Uzun yıllar tartışmıştık; "sanat sanat için mi, toplum için mi?" diye. Kimisi öyle diyor, kimisi böyle... Ben sanat gibi güçlü bir silahın insanlığın hizmetinde olması gerektiğini düşünenlerdenim.
Sanatçı da topluma, insana, doğaya... karşı duyarlı olmalı; gelecek için üretmeli.
Bu tabii, sahnede sloganların atılması anlamına gelmemeli, estetik kaygılar da gözetilmeli. Yoksa insani incelikler köreliyor, hatta belki de çoğulculuk yara alıyor...
Hayata bakış açıma, ruhuma bir şeyler katan, düşündüren; salondan çıkarken "sanırım bu konu üzerinde biraz düşünmem gerekir" dediğim konserler, tiyatro oyunları, filmler beni daha çok etkiliyor.
Bu nedenle, "taraf" olan sanattan yanayım. Eğlendiren, güldüren de "taraf" olmalı.
"Pşınavo"luktan müzisyenliğe-sanatçılığa geçişin sihirli sınırı da burada sanırım: Toplum için, gelecek için üretmek ve "taraf" olmak!
Çünkü "taraf" olmak, en azından sorumluluk duygusunu geliştiriyor.
Tabii taraf olan sanatçı deyince ilk aklıma gelen isimlerden birisi de Bertolt Brecht. Hatta sanata bu karakteri kazandıran isim Brecht.
20’nci yüzyılın en etkili şair, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni.
Tam ismi Eugen Berthold Friedrich Brecht, ama kısaca Berthold Brecht diye biliniyor, o da kendisini "Bert" diye tanıtıyormuş. 10 Şubat 1898'da Augsburg'da dünyaya gelmiş, 14 Ağustos 1956'da, Doğu Berlin'de hayatını kaybetmiş. Bugün, 65. ölüm yıldönümü.
Erwin Piscator, Brecht’in ölümü üzerine söylediği şu sözlerle onun sanatının gücünü de gösteriyor sanırım:
“Her şeye karşın daha büyük olan oydu. Sanatı yoluyla bölünme sırasında Almanya’yı temsil edebilen tek adamdı. Bütün sınırların ötesinde etkin oldu. Oyunları doğuda da batıda da oynanıyor..."
Brecht'in yöntemi diyalektikti. Diyalektik tiyatro olarak da adlandırılan Epik tiyatro kuramını geliştirdi. Ve tiyatroyu bir düşünme biçimi değil, değiştirme eylemi olarak ele aldı.
İşini seven herkes gibi çok üretti. Fazla uzun denemeyecek yaşamına 30 kadar tiyatro oyunu, 30 kadar didaktik oyun, 1000’den fazla şiir ve şarkı, 3 roman, 150 kadar makale ve hikaye sığdırdı.
Tüm dünyada faşizmin yükseldiği ve hayatı cehenneme çevirdiği yıllarda yaşadı. Belki de bu nedenle estetik kaygıları bir kenara bırakarak epik tiyatroya yöneldi. Sanatın ve tiyatronun "taraf" olması gerektiğini söyledi.
Faşizmi geriletmek, toplum üzerindeki etkisini kırmak için yazdı şiirlerini ve oyunlarını. Bunlar sadece salonlarda değil; fabrikalarda işçiler, tarlalarda köylüler, okullarda öğrenciler tarafından oynandı.
Gerçekleri halka en yalın ve en çıplak haliyle anlatıyordu.
Sanatta tarafsızlığın da taraf olmak anlamına geldiğini söylüyor, "Toplum savaşan sınıflara bölünmüş kaldıkça, ortak bir sözcüye sahip olamaz. Bu durumda sanat için tarafsızlık, yalnızca egemen taraftan yana olmak anlamını taşıyacaktır...” diyordu.
Brecht'e göre, tiyatro, belli tarihsel bir alanın izin verdiği duyguları ve bakış açılarını sunmakla yetinmemeli, değiştirmek için gerekli düşünceleri ve duyguları da üretmeli; eğlendirmeli, ama eğlendirirken öğretmeliydi.
Sovyetler Birliği’ndeki bürokrasiyi ve Moskova mahkemelerini de eleştiren Brecht, Finlandiya’nın işgaline karşı çıkıyordu.
12 Ağustos 1956 günü bir kalp krizi geçirdi ve 14 Ağustos 1956'da Berlin’de hayatını kaybetti.
Saygıyla anıyorum.