#234 Ekleme Tarihi 15/10/2015 07:37:14
22 Mart 2013 Cuma Saat 03:07
Soykırım ve sürgün yılları... Tarihimizin en kara, en acı günleri yani. Atalarımızın vatan ve özgürlük aşkı ve kahramanlıkları dünyaya örnek, ama ağır bir yenilgi ve çaresizlik bulutu çökmüş Çerkesya’ya...
300 yıllık bir savaş, binlerce ölü, kan ve gözyaşı ile özdeşleşmiş Rusya İmparatorluğu şimdi son darbeyi indirmeye hazırlanıyor. Sürgünü örgütlüyor!
Kafalarda "gitsem mi, kalsam mi" sorusu?
Bir yanda canından çok sevdiği, kuşaklar boyu ölümüne savaştığı, ama artık dilini-dinini bilmediği düşmanının işgali altındaki vatanı; diğer yanda kendisinden önce gidip yerleşenlerin "Paşa-Bey" oldukları Osmanlı.
Çar’ın „Çerkesya Çerkeslerden temizlenecek!“ talimatı üzerine köyler boşaltılıyor, tarlalar yakılıyor ve savaş yorgunu Çerkesler dipçik-süngü darbeleriyle Karadenize doğru sürülüyorlar.
Bu arada bütün Çerkesya’ya yayılan „Rusun boyunduruğu altında yaşamayın. Osmanlı Sultanı hepimizin, bütün islam aleminin sultanıdır. Koruyucusudur. Gelin, Osmanlı da hepimize iş de var, aş da“ içerikli propaganda Rusya’nın işini kolaştırıyor. Hatta işine geliyor. Bu nedenle vatanını terk etmeye ikna edilen her Çerkes için „kafa parası“ ödüyor. Çünkü ne kadar çok Çerkes vatanını terkederse, o kadar hedefine ulaşmış olacak.
Osmanlı da memnun bu işten. Topraklarına taze müslüman nüfus akıyor! Hem de savaşçı, sadık ve vefalı… Sonra, biliyor Rusya ile ilelebet dost olamayacağını. „Birgün lazım olur“ diyor. Ve Rusya ile arasında bir tampon Kafkasya’nın, bir „Kafkas Halkı“nın ve „Sonsuz Kafkasya Savaşları“nın tohumlarını atıyor.
Aslında Çerkesler Osmanlı’nın zerre kadar umurunda değil. Hatta, Edirne’de Çerkesya’yı Rusya’ya peşkeş çeken de kendisi. Ama şimdi kimi işbirlikçilerin de yardımıyla Çerkeslerin hamiliğine, kurtarıcılığına soyunmuş.
Tarihimiz böyle başkalarının çıkarlarını kendi çıkarlarımız, hatta vatanseverlik sanma yanılgıları ile doludur. Hele hele bir de ağzımıza bir parmak bal sürülmüşse! Şimdi de Osmanlı’nın sadece kendi çıkarları için, Çerkesleri Osmanlı topraklarına istihdam etmesini, Osmanlı’nın Çerkes aşkı, kardeşlik, dostluk sanıyoruz.
„Gitmeyin, gelmeyin" çığlıkları cılız, kimse duymuyor. Duyanlar da tereddüt içinde. Çünkü gitmeyip kalsa, içine sinmiyor vatanını ve namusunu ayaklar altına alanlarla birlikte yaşamak ve belki de „düşmanla birlikte yaşamayı kabul etmiş işbirlikçi" damgası yiyecek olmak.
Geleceği göremiyor. Vatanını yitirdiğinde, herşeyini yitireceğini bilmiyor.
Rusya aynı Rusya, Türkiye aynı Osmanlı ve Çerkesler de aynı Çerkesler/in torunları... Şimdi Suriye'de aynı oyunu oynuyorlar.
150 yıl önce Çerkesleri sınırdışı etmişti. Çerkessiz Çerkesya istiyordu. Şimdi sınırlarını kapamış, yani Çerkessiz Çerkesya demeye devam ediyor.
Anavatandan ve Yurtseverlerden yükselen, hızla yayılan ve Çerkes halkı tarafından da sahiplenilen „Çerkesler Çerkesya'ya“ çığlığını boğmak istiyor. Bu nedenle bir yandan „kravatlılar“ı satın alırken, diğer yandan Yurtseverlere baskı ve terör uyguluyor. Tek kişilik eylemlerine dahi tahammül edemiyor.
