#35 Ekleme Tarihi 02/10/2015 12:48:30
05 Mayıs 2010 Çarşamba Saat 09:29
Duyarlılık ve heyecan arttıkça ve “Çerkes (Adıge) Ulusal Sorunu”na çözüm arayışları yoğunlaştıkça “içte” ve “dışta” da tartışmalar artıyor. Bunları olumluya yoruyor ve “kafa göz yara yara” doğru yolu bulacağımızı düşünüyorum.
“Taksim mi, Kefken mi?“ yalnızca 21 Mayıs anması için bir mekan arayışı değildir. Burada tartıştığımız perspektiftir, politikalarımızdır ve gelecek vizyonumuzdur.
Genel ilkelerin veya stratejinin ete kemiğe bürünmesi yüzlerce binlerce alt sorunun da tanımlanmasını, bunlara bakış açılarının ortaya konulması ile mümkün olur. Hani “her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” derler ya, her ideolojik-politik çizginin de yaşamın bütün alanlarına yönelik açılımları vardır. Tüm bunlar genel ile uyumlu ve birbirini tamamlar şekilde yorumlanır ve şekillendirilirler.
21 Mayıs’ları Kefken’de anmak şimdiye kadarki ulusal politikalarımızla ve gelecek vizyonumuzla uyumluydu ama “Çerkesyalılar”ın politikalarına ve gelecek vizyonlarına uymaz. Ve eğer biz insan ve toplum yaşamının her alanını Çerkes (Adıge) halkının çıkarlarına, politikalarımıza ve gelecek vizyonumuza uygun yeniden tanımlamak istiyorsak “öyle de olur, böyle de” diyemeyiz.
Şunu aklımızdan çıkarmamalıyız: Şimdiye kadar “herkes Çerkestir” diyen kurumlarımızın halkoyunlarına bakışları/yorumlayışları bile bizim bakış açılarımızdan ve yorumlarımızdan farklı olabilecektir. Veya RF’na düşmanlık ekseninde bir politik mücadele öngörenlerle bizim RF’ndan talep etme, RF’nun demokratikleşmesini isteme eksenli çizgimizin eylem-ittifak boyutu… Hatta ruh hallerimiz, heyecanımız veya coşkumuz bile aynı olmayacak ve bizim her yeni söylemimiz kimi tartışmaların yaşanmasına neden olacaktır.
“Taksim mi, Kefken mi?” tartışmalarının arka planında işte bunlar yatıyor.
Biz özellikle Soçi Kış Olimpiyatları nedeniyle daha çok gündeme gelecek “soykırım ve sürgün” konusunun ulusal bilincimizin ve mücadelemizin şekillenmesinde, Çerkesya sorununun dünyanın gündemine oturmasında ve böylece Anavatana dönüşün altyapısının hazırlanmasında önemli bir işlevi olacağına inanıyoruz. Gerek yazılı ve gerekse sözlü taleplerimize bizlerle alay edercesine yanıt veren, “Sürgün ve soykırımı” inkar eden ve Çerkesya deyince tüyleri diken diken olan RF’na sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini hatırlatmak gerektiğine de…
“Sürgün ve soykırım” bizim tarihimizde yaşanmış “acı olaylar”dan biri veya “1864 Olayları” değildir. Bunu unutmamak, “bir daha böyle bir acının yaşanmamasını istemek” olarak kalmamalı; görevimiz yalnızca acıları hatırlamak/hatırlatmak olmamalıdır. Çünkü bu durumda aslında korkuların ve statükonun devam etmesine yarayan bir işlevi olacaktır.
Bu yaşanmış acıların bir sorumlusu vardır ve sonuçları hala devam etmektedir. Hatta telafi edilmezse, yani adalet yerini bulamazsa Çerkes (Adıge) halkının sorunlarına çözüm bulmak neredeyse mümkün değildir. Bu anlamda “21 Mayıs Soykırım ve Sürgün”ü anılacak acı bir olay değil, ulusal mücadelemizin mihenk taşlarından birisidir.
