#162 Ekleme Tarihi 08/10/2015 12:16:09
26 Ekim 2010 Salı Saat 09:59
Şu “mahalle baskısı” deyiminin yaygın olarak kullanılmaya başlaması o kadar eski değil. Elbette “mahalle baskısı” eskiden de vardı; ama farklı biçimlerde veya başka kavramlarla ifade ediliyordu.
Mesela 12 Eylül’den önce “mahallelerin veya üniversitelerin işgali” de benzer bir baskıyı ifade ediyordu. Fark, herhalde bu “işgal”lerde baskının “terör” biçiminde uygulanıyor olmasıydı.
Okula giderdiniz. Diyelim ki demokratsınız ve elinizde de Cumhuriyet gazetesi var. Sarkık bıyıklı birileri yanınıza gelip sorardı:
- Sen komünist misin lan!
Cevabınızın ne olduğu veya olacağı aslında o kadar önemli değildi. Maksat orada kendilerinin “borularının öteceğini” göstermek ve tribünlere mesaj vermekti. Çoğu zaman terörize ederek, döverek vs.
Mahallelerde olan da hemen hemen bunun aynısıydı. Kılık kıyafet, duvarlara yazılan veya silinmeyen yazılar, dükkanlarda gözlerinize sokarcasına sergilenen kimi “eşyalar” hep bu mahallede kimin sözünün geçtiğini göstermeye yarardı. Bunlar hoşunuza gitmiyorsa ya bazı şeyleri göze alarak direnmeniz ya da çekip uyum gösterebileceğiniz başka bir yere gitmeniz gerekirdi. Böylece bir bölge/mahhale “tek tip” leşiyor; yani “işgal edilmiş” veya “kurtarılmış” oluyordu.
Bugün yaygın olarak bu anlamda kullanılmıyor elbette, ama ulaşılmak istenen sonuç üç aşağı beş yukarı aynı: İnsanlara bir düşünceyi, inanışı veya yaşam biçimini kabul ettirmek, bunun için psikolojik baskı uygulamak, işini yapmasını veya günlük yaşamını idame ettirmesini zorlaştırmak.
Mesela sevdiğiniz kızla elele dolaşıyorsunuz. Birileri gelir yanınıza “burada fuhuş yasak lan. Elele tutuşmayın!” der. Elele tutuşmak olur “fuhuş”. Veya Ramazanda sigara içiyorsanız, “sen müslüman değil misin, niye oruç tutmuyorsun?” diye sorar. Komşu kızın etek giymesi veya başını örtmemesi batar kendisine ve gider anne babasına “sizin kız için neler söylüyorlar neler, niye öyle mini etekle dolaşmasına izin veriyorsunuz?” der.
Yalnız belli bir düşünce sahibi olanlar değil, diğerleri de yapar benzer şeyleri. “Aş kendini hocam!” diye başlayan ve halkın değer yargılarının, inançlarının küçümsendiği söylevlere hepiniz şahit olmuşsunuzdur.
Bu “baskı” bir yerden sonra sizi rahatsız etmeye başlar. Sürekli “dikkat etmek” zorunda olmak ve bunun neden olacağı gerginlik tahammül sınırlarını aşar. Hele bir de günlük yaşamınızı sürdürmenize zarar verir duruma gelirse, “lanet olsun” der, ya bu çevreyi terkedersiniz ya da alışkanlıklarınızı, inançlarınızı gizlemeye başlarsınız.
İçki içiyorsanız, bunu gizli gizli yaparsınız veya arkadaşlarınız size gerici damgası vurmasın diye “yoz” ilişkilere, sohpetlere seyirci kalırsınız.
Böylece aslında inanılsın veya inanılmasın “mahallede” bir ortam, bir hava oluşur. Bu hava belki ulaşılmak istenen değildir baskıyı yapanlar için; ama üzerinde çalışabilecekleri uygun bir altyapıdır. Çoğunluğun “kuralları” benimsemesi ve şu veya bu nedenle benimser gibi yapması, vermek istediklerini daha yüksek sesle dile getirmeleri için uygun bir ortam yaratır. Bu ortamda insanlar anlatılanları benimsemeye daha yatkın! olurlar. Bir de es kaza “suça bulaştırabilirlerse”, “militanlaşma” kapıları da açılmış olur.
Bursa Kafkas Kültür Derneği’nin bir kongreyle ismini “Bursa Çerkes Kültür Derneği” olarak değiştirmesi ile ulusal örgütlenmeleri yaratma tartışmaları bir kez daha alevlendi. Ama dikkat: artık teorik tartışmalardan çıkıp yavaş yavaş “mahalle baskısı” kurmaya doğru evriliyor. Abhaz Federasyonu’nun kuruluşu gündeme geldiğinde şahit olduğumuz hava yayılıyor her tarafa.
Politik sorunlara, tartışmalara veya sorulara “duygusal” sorularla karşılık veriliyor. Ağabeylerden, sevilen insanlardan anılar anlatılıyor. Sanki birbirimizi bir daha görmeyecekmişiz gibi. Sanki savaşa ölmeye giden bir askeri uğurluyorlarmış gibi...
