#216 Ekleme Tarihi 14/10/2015 10:19:31
20 Ocak 2012 Cuma Saat 18:43
„'Dik dur, ama GÜLÜMSE..! Bırak neden GÜLÜMSEDİĞİNİ merak etsinler...“ `Ernesto Che Guevara`
Çerkesya Yurtseverleri olarak, TIZIFED’den arkadaşlarla birlikte, konuyu uzun zamandır gündemde tutmaya çalışıyoruz. Çünkü, Suriye’de durum kritik ve eğer ABD, dünyayı İran konusunda ikna edebilirse, Esad rejimi tasfiye edilecek. Yani, „Batı“ eğer Suriye konusunda hızlı olamıyorsa, bunun nedeni, Esad rejiminin güçlü olması veya birileri tarafından korunması değil; sorunun İran, Lübnan, İsrail ve hatta tüm Orta Doğu’da bir altüst oluşa ve belki de bölgesel bir savaşa yol açabilecek bir sorun olması. Ve RF’nun son günlerde askeri birliklerini Kafkasya’da yeniden konuşlandırmasının nedeni de bu. Bazı çevreler belki hala tam anlamadılar, ama konu biz Çerkesler için de çok önemli. Öncelikle, biz bu savaşa taraf olmamalı; ulusal çıkarlarımıza en uyan tavrı almalı ve bu süreçten „Çerkes Ulusu“ olarak „en karlı nasıl çıkarız“ın hesabını yapmalıyız. Bu savaş bizim savaşımız değil; çünkü Suriye bizim vatanımız değil ve ne Esad, ne de muhalifleri Çerkeslere birşey vaad etmiyorlar. Öyleyse, biz neden bize birşey vaad etmeyenler için savaşalım? Daha da önemlisi ama, bu yaşananlar nedeniyle Suriye’de yaşayan Çerkesleri anavatanımıza taşıma fırsatı çıktı önümüze. Yani, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan Çerkeslerin, sayı önemli değil, turist gibi değil de devlet eliyle veya uluslararası kurumların girişimleri ile anavatana getirilmeleri fırsatı. Bu, bizler için hayati öneme sahiptir. Çünkü böylece Çerkeslerin vatanının Çerkesya olduğu bir kez daha tescillenecektir. Geleceğini anavatanımız Çerkesya'da örgütlemek isteyen biz Yurtseverler ve „Çerkesya Sevdalıları“ için konunun en önemli yanı da budur. Bunu anlamamış olanlar, hala "kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeleri" ve "Shindler'in birkaç yüz Yahudi'yi ölümden kurtarması gibi yöntemleri" övüyorlar. Elbette bizler için, kurtarılan her can ve anavatana her dönüş önemlidir; ama bu sorun bir "itfaye memuru" veya bir "eczacı" mantığıyla ve "hiç olmazsa birkaç Çerkesin canını kurtardık" perspektifiyle ele alınmamalı, „apolitikleştirilmemeli“dir. Çünkü, Çerkes Sorunu'nun çözümü "Çerkeslerin vatanının Çerkesya olduğunun tescillenmesi" ve "Çerkeslerin Çerkesya'ya dönüşlerine devletlerin ve uluslararası kurumların el atması" ile mümkün olacaktır. Bu nedenle, Çerkeslerin Anavatanları Çerkesya'da birleşmelerini ve uluslaşmalarını isteyen herkesin, bugün Suriye’de yaşanan sorunlara bu bilinçle yaklaşması ve bu çözüme hizmet edecek öneriler yapması, adımlar atması gerekiyor. Sitemizin ve Çerkesya Platformu’nun Suriye'de yaşayan Çerkeslerin durumunu kamuoyuna duyurma perspektifi de bu oldu. Yani "Suriye'de Yaşayan Çerkeslerin Vatanı Çerkesya'dır" sloganı... Son günlerde ortaya çıkıp, isim vermeyeyim ama, telaşla ve aylar sonra "Suriye'deki Çerkesleri" hatırlayanlar ya hala meseleyi anlamadılar, ya da ortaya koyduğumuz perpektifi ve iradeyi manipule etmek istediler. Bunların çoğunun Suriye’de ne olup bittiğinden haberleri, hatta Suriye’de ilişkileri bile yoktu. Bütün bildikleri, Suriye’de şu veya bu güce hizmet edenlerin kendilerine, „telefonda“ anlattıkları idi. Bu nedenle, 3 aylık çabalarımıza ve gelecek perspektifimize zarar verecek açıklamalar yaptılar. Şunu bilmeliler: bu işin herhangi bir „ara“ veya Suriye’de yaşanan Çerkeslerin anavatana taşınmalarından başka bir çözümü yoktur. Bundan başka bir „çözüm“ önerisi yapanlar, süreci anlamayanlar ve eğer biz yanlış yapmazsak halkımızın kazanımlarının neler olacağının farkında olmayanlardır. Bugün yapılması gerekenler ortadadır: 1) „Çerkes Ulusu“nun bireyleri olarak, dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, Suriye’de yaşayan Çerkeslerle dayanışma içerisinde olduğumuzu, 2) bu konuda anavatanımızda ortaya çıkan iradeyi; Adıgey