus ayrımını da karman çorman etmişsin ne yazık ki. Ve yazdıkların, bu konuları iyi bilmediğini gösteriyor.
Ulus devlet, bir etnik-ulusal topluluğun devletidir. Demokratik de olabilir, faşist de. Bunu, ekonomik-toplumsal ilişkiler belirler.
Sorun, çok uluslu devletlerde, bir ulusun, diğer ulusların, etnik-ulusal toplulukların varlıklarını, hak ve özgürlüklerini tanımadıklarında, onları asimile etmeye çalıştıklarında çıkar.
Bu, hakim ulus milliyetçiliği, şövenizmdir.
Yani "kötü" olan ulus devlet değil; çok uluslu devletlerin, ulusal bir devlete dönüşmek için, diğer etnik-ulusal toplulukları yok etmeye, asimile etmeye çalışmasıdır. Çok uluslu devletlerdeki ulusal sorun da budur.
"Demokratik Ulus" ise görece yeni bir kavram ve çözüm platformudur. Ama senin kullandığın gibi, etnik-ulusal kimliklerin inkarı veya ortak bir kimlik arayışı değil; çok uluslu devletlerde barış içinde birlikte yaşama teorisidir.
Etnik-ulusal toplulukların geleceklerini garanti altına alabilecekleri demokratik hak ve özgürlüklere sahip olarak birlikte yaşamasıdır.
"Demokratik Ulus"ta, ulusal veya etnik kimlikler ve bu kimliklerin örgütlenmeleri inkar edilmez, tam tersine desteklenir, örgütlenir.
Kürt Hareketi'nin Türkiye'de ve Ortadoğu'da önerdiği ve mesela Suriye'de pratikte örgütlemeye çalıştığı budur.
Keza, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı ve/veya ulus devlet, bağımsızlık demek değildir. Ulus devlet, çok uluslu devletin bileşeni olabilir. Biçimi tartışılır. Federal bir devlet de olabilir, bir devletin yerel Cumhuriyeti-bölgesi de.
Adığe Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu içerisinde bir devlettir ( ne kadar olduğu, başka bir tartışma konusu ), çok uluslu bir devlettir. Çok ulusluluğu, siyasi bir tercih değildir, Rusya Federasyonu'nun SSCB'den aldığı mirastan kaynaklanıyor. Ama Rusya Federasyonu'nda nüfusunun % 98'i Çeçen olan Çeçenistan çok uluslu değildir.
Bask ülkesi veya Katalonya ise, İspanya devletinin yerel bir bölgesi veya Cumhuriyeti'dir.
Bunları, tartışmaya açtığın konuyu önemsediğim ve tartışmanın devam etmesi, derinleşmesi için yazıyorum. Ama bu yazı o kadar uzasın istemiyorum. Şöyle noktalayayım:
Bugün tartışma, milliyetçilerle sosyalistler veya demokratlar arasında değil; gelecek vizyonları ve çözüm-örgütlenme yöntemleri farklı Çerkes milliyetçileri arasındadır.
Çerkesya Hareketi, bir Dönüş Hareketi'dir. Ulusal-demokratik bir Harekettir. Çerkesya'nın rengine gelecek kuşaklar karar verecektir.
Gelecek vizyonu, ulus devlet kurmak değil; tarihi vatanı Çerkesya'da demokratik-ulusal hak ve özgürlüklerine sahip olarak, bugün üzerinde yaşayan bütün halklarla barış içinde kardeşçe birlikte yaşamaktır, baskısız ve sömürüsüz bir dünyadır.
Şili'ye döneyim...
Merak ettiğim ve gidip tanıştığım halklardan biri de Mapucheler'di. Şili ve Arjantin'de yaşayan bu yerli halkın ismi Mapuche, "toprağın insanı" anlamına geliyor. Farklı alt etnik grupları var. Bizdeki Abzah, Shapsığ, Kabardey, Vubıh... gibi. Anadilleri Mapudungun, ama İspanyolca da konuşuyorlar. Thamade'lerine "lonko" deniyor.
Aslında bir tarım toplumu, ama çözülmeye başlamış ve artık nüfuslarının çoğu büyük şehirlerde, yoksulluk içinde yaşıyor.
Tarihi topraklarını önce İnka İmparatorluğuna, sonra İspanyol işgalcilere karşı savunmuşlar; Arjantin ve Şili devletleri kurulunca tarihi vatanları ikiye bölünmüş.
Birçok Şililide biraz yerlilik ve Mapuchelilik var; ama 2002 nüfus sayımına göre Şili'de toplam 604.349 Mapuche yaşıyor ve bu, Şili'nin nüfusunun % 4'üne tekabül ediyor. Yaklaşık 300.000 Mapuche de And Dağları'nın diğer tarafında, Arjantin'de yaşıyor.
