"SOKAKLAR" ÇERKESYA YÜRÜYÜŞÜMÜZÜN DURAKLARI OLACAKLARDIR!

#192 Ekleme Tarihi 13/10/2015 07:48:36
16 Nisan 2011 Cumartesi Saat 10:40   "…önceden belirlenmiş yollardan         gidersen bu yollar üzerinde kurulu         şehir ve kasabalara uğrarsın…"                                                                                Adorno   „Çerkes Sorunu“, Çerkes aktivistlerinin, gruplarının, kurumlarının ve yurtseverlerinin; kısaca, sürece karınca kararınca katkıda bulunan herkesin veya Sayın Kanakov’un sözleriyle „hasta Çerkeslerin“ yoğun çabalarıyla dünyanın gündemine girmeye başladı. Artık RF dahil Çerkeslerin yaşadıkları ülkelerde ve dünya siyasetine yön veren çevrelerde „Çerkes Sorunu“ da tartışılıyor ve hemen hergün basın yayın organlarında bizimle ilgili bir haber veya yorum çıkıyor. Bizimle ilgili çıkan bu haber ve yorumlar, ister olumlu olsunlar ister olumsuz, „Çerkes Ulusal Sorunu“nun gündeme girmesine veya gündemde kalmasına neden oldukları için bir kazanımdır. Ama bugün „sorun“u tartışanların, yarın „çözüm“ü de tartışacaklarını unutmamak lazım. Hatta daha şimdiden bunlardan bazıları Çerkes Sorunu’nu kafalarındaki çözüm önerilerine uygun formüle etmeye çalışıyor veya çözüm önerilerine uygun bir sorun tanımı yapıyor ve „Çerkes Sorunu“nu tartışırken bir yandan da kendi „çözüm“lerini de beyinlerimize şırınga etmeye çalışıyorlar.  Bu nedenle bizim de artık ve hızla kafa karışıklıklarını aşmamız; hedef ve misyonumuzu daha net bir şekilde tanımlamamız; politik-sosyal-kültürel her alanda misyonumuza uygun insanlar olabilmek için kendimizi ciddi bir eleştiri-özeleştiri sürecinden geçirmemiz ve yeniden yapılanmamız gerekiyor.  Cevdet Abi geçen hafta Bandırma yöresinden eleştirel bir haber yazısı yazmıştı. Sitemizde haberin altında bir tartışma yaşandı ve haber „karşılıklı özür dilendi“ denilerek yayından kaldırıldı. Haberde „teknik bir hata“ da vardı ve bu nedenle kaldırılması gerekiyordu; ama Cevdet Abi’nin kimi eleştirilerinin yanlış olduğunu da sanmıyorum. Ki yazının kaldırılmasından sonra bir okuyucumuz özelime gönderdiği bir mesajda „Yazının kaldırılmasına bir okuyucu olarak üzüldüm. Hapiy Cevdet Yıldız!ın özür dilemesini de anlayabilmiş değilim. Bu böyle mi sürecek peki? Fikirler özgürce dile getirilmeli. Yazı gerçekleri yansıtıyordu. Uyumaya devam mı edeceğiz yani?“ diyerek eleştirilerin doğru olduğunu teyit ediyordu. Ben de okurumuz gibi artık kim rahatsız olur diye düşünmeden doğruları konuşabilmemiz; hem suçlu hem güçlü olanların önünde eğilmememiz gerektiğine inanıyorum. Sitemiz şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bu konuda dik durmalı, eleştirileri göğüsleyebilmeli ve yeniden yapılanmamızdaki öncü rolünü oynamaya devam etmelidir. 1991 yılında Reyhanlı’da benzer bir sorun ve tartışma yaşanmıştı. Benim de akrabam olan bir büyüğümüz kızlarımızdan birinin eski belediye başkanının oğlu ile evlenmesine aracı olmuştu. Bir süre belediye başkan vekilliği de yapan büyüğümüz bu Türkmen aileye „minnet borcu“nu ödemek için olsa gerek kızımızı isteyenler tarafındaydı. Gençler olarak bu duruma çok kızdık ve kızgınlığımızı ilk düğünde, bu büyüğümüz alana geldiğinde pxeiç’i durdurarak ve kendisine sırtımızı dönerek gösterdik. Elbette „ayıp“ vs diyenler oldu, ama tepkimiz etkili olmuştu. Sosyal kültürel yaşama yapılan böylesi „küçük“ müdahaleler önemsiz değildir. Hatta asimilasyon bu gibi sosyal-kültürel ilişkiler ve „bizden birileri“ vasıtasıyla yaşamımıza girdiği için, bunlara tavır almak çoğu zaman „alacalı bulacalı“ teoriler üretmekten bile daha önemlidir.  