ve Kabardey-Balkarya Cumhuriyetleri Başkanları’nın çabalarını desteklediğimizi, 3) Çerkeslerin aanavatanının Çerkesya olduğunu, ve 4) RF başta olmak üzere, soruna taraf bütün devletleri ve uluslararası kuruluşları Suriye’de yaşayan Çerkesleri anavatanımıza getirerek, can güvenliklerini sağlamalarını istediğimizi dünyaya haykırmak; bunun için çaba gösterenlere moral destek vermektir. Bunun için yapılacak, küçüklü büyüklü ama barışçıl ve demokratik hiç bir eylemin zararı olmaz. „Olur“ diyenler, bunların neler olacağını da söylemeli; felaket tellalığı yapmamalı, kendilerine güvenimizi sarsmamalı ve insanlarımızı maniple etmemeliler. Bu gösteri ( kamuoyuna „miting“ diye duyurduk, hata yaptık. Doğrusu „Gösteri“ olmalıydı ), „Çerkesya Platformu“ tarafından örgütleniyor. Çünkü bu platform dışında şimdiye kadar kimse konuyu gündeme getirmedi, „acaba ne yapabiliriz?“ diye kafa yormadı. Gönül ister ki, kurumlarımız önümüze düşsün, örgütlesin! Ama şimdiye kadar „yatıştırma“ politikası izlemişlerdi, şimdi ise ne yaptıkları ve ne istedikleri belli değil. Bu nedenle daha fazla beklemenin bir anlamı yok. Hatta keşke dünyanın her tarafında bu sorun ile ilgili etkinlikler örgütlense. Bunun kimseye bir zararı olmadığı gibi, bunun için kimsenin icazetini almaya veya kimseye danışmaya gerek ve kim örgütlerse örgütlesin, katılmanın ve destek vermenin de önünde bir engel yok. Ama merkezi ve daha büyük etkinlikler örgütlemek isteyenler varsa, önce bunu kamuoyuna açıklamalı ve ondan sonra „adres“ vermeliler. Bunu yapmadan, „adres“ göstermek, hele hele „felaket tellalığı“ yapmak, sadece etkinliği sabote etmek anlamına gelir. Hala bu konuda geç de değil. Eğer katılmak veya „merkezi olarak“ Suriye Çerkesleri için birşey yapmak isteyen varsa buyursun, bunu ilan etsin. İstedikleri isim altında ve formatta örgütleyelim etkinliği. Herşey tartışılabilir, yeniden planlanabilir. Çünkü bizler için „Çerkes Halkının Birliği“ ve Suriye’de yaşayan Çerkeslerin anavatanımıza taşınmaları herşeyden; isim veya reklamdan daha önemlidir. Tek tartışılmayacak olan „SURİYE'DE YAŞAYAN ÇERKESLERİN VATANI ÇERKESYA'DIR" sloganı olmalıdır. Çünkü kampanyamızın karakteri ve gelecek perspektifimiz bu sloganda gizlidir. GÖSTERİ’yi örgütleyecek arkadaşlar elbetteki herşeyi enine boyuna düşünüyorlardır. Benim önerim, bu gösteri bize özgü; bizim "tarzımız"da olmalı. Ve biz, sıkılı yumruklarla ve asık suratlarla sokaklara çıkan, bağırıp çağıran insanlar olmamalıyız. Elbette kızgın olduğumuz, talep ettiğimiz eylemler de olacaktır, ama bu, „bir çizgi“ olmamalı. Bu nedenle ben gösteriye „TALEPLERİMİZİN“, milli kıyafetlerimiz, kültürümüz ve dilimiz ile birlikte damga vurması gerektiğine inanıyorum. Taksim’e gelenler, orada "bizi" hissetmeli-hissettirmeli ve gelenleri veya izleyenleri germeyecek yöntemler üzerinde kafa yormalılar. "Polikültür" de denilen bu yöntem, „kültürel faaliyetlerin politikleşmesi, politik içerikle icra edilmesi veya politik mesajlar vermesi“ demektir. Böylece, belli bir etnik topluluğa ait olanlar hem kimliklerini örgütlerler, hem de bu etnik kimlikleri ile politik mesajlar verirler. Etnik ve politik mücadele içiçe geçer, politik mücadele ile birlikte etnik kimlik de güçlenir, kurumlaşır. Çerkesleşerek demokratikleşme ve demokratikleştirme esprisi de budur. Mesela, "Çerkes Anadili Günü" nedeniyle ve milli kıyafetlerimizle sokağa çıkıp sadece bir düğün bile yapsak, bu, kamuoyuna "Çerkesler"in "Anadil Günü" olarak yansır. Bu bilgi ve bilinci taşır. Ama aynı zamanda bizim insanlarımızda "farkı" farkında hale getirir, „farkı“ örgütler. Uzatmayayım… 29 Ocak Taksim Gösterisinda abartacak bir şey yok. Ulus olduğumuzu hissetticek, Suriye’de yaşayan Çerkeslere ve onları sağ salim anavatanımıza taşımaya çalışan kurumlarımıza moral destek olacaktır. Kamuoyunu uyaracaktır. Herkes katılabilir… Ama havalar soğuk olacaktır, iyi giyinmek gerekir. Başarılar…