#205 Ekleme Tarihi 13/10/2015 11:57:10
27 Ağustos 2011 Cumartesi Saat 00:55
“Eğer haklı olduğun halde yenilmişsen,
onlar güçlü oldukları için değil; senin
iraden ve inancın zayıf olduğu içindir…”
Uzunca bir süre „kimlik“ konusunu gündemde tuttuk, tartışmaya ve tartıştırmaya çalıştık. Bir süre daha gündemde tutmaya ve tartıştırmaya da devam edeceğiz.
Bazılarımız bunun nedenini anlamadı, hatta kimilerine „gına geldi“. Çoğu iyi niyetliydi: Eski-çarpık kimlik tanımı üzerine kurulmuş olan sosyal-kültürel ilişkileri sarsılmakta, arkadaşlıkları ve dostlukları zedelenmekteydi. Buna hazır değillerdi, eski kimlik tüm hücrelerine kadar nüfuz etmişti.
Statükocular ise, bizim yapmaya çalıştıklarımızın olası sonuçlarını görüyorlardı; itirazları daha bilinçliydi, politikti. Ama onlar da bizimle politik olarak değil, duygu sömürüsü yaparak ve eski kimlik tanımı üzerine kurulu sosyal ilişkileri kullanarak mücadele etmeye çalıştılar. Renkten renge, kılıktan kılığa girdiler. Oportunizmin ve eyyamcılığın Allahını yaptılar.
Stratejilerini insanları psikolojik baskı altına alma ve sosyal ilişkileri kullanma üzerine oturtmuşlardı. Çünkü Çerkes halkının bilinçli, politik bir insan topluluğu olmadığını biliyorlardı. Yüzümüz geleceğe değil, geçmişe dönüktü ve bizi biz yapan, gelecek vizyonumuz değil; geçmişten bugüne getirebildiğimiz sosyal kültürel değerlerdi.
Ayrıntılarına girmeyeyim: kısaca, siyasi ahlaka uymayacak yöntemlere başvurdular ve insanların önyargılarına seslendiler. Hatta Bursa’dan bir ahlaksız, bizimle görüşmek isteyen, yurtdışından gelmiş bir misafire; „o ayyaşlarla niye görüşmek istiyorsun“ bile diyebildi! Halbuki bizim „içki-meyhane“ konusundaki tavrımız nettir: Biz „sofu“ değiliz; ama halkımızın dini-imanı ve değerleri ile çelişen tavırlara da karşıyız.
Karşımızda „kutsal ve kirli bir ittifak“ın olacağını, bize karşı aynı şemsiye altında toplanacaklarını daha ilk yazımızda dile getirmiştik; ama bu anlatımlarımız yeterince bilince çıkarılmadığı için ve „yalnız kalmanın dayanılmaz ağırlığı“ nedeniyle zaman zaman kendi yazıp çizdiklerimiz ve tavırlarımız üzerine tereddüte düşebiliyor; amacı üzüm yemek değil, bağcı dövmek olanların oyunlarına geliyor, kendimize ve yoldaşlarımıza karşı gereğinden fazla eleştirel olup, birbirimizi „yurtseverce“ sahiplenmeyebiliyoruz.
Statükocuların teşviki ve desteği ile bizim tezlerimize karşı söylem geliştiren kimi „sanatçılar“ın veya entellektüellerin eleştirilmeleri bazılarımızı üzüyor. Toplumumuzdaki genel havayı sezen statükocuların kendi söylemek istediklerini bu „sanatçılar“a veya „entelektüeller“e söylettiklerini; en azından onları teşvik ettiklerini göremiyoruz. Bunun tüm dünyada uygulanan bir „psikolojik savaş yöntemi“ olduğunu bilmiyoruz!
Eski sosyal ilişkileri bozmadan, kimseyi üzmeden statükoları yıkma ve halkımızı yurtseverleştirme hayalleri kuranlar var; ama bu mümkün değil. Eskiyi yıkıp yeniyi inşa ederken birilerinin, hatta arkadaşlıklarımızın ve dostluklarımızın yıpranıyor olması nedeniyle bizim üzülmemiz eski ile yeninin savaşının doğal bir sonucudur. Tam da bu nedenle politik mücadele populistlerin, kariyeristlerin ve „yufka yürekliler“in işi değildir denir.
Yurtseverler peygamber değiller, hatasız veya mükemmel de! Elbette hata yapmamaya çalışmalılar; ama hiç hata yapmadan politik mücadele de verilemez. Bu gerçeği herkes bilir, bilir de; kendi saflarındaki alçaklara bile sahip çıkarken bir yurtseverin gözünün üstünde kaşının olmasını eleştirenlerin söylemlerinden etkilenenlerin asıl sorunu, yurtsever hareketin hatasız olmasını, daha mükemmel olmasını istemeleri değil; yurtsever harekete inançlarının zayıf; eski ile bağlarının ise güçlü olmasındandır. O eski ki, 150 yıldır bizleri köleliğe mahkum etmiştir…
Biz bütün okların üzerimize çevrilmiş olmasını bile bizim doğru yolda olduğumuzun bir göstergesi olarak kabul ediyoruz. Çünkü devşirmelerin kurdukları düzene ve statükoya karşı mücadele ediyor, onların rahatlarını bozuyoruz. Bu statükonun sağının, solunun, ortasının, kenarının… entellektüelinin, akademisyeninin, sanatçısının veya lümpeninin bundan rahatsız olmasından daha doğal ne olabilir?