Buna rağmen Yurtseverlerin çığlığı bütün dünyaya yayılıyor. Büyüyor... Ve Rusya Çerkes sorununu tartışmak zorunda kalıyor…
İşte tam bu sırada bir “Dayanışma" çıkıyor ortaya.
„Ne Çerkesya'sı, Çerkesler Türkiye'ye“, “Çerkes ulusal mücadelesinin merkezi diasporadır, en cok Çerkesin yaşadığı Türkiye'dir" diyor ve „Sonsuz Kafkasya Savaşları“nın o sihirli cümlesini: „Rusya işgalci bir güçtür, önce vatanımızdan defolmalıdır"ı tekrar edip duruyor.
Derin bir oh Çekiyor Rusya... "Böyle düşmanı öperim ben" diyor ve hepsini yemeğe davet ediyor…
Tıpkı 150 yıl önce atalarımızı vatanlarını terketmeye özendirenler, kandıranlar gibi; Dayanışmacılar da sonuçta Çerkeslerin anavatanlarına dönmelerini istemiyorlar. Çünkü, „Rusya Kafkasya’dan Defol“ ve „Çerkes Ulusal Mücadelesinin Merkezi Diasporadır" söylemlerinin başka mantıklı bir sonucu yoktur.
İstedikleri kadar „anavatan, anavatan“ desinler, boş! Zaten onlar için, anavatan, işgalden kurtarılması gereken bir toprak parçasıdır. Bunu örgütlemek için en uygun yer de diasporadır. Bu nedenle diasporada kalınmalı, diasporada örgütlenmeli; anavatana gidecek olanlar ise, bu amaçla orada çalışacak kişiler olmalıdır…
Paradoks gibi görünse de, bu politik söylemleri ile aynı zamanda Rusya'nın „1000 yıllık Çerkessiz Çerkesya“ hayaline de hizmet ediyorlar... Ve eğer Rusya’yı işgalci, düşman ilan edip de onun çıkarlarına hizmet etmek nasıl oluyor diye soran varsa; emperyalizme hizmet eden, onun işgal ve yağma politikalarına zemin hazırlayan „El Kaide“ye baksın…
Evet, bu arkadaşlar, pratik olarak, Çerkesleri vatanlarına dönmemeye çağırmakta; hatta son yıllarda olduğu gibi, anavatanın yerlilerini dahi diasporaya davet etmekteler. Bu nedenle, Suriye’den anavatana dönüşü baltalıyor, dönüş yapmış olanları gerisin geriye diasporaya çağırıyorlar. Maykop’ta kendilerine ev verilmiş, iş bulunmuş bir aileyi dahi İstanbul’a getirmeleri traji komiktir.
Elbette kimse kimseyi herhangi bir yerde yaşamaya zorlayamaz. Eğer bu Suriye’li aile anavatanda yaşamaya hazır değilse, biz ona da saygı duyarız. Sorun, bu insanların, canlarını kurtarma bahanesi ile Suriye Çerkeslerini Türkiye’ye, şimdi de kamplara getirmeye çalışmaları; Reyhanlı Çerkes Derneği-Adığe Khase’nin Reyhanlı’da kurmak istediği „Çadır Köy“e izin vermeyen devletin kendilerine bu kampı hediye etmiş olmasının altındaki nedeni görememeleridir. Dillerine doladıkları „can güvenliği“ sadece bir bahanedir; değilse, Maykop’ta, savaş veya can güvenliği sorunu mu var da insanları Maykop’tan istanbul’a getiriyorlar?
Rusya Federasyonu’nun Çerkeslerin anavatanlarına dönüşlerine engel çıkardığı doğrudur. Olumsuz örnekler yaratarak ve bazılarının anavatanda tutunamayıp tekrar diasporaya dönmelerine zemin hazırlayarak anavatana dönüşe karşı propaganda yapanların eline bilinçli olarak malzeme verdiği de.
Onlar şimdi bu örnekleri, „orada insanlarımız ölürken, nereye sığındıklarının ne önemi var“ gibi bahanelerini meşrulaştırmak için kullanmakta ve insanlarımızı bir adım sonrası „belli“/olmayan bir maceraya sürüklemekteler.