Bildiğimiz gibi egemenler baskı altında tuttukları ve asimile etmek istedikleri halklara karşı aynı yöntemlere başvurmazlar. Bu halkların toplumsal-siyasi örgütlenme biçimleri ve ekonomik-politik yaşam düzeyleri hangi yöntemlere başvuracaklarını da belirler. Ulusal bilinci gelişmiş, örgütlü bir halkı asıl olarak askeri yöntemlerle ezmeye çalışırlar. Bu bilince sahip olmayan, örgütsüz; hatta kabileciliğin ve ulus öncesi toplumsal ilişkilerin yaygın olduğu halkları ise öncelikle „içeriden fetheder“, politikleşmelerini ve örgütlenmelerini engeller; sosyal kültürel değerlerini bozar, yozlaştırır, kimliksizleştirirler. Biz diasporada ikinci yöntemle asimile edildik. Önce „içeriden“ fethedilip „devşirildik“; yani içerisinde yaşadığımız ülkelerin ekonomik-politik çıkarlarını savunan mevkilere ve mesleklere getirildik. Sonra kurumlarımız devşirildi; „politikaları“ bizi asimile edenlerin politikaları ve çıkarları ile uyumlu hale getirildi; daha sonra da bu „devşirme örgütler“ eliyle halkımız kimliksizleştirildi. Bu nedenle ben devşirmeliğin mazur görülebilecek bir hata değil, asimilasyon öncesi son durak ve soysuzluğun bir biçimi; Çerkes Sorunu’nun kökünün de artık dışarıda değil, içeride olduğuna, içimize taşındığına ve İbahim Yağan’ın Nalçık’da bir mitingte yaptığı aşağıdaki konuşmanın da buna işaret ettiğine inanıyorum: “Bugün başımıza gelen olumsuzluklar, Balkar’dan Karaçay’dan değil; kendi içimizden çıkan köle ruhlulardandır. Herşeyden önce onların hesabını görmemiz gerekir.  Eskiler “köleyi ata bidirirsen eyeri işgal eder”  derlerdi. Çogunlukla kendi çıkarlarının ve midelerinin kölesi olanlar bize lider oluyor, bizleri de köleleştirmeye çalışıyorlar. Her millet kendi çıkarlarını korumakta, toplumunu ileri götürmekte özgürdür. Halkı için çalışanlara değer vermek lazım. Ancak midesinin kölesi olup halkının menfaatlerini alçaltanları hizaya getirmeden iyi bir geleceğimiz olmaz…” Bazılarımız konuya biçimsel yaklaşıp, bir tarafta padişah ve yeniçeri ordusu; diğer tarafta da „hiristiyan çocuklar“ göremeyince devşirme demenin yanlış olacağını düşünebiliriler. Ama devşirmelik eski veya geçmişte kalmış değil; tam tersine Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından daha da geliştirilip bir devlet politikası haline getirilmiş, kurumsallaştırılmış ve Çerkesleri asimile etmenin yöntemi olmuştur. Hatta bugün bütün yeni sömürgeci devletlerin bir kurumu ve yöntemi haline gelmiştir demek bile yanlış olmaz. Bildiğimiz gibi klasik sömürgecilikte boyunduruk altına alınan halkların hemen hiçbir hak ve özgürlükleri yoktu. Örgütlenmelerine izin verilmez, kelimenin gerçek anlamıyla köleleştirilirlerdi. Sömürgeciler üniformaları, dilleri, hatta renkleri ile „başkaları“ veya „yabancı“ idiler. Keza bunlarla işbirliği yapan „yerli“ler de sömürgecilerin üniformalarını taşır, dillerini konuşurlardı. Bu nedenle yerli halklar için „düşmanı“ ve „işbirlikçileri“ni görmek veya göstermek zor olmazdı. Bir Cezayir’li için mesela, Fransız üniforması taşıyanlar işgalcilerdi ve bu üniformayı taşıyanların, ister Fransız olsun ister Cezayır’li, istemlerinin Cezayir halkının çıkarına olup olmadığı üzerinde fazla kafa