Biraz objektif olmayı başarabilen herkes şunu görebilir: Herşeye ve tüm olanaksızlıklarımıza rağmen ideolojik mücadeleden başarıyla çıktık. Daha dün „Çerkesya asla gündemimize girmeyecektir“ diyenlerin, bugün „nasıl bir Çerkesya?“ sorusunu tartışıyor olmaları; anavatanda ilk kez bu sene „Soçi’de Çerkesya Parlementosu’nun Kuruluşunun Yıldönümü“nün anılması ve hepsinden önemlisi de Gürcistan Parlementosunun „Çerkes (Adıge) Soykırımı ve Sürgünü“nü tanıması ile Çerkes sorununun ve Çerkesya’nın varlığı-meşruluğunun uluslararası arenaya taşınması bunun açık bir göstergesidir.
Kafası net, inancı ve iradesi yeterince güçlü olmayanlar ile kurulu sosyal ilişkilerinin baskılanması altına girenler bu işlere hiç bulaşmasın; statükocular da kafalarının bir yerine şunu yazsınlar: Yılmayacağız! Çünkü artık „Dünyanın en hızlı gelişen ulusal hareketi“nin motoru olduğumuzu, tezlerimizin bütün dünya Çerkesleri arasında tartışıldığını biliyoruz…
Çıkarları bizim çıkarlarımızla çelişenlerin empoze ettikleri kimlikleri, kimilerinin kafalarındaki gelecek kurgusuna göre geliştirdikleri tanımları ve kimlik bunalımı içerisinde olanların fantazilerini reddetmeye de devam edeceğiz. Çünkü ( kimlik bunalımı içerisinde olanların Allah yardımcıları olsun, ama ) biz ezelden beridir Çerkes ( Adıge ) olduğumuzu biliyor, ebediyete kadar Çerkes kalmanın mücadelesini veriyoruz.
Bıktırma, gına getirme ve hatta bazı dostlarımızı üzme pahasına devam edeceğiz kimliğimize sahip çıkmaya; çünkü „ne yapmalı?“ ve „nasıl bir gelecek?“ sorusunun cevapları „ben kimim?“ sorusunda; yani kimlikte gizlidir. Ve insanların politik tercihleri ile eylemlerinde belirleyici olan „kendilerini ait hissettikleri kimlikler“dir.
Yani insanın ait olduğu kimliği belirler sevinçlerini, üzüntülerini, sevgilerini veya nefretlerini. „Ben Türküm“ veya „Türkiyelitim“ diyen Çerkes halkı için seferber olmaz; „ben işçiyim“ diyen de! Destek-dayanışma olur ama sahiplenme yeterince güçlü olmaz, birşeyler eksik kalır!
Bir noktadan sonra „kardeşlikler“in veya „dostluklar“ın işe yaramamasının ve köleleştirilmiş halkların açlıktan ağizları kokarken dahi „iş-ekmek“ için değil, „özgürlük“ için savaşmalarının ve ölmelerinin nedeni kimliklerinin güçlü olmasıdır!
Kimileri saf saf „tabela değişince ne değişecek“ diye soruyorlar. Peki bir şey değişmeyecekse neden bütün şövenistler, ırkçılar, faşistler asimile etmek istedikleri halkların önce isimlerini ve kimliklerini yasaklarlar? Çünkü isim veya kimlik „aidiyet“ demektir; aidiyet „sahiplenme“; sahiplenme de mücadele ve fedakarlık!
Bu nedenle biz de kimliğimizi anlatmakla başladık işe ve hala da anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü „ben Çerkesim ( Adıgeyim )“ diyenin; yani kimliğinin farkında olanın, hemen sonrasında, eğer bu kimlik kendisi için gerçekten önemliyse, onu nasıl koruyabileceği üzerinde kafa yormaya başlayacağına; kendisini bir etnik köken ile tanımlayanın, bir gün bu etnik kökeni siyasallaştırmanın; uluslaştırmanın ve vatanlaştırmanın kimliği korumanın tek yolu olduğunu da göreceğine inanıyoruz.
Geleceği tehdit altında olan bir halkız. Önceliğimiz bu tehtidi nasıl bertaraf edebileceğimiz; varlığımızı nasıl garanti altına alabileceğimizdir. Bunun yolu uluslaşmaktan; uluslaşmak da vatanlaşmaktan geçmektedir. Bu nedenle Çerkesya gelecektir, varlığımızın garantisidir, her Çerkes’in umudu ve hedefidir.
Bizi başka kimlikler altında toplamaya; sosyal kültürel faaliyetlerle oyalamaya çalışanlara aldanmayalım: Çerkes’in görevi Çerkesya’yı inşa etmek ve anavatanda birleşmektir. Dişimizle, tırnağımızla, herşeyimizle bu hedefe kilitlenmeli; Çerkesya ile yatıp Çerkesya ile kalkmalı ve kendimizi bir „Çerkesyalı“ olarak yeniden yaratmaya çalışmalıyız. Tarih günümüzün kuşaklarının omuzlarına bu görevi yükledi…
Bunu bilince çıkaranların önleri açılır, muhattap olduklarına ne anlatacakları, ne talep edecekleri netleşir. Avrupa Parlementosu veya diğer uluslararası kurumlarla muhattap olanları, bizlere „ne istiyorsunuz?“ diye sorduklarında, „Hiç! Ne kadar güzel yemeklerimiz var; ne kadar güzel dans ederiz diye göstermek istedik“ deme komikliğinden kurtarır…
Hedef Çerkesya’dır, umut Çerkesya’dır; gün Çerkesya ve görev Çerkesyalı olmaktır. Herşeyimizi buna göre ayarlamalı; kendimizi bir Çerkesyalı olarak yeniden yaratmalıyız.
Bunu başaran Çerkes kör ise görmeye, sağırsa duymaya başlar. Gençleşir, güzelleşir…İnanmıyor musunuz? Çerkesleşin de görün!