150 yıl önce Rusya sınırlarını açarak Çerkesya'yı boşaltmıştı. Şimdi sınırlarını kapatarak, Çerkesleri vatanlarına sokmayarak „Çerkessiz Çerkesya“ politikasını devam ettiriyor.
150 yıl önce Çerkesler Osmanlı'ya gönderilmişlerdi. Bugün Türkiye'ye çağrılıyorlar. Dün, „düşman işgali altında yaşamamak için“ diyorlardı, bugün „düşman işgalinden kurtarmak“ için diyorlar.
Rolü değişmeyen Türkiye 150 yıl önce olduğu gibi „gelin“ diyor. Getirenleri örgütlüyor, maddi manevi destek veriyor...
“Suriye'de savaş var”mış, “Çerkesler ölüyor”muş... Bu vicdan ve duygu sömürüsünü kazıyınca yani, altından Türkiye’nin ve RF'nun çıkarları çıkıyor.
Bir kez olsun „Çerkesler Çerkesya’ya“ etkinliği örgütlememiş olanlar, „Çerkeslerin anavatana dönmelerine karşı değiliz“ diyor, bizleri aptal yerine koyuyorlar. Halbuki, tek başına „Rusya Kafkasya’dan Defol“ sloganı bile yeter, anavatana dönüş gibi bir dertlerinin olmadığını anlamak için!
Türkiye, Suriye'de Esad iktidarından koparabileceği tek azınlık olan suni müslüman Çerkeslere „sahip çıkarak“ bir yandan onların Türkiye’ye olan aidiyetlerini pekiştiriyor; diğer yandan da Suriye'yi boşaltmaya çalışıyor, Esad rejiminin altını oyuyor. Dünyaya „Suriye'de insanlık dramı yaşanıyor. Müdahale etmeliyiz“ mesajları veriyor.
Suriye konusunda Rusya ile ters düştü. Aralarındaki çatışma kamuoyuna yansıyandan çok daha ciddi. Bu nedenle Türkiye şimdi bütün kozlarını oynamaya başladı: Çerkesleri, „Katil Putin“, „İşgalci Rusya, Kafkasya’dan defol“ gibi sloganlar atan grubun kucağına bilerek itiyor ve Rusya’ya „bak Çerkesler kozunu oynarım haa!“ demeye getiriyor.
Devletler bu oyunu hep oynamış, gelecekte de oynayacaklardır. Çıkarlarını zedeleyen bir söylem, bir grup veya bir örgüt ortaya çıkar, yayılırsa; ilk yaptıkları bu grubu zayıflatacak, bölecek bir alternatif yaratmak veya olanı desteklemektir. Burada yeni bir „muhalif güç“ün ortaya çıkması çıkarlarına ters değildir. Çünkü bu „yeni muhalif güç“ varolanı yıpratmaya yarayacak, hedef kitleyi içten çökertecektir.
Dikkat edin, Suriye sorunu çıktığından ve Rusya ile Türkiye arasındaki anlaşmazlık derinleştiğinden beri bu grubun Rusya karşıtı tavrı da her geçen gün biraz daha keskinleşti, pervasızlaştı. Bu, bir tesadüf değil!
Türkiye kendisini her olasılığa hazırlıyor. Hatta olur ya, ileride ihtiyaç olursa diyerek yeni adı "Çerkes Özgürlük Ordusu" ve Türkiye'nin Kafkasya'daki yedek veya öncü gücü olacak bir „Kafkas Islam Ordusu“nun tohumlarını atıyor.
Bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor, sağ gösterip sol vuruyor ve propagandasını da „bizden birileri“ne yaptırıyor.
Tıpkı Çerkes Ethem meselesinde olduğu gibi...Biliyorsunuz, Çerkes Ethem meselesini gündeme öyle bir soktular ve kamuoyuna öyle bir sundular ki, sanki Türkiye tarihi ile yüzlesiyor, bir hatayı düzeltiyor sandı herkes...
Halbuki Türkiye kabuk/iktidar değiştiriyor, AKP iktidarı kemalizmle hesaplaşıyor... Ve kemalizmin „Türkleştirme“ politikaları, yerini AKP'nin „Türkiyelileştirme“ politikalarına terkediyor.