yorması gerekmezdi. Bu nedenle Cezayirli Yurtseverlerin işi görece kolaydı. Yeni sömürgeciliğin esası ise „görünmez“ olmak; „düşman“ı ininde yoketmek, yani beyinleri fethetmek ve pis işleri „taşeron yerliler“lere; yani devşirmelere yaptırmaktır. Bugün artık herkese ve hemen her düzeyde „örgütlenme hakkı“ verilmiş, ama örgütler ve beyinler ele geçirilmiştir. Sömürgecilik „yerli“leşmiş veya işgal içselleşmiştir. Sizin adınıza örgütlenmiş kurumlar veya sizin adınıza konuşan insanlar var zannedersiniz; ama gerçekte bu kurum ve insanlar sizin değil, sizleri kontrol altında tutmak isteyenlerindir. „Sarı sendikacılık“ ile anlatılmak istenen de biraz buna benzer, ama devşirmelik sarı sendikacılıktan daha derin, daha boyutlu; yaşamın ekonomik-politik-sosyal ve kültürel bütün alanlarına nüfuz eden, bu alanları egemenlerin çıkarlarına uygun bir şekilde tanımlayan bir örgütlenme ve asimilasyon yöntemidir. Eskiden „işe yarayacak“ insanları toplar, eğitir ve askeri-bürokratik aygıtlara entegre ederlerdi. Bugün artık teslim almak, ezip yoketmek veya kontrol altına almak istedikleri bir halkın veya insan topluluğunun yalnızca tek tek bireylerini değil; kurumlarını da devşiriyor, ihanet odağı haline getiriyorlar. Varsa devlet örgütlenmelerine, okullarına, sendikalarına, derneklerine…bütün sivil toplum kuruluşlarına sızıyor ve bunları politik olarak kendi çıkarlarını savunacak tarzda yeniden örgütlüyorlar. Bu, devşirmeliğin ve ihanetin veya soysuzluğun kurumlaşması demektir. Çünkü böyle kontrol altına alınan kurumlar gerektiğinde „teşhir olanları“ değiştirip, hatta kendisini de yenilemiş görüntüsü verip konumlarını devam ettirebiliyorlar. Siz çalışıp çabalıyor, „işe yaramayan“ları değiştirdiğinizi, „yenilerini“ kurduğunuzu sanıyorsunuz; halbuki seçtiğiniz veya kurduğunuz devirdiğinizi sandığınızın ( sandığınızın diyorum, çünkü bu aşamaya gelince egemenler sizden önce düğmeye basıp teşhir olanı gitmeye razı ederler ) henüz teşhir olmamış ikiz kardeşi oluyor, İhanet, hain, işbirlikçi gibi kelimeleri kullanmak beni, okumak da eminim sizi rahatsız ediyor. Hatta iki hafta önce „Die Tscherkessen-ein Volk stellt sich vor“ ( Çerkesler- bir halk kendini tanıtıyor ) resim sergisini izlemek için gittiğim Münih’te dernek çevresinden gençlerle yaptığımız bir sohpet toplantısında da bu kelimelerin kullanılmasından rahatsız olanlar vardı. Anlaşılır ve insani bir duygu bu. Çünkü kimse en yakınındaki insanların; büyüklerinin, arkadaşlarının ve belki de akrabalarının böyle bir yanlışı yapıyor olabileceklerini düşünmek, buna inanmak istemez. Ama ihanet ve işbirlikçilik de dünyanın her yerinde yaşanan ve her halkın başına musallat olan bir gerçek ve bir beladır. Çıkar çatışmasının olduğu her yerde olduğu gibi bizde de var. Ve bu gerçeğe gözlerimizi kapayarak yeniden yapılanabilmemiz, halkımızın çıkarına olabilecek örgütlenmeleri yaratabilmemiz veya varolanları dönüştürebilmemiz de mümkün değildir. Düşman dışarıda, ama ihanet içimizde; beynimizde, günlük yaşamımızda, alışkanlıklarımızda, önyargılarımızda ve şimdiye kadar yürüdüğümüz yolda, izlediğimiz yöntemdedir. Bu nedenle, Çerkes Sorunu’nun dünyanın gündemine girmeye, başkalarının bizleri tartışmaya başladığı; bizlerin de yeniden yapılanmaya ve örgütlenmeye çalıştığımız bu günlerde herşeyimizi gözden geçirmemiz ve cesur olmamız gerekiyor. Önceden belirlenmiş yollardan