Hatırlamak, hatırlatmak veya anmak yetmez. Tanınmasını ve telafi edilmesini istemek gerekir. Çünkü nasıl ki diasporada artık kimi hakların verilmesi yeterli değil diyor ve devletten kimliğimizi, kültürümüzü ve dilimizi korumamızda bize aktif destek vermesini istiyorsak; anavatanda da aynı şekilde RF’nun sorunumuzu görmesini, tanımasını ve çözmesini istememiz, bunun hem RF yasaları ile ve hem de uluslararası hukuk zemininde mümkün olduğunu söylememiz gerekiyor.
Soykırım ve sürgünün tanınması ve telafi edilmesi hem anavatana dönüş hem de uluslaşma sürecimizde maddi altyapının hazırlanması anlamında önemli bir mevzi olacaktır.
Bu nedenle 21 Mayısların “acı bir olay” olarak anılması yeterli değildir. 21 Mayıs ulusal mücadelemizde bir mevzi olmalı, haksızlığın giderilmesini talep etme eksenli anılmalıdır. Sorumlularına sorumluluklarını hatırlatmalı, muhatabı muhatap alınmalıdır. “Acı bir olaydı, herkes acı çekti; ama artık geleceğe bakalım, düşmanlık iyi değildir, barış sevgi ve dostluk kazansın” derseniz belki 21 Mayıs’ı hatırlamış ve anmış; ama içeriğini de boşaltmış ve RF’nu sevindirmiş olursunuz. Çünkü bu söylemde ve anmada RF’nu statükoları değiştirmeye, soruna çözüm aramaya zorlayacak hiçbir şey yoktur. Ve RF’nun, “anmalar”a sesini çıkarmazken, tüm birimlerine Çerkeslerin Soçi ve 21 Mayıs ile ilgili etkinliklerde RF’nu suçlayıcı bir söylem geliştirmelerini engelleme talimatı vermiş olmasının nedeni de budur. Çünkü “soykırım ve sürgün” bütün insani ve toplumsal değerler ve de hukuk açısından bir suçtur, telafi edilmelidir derseniz; bunda ısrarlı olursanız statükoları tartışmaya açmış, talep etmiş olursunuz. Bunu biz belki bilmiyoruz, ama RF biliyor.
“Kültürümüzü, dilimizi yaşatacağız”, “çocuklarımıza kimliğimizi ve geleneklerimizi öğreteceğiz”, “anavatana döneceğiz” tarzındaki söylemlerin hepsi, ne kadar hamasi olurlarsa olsunlar bireysel çabaları çözüm yolu olarak görme ve gösterme çabasıdır. Sorumluları ve muhatabı gizlemeye yarar. Ve RF da 21 Mayısların böyle muhatapsız anılmasını, herhangi bir şeyden sorumlu tutulmamasını istemektedir.
Sitemizin 21 Mayıs yazısındaki „ derdimizi havadaki bulutlara ve denizdeki balıklara değil, sorumlusuna ve muhatabına anlatmalıyız“ söylemini ben bu anlamda yorumluyorum. “Marco Paşa” veya “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” ya da denilebilirdi. Anlatılmak istenen Kefken’e gidenlerin “bir haber” insanlar oldukları değil; anmanın/hatırlamanın ötesine geçemeyecekleridir.
Yurtseverler dik durmalıdır. Söylediklerimiz ağır değil doğrudur, gelecek vizyonumuza uygundur ve taşların yerine oturması için zorunludur. Ağırlıkları doğruluklarından ve insanlarımızı kendileriyle hesaplaşmaya zorlamasından kaynaklanmaktadır.
Bu insanlarımız bize kızsalar da biz doğrularımızda ısrar etmeli, 21 Mayıs 2010 günü RF kurum ve kuruluşları önünde toplanmalı ve sesimizi dünyaya duyurmalıyız. Bu eylemlere bizden faklı anlamlar yükleyenlerin de katılacak olmaları bizleri korkutmamalıdır. Bir eylemde veya etkinlikte birlikte olmak aynı olmak değildir. Daha dün 1 Mayıs’ta 12 Eylül fazişminin payandalarından Türk İş’le veya Türkleştirme politikalarının, katliamların savunucusu ve bugün Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki engellerden biri CHP ile birlikte yürümekten ;cunmayanlar bunu bizden daha iyi bilirler…