Biz “Çerkes Ethem'in itibarı iade ediliyor“ sana duralım, gerçekte AKP, bu operasyon ile bir yandan Çerkeslerin Türkiye'ye aidiyetlerini pekiştirirken, diğer yandan kemalizmle, kemalizmin haksızlığına uğrayan Çerkes Ethem üzerinden hesaplaşıyor.
Keza olur ya ileride „Ermeni veya Süryani meselesi“ gündeme gelecek olursa, bu meselede aktif rol oynamış Ethem hedef gösterilecek ve Ermenilerin karşısına Ethem’i sahiplenen, bayraklaştıran Çerkesler çıkartılacaklardır.
Yani biz „artık hain değiliz“ diye sevindirik oladuralım, gerçekte Ethem'in dirisini „Anadolu'nun müslüman Türkleştirilmesi“ için kullananlar, şimdi ölüsünü „müslüman Türkiyelileştirilmesi“ için kullanıyorlar.
Bunu yaparken yine içimizden birilerini kullanıyor ve bizler bu içimizden birilerini Çerkes Halkı için birşeyler yapıyor sanıyoruz. Halbuki bütün bu söylemlerin ve eylemlerin altında AKP’nin ve Türkiye’nin çıkarları yatıyor; Çerkeslerin değil. AKP, şövenist kemalizmle hesaplaştığı ve ulusal meselede daha ilerici bir rol oynadığı için bizimkiler de bu görüntüden nemelanmaktalar.
BDP ile kol kola fotoğraf çektirmeleri de kareyi tamamlamak içindir. Yeni Türkiye’nin kurucu güçleri AKP ve BDP olacaktır. Yani AKP’ye yakın olup da BDP’ye tavır almak olmazdı. Bu nedenle kolkola girdiler.
Yani nasıl ki geçmişte muhafazakar-statükocu idilerse, yine öyle statükocular. Değişen bir şey yok. Sadece bugünün iktidarı/statükosu, ulusal meselede eskisine göre daha ilerici. „Türk“ değil, „Türkiye“ diyor. Bu da, geçmişten kalma bir alışkanlıkla, refleksle „ilericilik“ sanılıyor.
Halbuki bu arkadaşlar ilerici, demokrat falan değiller. Olsalardı, mesela, ODTÜ’de Başbakan Erdoğan’ı protesto eden öğrencilere polisin vahşice saldırmasını ve üniversiteye 3000 polisin girmiş olmasını haklı göstermeye çalışmazlardı. Veya ÖSO’nun bir keskin nişancısını, o anda belki de bir insana nişan almıştı, Che Quavera’ya benzetip kamuoyuna sevdirmeye çalışmazlardı.
Evet, Türkiye Kürtlerle „barışacak“ ve yeni Türkiye „Türk-Kürt Halkları“ ekseninde kurulacak. Şimdi bunun psikolojik altyapısını hazırlıyorlar. Bizimkiler de buna hizmet ediyorlar. Kürt demenin, Kürt halkının haklarını savunmanın „demokrasi“ demek olduğunu bildikleri için, kendileri de bunu yapar gibiler. Ama unuttukları birşey var: Artık „statüko/iktidar“ bile savunuyor Kürt halkının varlığını ve „Türkiyeliliği“.
Suriye Çerkeslerinin Türkiye'ye getirilmeleri de bundan farklı değildir. Çerkeslerin canları kurtarılıyor gibi bir görüntünün altında, gerçekte Türkiye’nin Suriye meselesinda eli güçlendirilmekte ve Rusya, "Çerkesler belası"ndan kurtarılmaktadır.
Hatta Suriye konusunda aralarında anlaşmaya çalışan, pazarlık yapan Türkiye ve Rusya arasında bu konuda bir anlaşma yapılmış olması bile muhtemeldir. Tıpkı 150 yıl önce olduğu gibi…
„Türkiyelilik kimliği“, „Türk kimliği“nden daha demokratiktir, daha ileridir. Bu nedenle buna ve bunun sonucunda gelecek yeni düzenlemelere veya kazanımlara elbetteki karşı olmayız.