Mapucheler uzun yıllardır toprakları, dilleri, kültürleri ve ulusal birlikleri için mücadele ediyorlar. Özellikle tekellerin geleneksel topraklarını yağmalamasına, Pinochet Anayasasına ve yurtsever Mapuche liderlerine yönelik baskı ve teröre karşı.
Mapuche dili, farklı diyalektleri ile birlikte, Şili'de ve az da olsa Arjantin'de hala konuşuluyor. Tahmini olarak Şili'de yaklaşık 200.000 kişi Mapuche dilini akıcı olarak konuşabiliyor.
Son yıllarda Şili hükûmeti geçmişte yapılan haksızlıkları düzeltme yoluna gitti ve Mapuchelerin daha yoğun yaşadıkları bölgelerde Mapudungun dilini ve kültürünü ilkokullarda müfredata dahil etti.
Ama Mapucheler bunu yeterli görmüyor, anadillerine ve tarihi vatanlarına siyasi statü verilmesini; resmi ve gayrı resmi çetelerin Mapuche yurtseverlerine yönelik saldırılarının, haksız tutuklamaların durdurulmasını, sorumluların cezalandırılmasını ve hapishanelerdeki tutsakların serbest bırakılmalarını talep ediyorlar.
Mapucheler, Şili'deki demokrasi mücadelesinin bileşeniydiler. Bütün demokratik, Pinochet anayasası karşıtı eylemlerde Mapucheleri görebilirdiniz. Ulusal kıyafetleri, bayrakları ve kültürleri ile. Kimse onlara, "ayrımız gayrımız mı var, ne bu milliyetçilik" diye sormadı.
Bu nedenle, Anayasa yazma kurulundaki yerli halkların temsilcileri arasında Şili nüfusunun % 4'ü dahi olmayan Mapucheler de var. Bu, Mapucheler için büyük bir kazanım, hatta zafer.
Hem demokratik mücadelenin içinde kendilerini ve taleplerini Şili halkına anlatabildikleri için hem de Şili'nin siyasi geleceğinde söz sahibi olabilecekleri için bir zafer.
Ve bir örnek! Veya "nasıl yapmalı"ya başka bir örnek daha...
Bask, İrlanda, Maori halklarının, Avustralya'daki Aboriginlerin mücadelelerini daha önce anlatmıştım. Onlar da hemen hemen aynı rotayı izlediler. Ki, başka bir rota da yok zaten.
Bu halklar ulusal kimlikleri, dilleri, bayrakları, sembolleri ve talepleri ile demokrasi mücadelesinin parçası oldular. Kendilerini ve taleplerini demokratik kamuoyuna anlattılar. Kendi kimlikleri ve örgütleri ile, birlikte mücadele ettiler. Böylece, kimliklerini, kültürlerini "o güzel gün"ün gelmesini beklemeden koruma imkanına sahip oldular.
Kimse de onları, "milliyetçi" diye suçlamadı.
Mücadele içinde, birlikte yaşadıkları halklar onları tanıdılar. Taleplerini duydular.
Ve tarihin bir dönemecinde, o güzel gün geldiğinde, yerlilerin de masaya oturma taleplerini desteklediler.
Bask ülkesinde İspanyollar, ( Kastilyalılar ) Bask ulusal mücadelesine aktif olarak katıldılar. Resmen savaştılar. Yeni Zelanda'da Maoriler için mücadele edenler; Avustralya'da, 2000 kişilik yerli halklardan bile özür dilenmesini isteyen binler, yüzbinler "beyazlar"dı!
Türkiye'de, şövenizmi "milliyetçilik" sanan, aralarındaki farkı bilmeyenler; neredeyse dünyanın her yerinde yaşanan bu örnekleri görmek istemiyor; etnik-ulusal örgütlenmeleri "milliyetçilik", "mikro milliyetçilik" vs diyerek karalamaya devam ediyorlar.
Halbuki demokratik olmayan, ulusal sorunlarını çözememiş (şövenist) ülkelerde, etnik-ulusal örgütlenmeler ve talepler, bu sorunları ve talepleri kamuoyuna anlatmanın tek aracıdırlar.
Bu ülkelerde ulusal ( milliyetçi ) örgütlenmeler ve mücadeleler demokrasi mücadelesinin bileşenleridir, ülkeyi demokratikleştirirler.
Ama demokrasi mücadelesinin içinde olmak da onları demokratikleştirir, demokratik dinamiklerini güçlendirir.
Şili'de Mapucheler, ulusal mücadeleleri ile bu rolü oynadılar.
Gıdasını "ortodoks" sosyalist teori ile şövenist kemalizmin karışımı bir şeyden alan, bu teorileri Çerkes ulusal mücadelesine birebir uyarlamaya çalışan; bu nedenle kendisi gibi düşünmeyen, etnik-ulusal kimliğine, diline, kültürüne sahip çıkan herkese "milliyetçi" yaftası vuran Can Nart gibi kafası karışık Çerkes milliyetçileri kendilerini güncelleseler ve dünyada ne olup bittiğini biraz daha yakından izleseler, daha hızlı yol alırız.