“Benim eşim, annem veya babam...” söylemleri gırla. Sanki biz bunları bilmiyormuşuz gibi, sanki bizim “annemiz, babamız veya eşimiz” yokmuş gibi.
Defalarca kere söyledik, birkez daha tekrar edelim: Kurumlarımızın ulusal kimliklerimizle yeniden örgütlenmeleri politik bir adımdır. Kimse bir yere gitmeyecek, kimse kimseye git demeyecek. Ama kurumlarımız, artık yanlış olduğu, sorunlarımızı çözmeye yetmediği ortaya çıkan bir politikayı terkedip; sürece daha uygun olan politikaları benimseyecek.
Yani yalnızca “isim” değil, bu isimle birlikte politikalar değişecek: bugün devlet olmuş, kendi kendine yeterli Abhazya ile yatıp kalkmaktan Çerkesya’da ne olup bittiğini bilmeyenler; anavatandaki üniversitelere öğrenci gönderme veya dil eğitimi ile ilgili prosedürleri aylardır tamamlayamayanlar! değişecek.
Şimdi gerek psikolojik baskılar, gerekse 12 Eylül öncesinin alışkanlıklarını terkedememiş “bilinçli demokratlar”ın arkadaşlarımızı açık tehditleri nedeniyle “kurşun gibi ağırlaşan mahalle baskısı” eliyle rüzgarın yönünü değiştirmeye çalışıyor; ama aynı zamanda kapalı kapılar ardında “isyanı nasıl bastıracaklarını” planlıyorlar.
Derneklerimizi ulusal kimliklerimizle örgütlemeye, ismini ve programını değiştirmeye çalışan arkadaşlar uyanık olmalılar. “Osmanlıda oyun bitmez” derler ya, Osmanlı’nın tevhid-i tedrisatından geçmiş olanlarda da oyun bitmez.
Plan şu: İsim değişikliklerini insanları oyalayarak, kafa kol ilişkisine aldıklarını toplantılara göndermeyip karar alınmasını imkansız kılarak, ertelettirecek; önce kendi aralarında bir karar alacak ( büyük ihtimalle “’Kafkas’tan ‘Çerkes’e geçelim; ama Çerkes=Adıge, Ubıh, Abaza ve kendini Çerkes hisseden herkes olsun” diyecekler) ve bu kararı derneklere iletecekler.
Böylece bir taşla beş kuş vurmuş olacaklar: “Üst kimlik” varolmaya devam edecek; politikaları tartışılmayacak; çok daha “otantik” olduğunu iddaa ettikleri “Abaza” kelimesini kullanarak aslında Abhaz kardeşlerimizin işlerine karışmaya devam edecek ( sorulursa Çerkesya’daki Abazinlerdan bahsediyormuş gibi yapacaklar ), Ubıh’ları Çerkeslerin (Adıgelerin) üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallayacak ve tabanın baskısını bahane ederek “Çeçen-İnguş ve Dağıstan veya Kuzey Doğu Kafkasya yükü”nden kurtulacaklar.
İşin ilginci tüm bunları bize, bugün yeterince kararlı olamayan; “mahalle baskısı” altında ezilen yurtsever arkadaşlarımıza yaptırmış olacaklar.
Ne güzel değil mi?
Sular durulduktan sonra ne mi olacak? İsyanın elebaşları tasfiye edilip geride kalanlara “ya bizim irademizi tanıyacaksınız, ya da bundan sonra birlikte olamayız”ı dayatacaklar. Çünkü politik mücadelede yalnız isyan etmek değil, isyana teşebbüs etmek de suçtur. Bunu devşirmeler çok iyi bilirler.
Arkadaşlar, oyuna gelmeyin! Sosyal ilişkileriniz zedeleniyor olabilir, sizi şimdiye kadar seven bir iki arkadaşı kaybedebilirsiniz; ama süreci henüz anlamamış veya ulusal sorumluluklarının yeterince farkında olmayan bir iki arkadaşınızın hatırına yurtseverliği sulandırmamalısınız.
Tereddüte düşmeyin! Eğer Çerkes=Adıge’yi vurgulamazsanız, bugün zaten “Çerkes”e geçiş yapmaya çalışan, ama ulusal kaygılarla değil; tam tersine ulusal mücadelenin ve yurtseverleşmenin önünü kesmek için, güçlerin ekmeğine yağ sürmüş olursunuz.
Hareketiniz anavatanı heyecanlandırdı, size destek üzerine destek verdiler. Aslında Çerkes=Adıge diyebilmek için buna ihtiyacınız da yoktu. Birazcık mürekkep yalamışların bile bildiği bir gerçektir bu.
İnşallah başarırsınız, ama siz başaramazsanız da biz mücadelemize devam edeceğiz. Bursa’da olmazsa başka bir yerde, bugün olmazsa yarın; ama mutlaka ulusal örgütlemelerimizi yaratacağız.
Çünkü biz “umudu çoktan ektik” ve “bu umudun sevgiyi büyüteceğinden” kuşku duymuyoruz!