Ama sonuçta Türkiyeliliktir, Çerkesya'nın dışında bir "çözüm"dür. Çerkesleri Çerkesya'dan, Çerkesya'yı Çerkeslerden koparmakta; „Çerkessiz Çerkesya“ amacına hizmet etmektedir.
Yurtseverler başından beri izledikleri doğru çizgiyi devam ettirmeli; „Çerkeslerin Vatanı Çerkesya'dır“ bayrağını yükseklerde tutmalı; Suriye Çerkeslerinin Çerkesya'ya dönmelerine yardımcı olmalı; ama savaştan kaçan soydaşlarına sahip çıkmaya da devam etmeliler.
150 yıllık yanlış politikaların izini, kirini-pasını 150 günde silemeyiz. Doğruları anlatmalı, ama sabırlı olmalıyız.
Bizim devletimiz yok. Pasaport veremeyiz, vize veremeyiz, ev-is veremeyiz. Öyleyse anavatana dönüş istemini canlı tutmaktan, bunu talep etmekten ve anavatana dönmeye karar verenlere karınca kararınca destek vermekten öte bir fonsiyonumuz olmayacaktır.
Kimseyi anavatana elini kolunu bağlayıp zorla göndermeyiz. Anavatana dönüş için birçok şartın biraraya gelmesi gerektiği gibi, bu, sonuçta herkesin kendi şartlarında, yine kendisinin alacağı bir karar olacaktır.
Biz 150 yıllık bir diaspora yaşamını, asimilasyonun boyutunu ve ulusal bilincin zayıflığını da dikkate alarak, ortaya çıktığımız ilk günden beri Çerkes soykırımı ve sürgününün tanınmasının, adaletin tecellisinin, yani siyasi ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının, dönüşün maddi ve manevi altyapısının hazırlanması, Çerkeslere Çerkesya'nin kapılarının açılması anlamına geleceğini, anavatana kitlesel dönüşün ancak bu şekilde mümkün olduğunu anlatıyoruz.
Bunun dışında değerlendirilmesi gereken „bireysel dönüşlere“, yine bireylerin kendileri karar verecek ve kendileri için en uygun zamanda anavatana döneceklerdir. Anavatana dönmek istemeyen Suriye Çerkesine yardım etmeme düşüncesinin, „diasporada yaşayan yurtsever olamaz“ veya „anavatana dönüşü savunan önce kendisi dönsün“ demekten farkı yoktur.
Suriye Cerkeslerine sahip çıkmak Çerkesler için, bizler için hem insani hem de politik bir görevdir. Bu yardımlaşma ve dayanışma her iki tarafta da ulusal bilincin gelişmesine katkı sunacaktır.
„Anavatana dönmeyecek olana yardım etmem“ diyen veya yapacağı yardıma „anavatana dönme şartını koyan“ ya ne dediğini bilmiyor, ya da politik mücadeleden hiçbir şey anlamıyordur.
Dünyanın her yerinde ve bütün politik örgütler, örgütlemek istedikleri kitlenin veya halkın politik, ekonomik ve sosyal sorunlarına sahip çıkar; bunun için gerekli örgütlenmeleri ve kurumları yaratırlar. İnsanların dertlerine ortak olur, ihtiyaç hissettiklerinde yanlarında olurlar. Ve bunu karşılıksız yaparlar. Yani kimseye „devrimcilik yapacaksın“ veya „bize karşılığında bunu vereceksin haa“ demezler.
Bunlar, doğrudan politik çalışmalar değil; politik örgütlenmelerin insanlarla ilişki kurdukları, güven verdikleri; ama aynı zamanda onlardan öğrendikleri çalışmalardır. Bunlar politik çalışmaların yerini tutmazlar; ama bunlarsız politik çalışma da olmaz. Çünkü toplumla, insanlarla başka türlü ilişki ve bağ kurmak mümkün değildir.
Birileri son zamanlarda Suriye’den anavatana dönüşlerin azalmış olmasını: RF'nun suçlarını, Cumhuriyetlerimizin ve kurumlarımızın acizliklerini, tek kişilik eylemlerin yanından geçmeye dahi korkanların çaresizliklerini gizlemeye yarayan bir söylem geliştirdiler: „Suriyeliler yurtsever değiller"miş. „Ulusal bilinçleri yok" muş. Bu nedenle ne halleri varsa görsünlermiş, tek kuruşluk yardım yapılmamalıymış. Bir de bir iki olumsuz örnek veriyorlar.