gidersek bu yollar üzerinde kurulu şehir ve kasabalara uğramak zorunda kalır, zaman kaybeder ve hatta hedefimize ulaşamayabiliriz. „Çerkes Sorunu“nu hep birlikte dünyanın gündemine getirmeyi başardık, ama bir sorunu gündeme getirmek ile çözmek aynı şey değildir. Bir insan nasıl çözüleceğini bilmeden, çözümler üzerine konuşmak için yeterli birikime ve donanıma sahip olmadan da kendisini rahatsız eden sorunları anlatabilir. Biz de şimdiye kadar bunu başardık, ötesini değil. Yaptığımız hatalar henüz Çerkes Ulusal Sorunu’nun olduğundan bile habersiz bir dünyada pek göze batmadı. Ama artık  „muhatap alındığımız“, çözüm bulunmasına katkıda bulunabilecek çevrelerle ve kurumlarla ilişkiye girmeye, basın yayın organları aracılığıyla kamuoyuna seslenmeye başladığımız bu günlerde böylesi acemilikleri veya yanlışları yapma hakkımız yok. ÇHİ hariç! Onlar bütün iyiniyetli uyarılarımıza rağmen bildiklerini okumaya, „eski yollar“dan yürümeye, kamuoyunda bir kimlik ve temsil karmaşası yaratmaya devam ediyor, televizyon ekranlarında komik durumlara düşüyorlar. Üç gün önce Türkiye’de olan Abhazya Devlet Başkanı’nın ağzından bir kez olsun „biz Çerkesiz“ lafı çıkmamış; bugün Dünya Abhaz Abaza Kongresi ve Abhazya Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi Öğrencileri birlikte "Yaşamın her boyutunda Abazaca konuşma Kampanyası" organize etmişler; şimdiye kadar bir tek Oset kurumu Osetlerin Çerkes olduklarını iddaa etmemiş… Çerkesler ( Adıgeler ) dışında hiçbir Abhaz, Oset veya Çeçen örgütlenmesi „Çerkes Hakları“ mitinglerine destek vermemiş; ama İnisiyatif, daha doğrusu bu oluşum içerisindeki „o Abaza“, Çerkes sorununun ve çözümünün tartışılmaya başlandığı bu günlerde ısrarla Çerkes kimliğini böyle bulanıklaştırmaya çalışıyor. Yanına da internetteki profiline üzerinde Çerkesya’nın bile görünmediği tarihi Osetya (Alanya ) haritasını yapıştıran; sayın Bagapş’ın „öz be öz Abhazım“ dediği gibi, „öz be öz Oset“ birini almış, yüzlerce Abhaz ve Oset bayrağı yaptırıp bunları Çerkeslere ( Adıgelere ) taşıttırmayı planlıyor. Niye? Niye biz Çerkesleri RF’nun stratejik ortağı kardeş halklarımızın yedeğine sokmaya çalışıyorlar? Ne çıkarları var bundan? Yarın „Çerkes dilleri“nde TV’de yayın hakkı verildiğinde veya okullarda bu diller öğretilmeye başlandığında önce Abhaz ve Oset devletlerinin, dillerinin Çerkes dili gibi lanse edilmesine itiraz edeceklerini bilmiyorlar mı? Ve Çerkes dilini vatanından ve ulusundan koparıp bir etnik grubun dili konumuna düşürdüklerinde „talihsiz olaylar sonucu yaşanan nüfus hareketleri ve göçler“ nedeniyle bu ülkeye sığınmış; hatta artık bu ülkeyi vatanı bellemiş bir insan topluluğu muamelesi göreceğimizi… Yoksa „gizli gündemleri“ bunu tescillemek ve uluslaşma mücadelemizin önünü kesmeye çalışmak mı? Biz Yurtseverler, ortaya çıktığımız ilk günden beri tarihi topraklarımızda egemen bir halk olma,  ulus olma istemimizi dile getiriyor; sokaklarda boyumuz posumuz ve endamımızla değil; kimliğimizle, politik taleplerimizle ve Çerkesler olarak görünür olmak istiyoruz. Bizler için hedef „Çerkesya’nın inşaası“; Çerkes halkının uluslaşmasıdır. Geleceğidir! Kendimizi ifade ederken veya taleplerimizi formüle ederken asla bu hedefimizi akıldan çıkarmamalı, bütün faaliyetlerimiz ve kazanımlarımız bizleri nihai hedefimize yakınlaştırmalı ve taleplerimizi bu eksende formüle edip dile