Kusura bakmasınlar ama bu arkadaşlar ne anlıyorlar anavatana dönüşten? „Kendileri şak deyip gönderecek, onlar da tak deyip yerleşecekler“ mi? „Dönüş“ün önder kadrolarının dahi yapamadığını, ne hakla sıradan insanlardan bekliyor, bu beklentileri karşılanmayınca da insanlarımıza böyle hakaret ediyorlar?
Herşeye ve bütün olumsuzluklara rağmen, RF'nun engeller çıkarmasına ve Türkiye originli manipulasyonlara kadar Suriye'den anavatana dönenlerin sayısının Türkiye'ye gelenlerin sayısından 10 kat fazla olduğunu bilmiyorlar mı?
Peki, daha 6 ay öncesine kadar yurtsever olan Suriye Çerkesleri şimdi ne oldu da Yurtseverliklerini, ulusal bilinçlerini yitirdiler?
Yok öyle birşey! Suriye Çerkesleri 6 ay öncesine kadar ne idiyseler, şimdi de aynılar. Yani 6 ay önce bilinçli idilerdi de şimdi bilinçsiz olmadılar, ulusal bilinçlerini yitirmediler. Hayır! Suriye Çerkesleri anavatana dönüşün önüne Rusya'nın çıkardığı engellere ve manipulasyonlara takıldılar. Bu engelleri aşamadılar, aşamadık.
Ve bütün bunlar olurken anavatanımızdan bir tane yetkili dahi çıkıp, "burası sizin vatanınız. Dönün, size sahip çıkacağız" türünden bir açıklama yapmadı. Suriye Çerkeslerinin anavatanlarına dönüşlerini politik platformlarda savunmadı. Suriye Çerkeslerine moral ve cesaret vermedi.
Bırakın yetkilileri, „anavatana dönüşün öncüleri“nin dahi „ağızlarına su dolmuştu“! Suriye Çerkeslerine „sessizce“, „içlerinden“ sahip çıktılar. Çoğu zaman da sahip çıkarmış gibi yaptılar. Evet, yurtseverlerin dışında hiçbiri cesaretle ortaya atılıp, Suriye Çerkeslerine sahip çıkmadılar. Yine saman altından su yürütmeye çalıştılar, ama bir saman çöpünün bile ağırlığını taşıyamayarak altında ezildiler.
Şimdi prestiji kurtarmak ve „anavatana dönüşleri değil, anavatana dönüş umudunu devam ettirebilmek için" Suriye Çerkeslerinin ulusal bilinçlerini ve yurtseverliklerini sorguluyorlar. Yapamadık, yapmadık değil; yapmadılar, istemediler diyorlar.
Ulusal bilinç öyle bir günde ortaya çıkıp, bir günde kaybolmaz. Uzun yılların birikimi ve yoğun emek gerekir bu bilincin ortaya çıkması için. Ve anavatana dönüş tek başına ulusal bilincin göstergesi degildir. Olsaydı, Suriye'de savaş başlayınca derneklerini ve soydaşlarını yüzüstü bırakıp, kimseye haber vermeden ve bir gecede Suriye'yi terkeden, Maykop'a veya Nalçik'a kapağı atanların en yurtsever olmaları gerekirdi.
Yurtseverler, arkadaşlar! Biz daha yolun başındayız. Kesinlikle yılmamalı, bıkmamalıyız… Buna hakkımız yok! Çünkü Çerkesya Yurtseverliği, Çerkes halkının tek politik seçeneğidir.
Evet bu süreçte yalnız kaldık, bir kaç cephede ideolojik mücadele veriyoruz ve yoruluyoruz. Ama sabırlı olmalıyız.
Herşeye rağmen biz kazanacağız!
Ve tarih tekerrür etmeyecek, halkımızın 150 yıl önce olduğu gibi sağa sola savrulmasına müsaade etmeyeceğiz. Yeter ki umudumzu ve cesaretimizi yitirmeyelim
YAŞASIN ÇERKESYA!
YAŞASIN ÇERKES KALMA MÜCADELEMİZ!