getirilmeliyiz. YaniYurtseverlerin attıkları her adım „Çerkesya Yürüyüşümüzün Bir Durağı“ olmalıdır. Bu nedenle sokaklara çıkar; muhattap olmak ister ve talep ederken ne istediğini bilen; taleplerinin altını tarihsel ve hukuki olarak doldurabilen insanlar olmalı, bunları bir halk olarak hakkettiğimizi dünyaya göstermeliyiz. Eğer „muhattap alınabilecek“ olgunluğa, bilgiye, birikime, cesarete ve cürete sahip insanlar olduğumuzu gösteremezsek çözüm arayanların kuracakları masada kendimize bir yer bulamaz ve yine başkalarının çözümleri(!)ni kabul etmek zorunda kalırız. Henüz muhattap olacak veya alınacak biz örgütlülüğe sahip olmasak da misyonumuzun bizlere yüklediği sorumlulukların farkında olmalı, ne söylediğimizi bilerek konuşmalıyız. Bir Yurtsever „ne istiyorsunuz?“  sorusunu, tereddütsüz bir şekilde „anavatanımız Çerkesya’da ulus olmak“ diye cevaplayabilmeli, sorunumuzu her platformda bu çerçevede tartıştırmalı; çözümü burada aramalı ve anavatanımızda uluslaşma istemimizden asla vazgeçmeyeceğimiz kararlılığını beyinlere kazımalıdır.  Çünkü  „Anavatanımız Çerkesya’da Bir Ulus Olmak İstiyoruz“ cevabı Çerkes Ulusal Sorunu’nun en bütünlüklü, ulusal mücadelemizin zafere ulaşıncaya kadar geçilecek evrelerinin hepsini kapsayan tek çözümüdür.  Bu cevabın içerisinde „kim olduğumuz“un, „nereden geldiğimiz“in ve „nereye gitmek istediğimiz“in yanıtı; insanlığın beşiği sayılabilecek topraklarda yüzyıllarca yaşamış ve medeniyet kurmuş biz Çerkeslerin yapamadıklarımızın, sahip olamadıklarımızın ve halen içinde bulunduğumuz durumun itirafı vardır. Bu cevabın içerisinde Çerkeslere yapılan tarihsel haksızlığın giderilmesi; geçmişin sorunlarının geleceğimizi inşa etme perspektifli çözülmesi istemi ve iradesi ile „siz kimsiniz?“ sorusunu, „siz ne istiyorsunuz?“a; yani yüzlerimizi geçmişten geleceğe çevirme perspektifi vardır. Bu cevabın içerisinde Çerkeslerin herhangi bir insan topluluğu, bir ulusun parçası veya alt kimliği olmadığının; bir kaç  hak kırıntısı ile yetinmeyeceğinin; bir ulus olmak için gerekli bütün demokratik hak ve özgürlükleri talep edeceğinin ilanı vardır.  Ve bu cevap, bugüne kadar anlatılan ve yapılan bütün yanlışları düzeltecek, yeniden yapılanmamızın ve örgütlenmemizin ekseni olacaktır. Ama yeniden yapılanma ve örgütlenme masa başında sadece teorik gevezelikler yaparak veya kimi doğruları anlatarak olmaz; pratiğe müdahale etmek, yeni bir psikoloji ve yeni bir ruh hali de yaratmak gerekir. Çünkü ne kadar yeni şey söylersek söylerden eski yollardan yürürsek, yine bu yollar üzerindeki köylere uğramak zorunda kalırız. 12 Mart mitingi, 17 Nisan Kadiköy ve sonrasında gündeme gelebilecek bütün etkinlikler Çerkeslerin korku duvarlarını yıkıp yeni ruh halini yaratmasına yarayacaktır. Bu nedenle ileri yönde atılmış bir adımdır. Yurtseverler, gördükleri yanlışlara müdahale etmeli, eleştirmeli; ama  Çerkesya Yürüyüşümüzün en önemli köşe taşlarından birini yerleştirmek anlamına gelen bu faaliyetlerin içerisinde olmalılar. İlkemiz, „en eski ve en geri örgütlenmeler“e dahi girmek; demokratik hak ve özgürlüklerimiz için örgütlenen bütün faaliyetlere katılmak olmalıdır. Şu veya bu nedenle eski yollarda yürümeye devam ve 150 yıldır yapılan yanlışlarda ısrar edenler birlikte yıkacağımız o duvarın altında kalacaklardır.  Hatko Schamis, 15 Nisan 2011
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks