#161 Ekleme Tarihi 07/10/2015 02:50:19
15 Ekim 2010 Cuma Saat 09:35
“Federatif yapısı” nedeniyle çoğumuzda pozitif bir beklentiye yolaçan; ama hak-hukuk bilmez, anti demokratik ve sorunları çözmekten uzak RF’ndan umutlar kesilmek üzere. Birilerinin “inşallahlı, maşallahlı” söylemleri kimseyi ikna etmiyor. Artık herkesin çıplak gözle bile görebildiği gerçekler ve gelişmenin yönü RF’nun Kuzey Kafkasya halkları; özellikle de Çerkesler için hiç de olumlu düşüncelerinin olmadığını gösteriyor.
Eğri oturup doğru konuşalım: RF tek uluslu üniter bir devlet olma yolunda hızla ilerliyor. Bütün demokratik hak ve özgürlükler bir bir yokediliyor. İktidarı eline geçirmiş olan oligarşi, FSB ve “Nashi”ler eliyle topluma korku salıyor; ırkçılığı-faşizmi besliyor ve toplumu hızla militarize ediyor.
Çarlık Rusya’sı 1800’lü yıllarda “dünya gericiliği”nin merkezi haline gelmişti, çelişkilerin en yoğun olduğu “zincirin zayıf halkası” idi. Bugün de RF, dünya gericiliğinin merkezidir. Sahip olduğu nükleer silahlar ve ikinci paylaşım savaşı sonrası ortaya çıkan uluslararası kurumlarda edindiği konum nedeniyle hala “bir güç”tür; ama sanayide, bilim ve teknolojide; hatta askeri araç gereç üretiminde bile yarışta geriye düşmüştür, çürümüştür.
Medvedev Güney Osetya’yı ziyaretinde “alt yapının inşa edilmesi için size gönderdiğimiz 1 Milyar doları ne yaptınız?” diye sormuştu. Cevabını bilmiyoruz, ama tahmin etmek zor değil ve bu durum Cumhuriyetlerimiz dahil bütün Rusya Federasyonu’nda aynı.
Çerkes Halkında “Çarlık-Sovyet ve Federatif Rusya”ya karşı uzun zamandır varolan haklı tepki, işte RF’nun bu anti-demokratik, çürümüş karakterine ek olarak ulusal sorunlarımızın çözülmeyip asimilasyonun derinleşmesine; ulusal bilincimizin yükselmesine paralel büyüyor.
Evet, uğradığımız haksızlığa olan bu tepki henüz yönünü bulamamış, politik olarak zayıf ve dolayısıyla şimdilik bir bilince dönüşmemiş; ama yine de yaygın bir muhalefetin doğmak üzere olduğunu görmek mümkün.
Bu ortamda, bizim neler yapabileceğimizi az çok başkaları da kestirmiş olmalılar. Bugün herhangi bir gücü olmayan tek bir bireyin dahi, zamanla toplumsal gerçeklikten güç kazanabileceğini ve yine bugün felsefi-teorik olarak dile getirilen düşüncelerin ileride kendi yasalarının dinamiğiyle politikleşeceğini, maddi bir güce dönüşebileceğini biliyorlar.
Bu nedenle şimdiden karşı önlem almaya başladılar.
“Emperyalist ülkeler güçsüzdür, kağıttan kaplandır” demek istemiyorum; ama güçleri kadar zaafları ve korkuları da büyüktür. Mesela ABD dünyada üretilen enerjinin tek başına % 25’ini tüketiyor ve dünyanın ticaret hacmi en büyük ülkesidir, ama aynı şekilde en borçlu, en fazla ticaret-bütçe açığı veren ve en çok hapishanesi-tutsağı olan ülkedir. Rusya Federasyonu “Allah vergisi” enerji kaynaklarının üzerine oturmuş, ama işgal edip birlikte yaşamaya zorladığı halklar kucağındaki patlamaya hazır atom bombası gibidir. Çin dünyanın 20 yıldır en hızlı büyüyen; ama çelişkilerin de en hızlı derinleştiği ülkesidir.
Güçlerini korumak veya büyütmek için attıkları her adımda çelişkileri daha da derinleşiyor ve korkuları büyüyor. İşte ABD enerji savaşında bir adım öne geçmek için Irak ve Afganistan’a girdi; yüzbinlerce insanı öldürdü, yağdı-yağmaladı; ama işte görüyorsunuz direnişi kıramıyor, batağa saplandı ve çıkmanın yollarını arıyor. Zulmettikçe direniş tohumları ektiğini biliyor ve herşeyden, herkesten; hatta artık tek tek bireylerden bile korkar hale geldi ve artık Ortadoğulu veya Asyalı insanları ülkesine sokmadan önce iç organlarına varıncaya kadar arıyor.
RF, Çin…hepsi aynı “paranoid” ruh hali içerisindeler. Korkuyorlar! Yalnız onlar değil, bütün despot egemenler; kaybedecek birşeyleri olanlar korkuyorlar ve ne kadar önlem alırlarsa alsınlar korkuları her geçen gün biraz daha büyüyor. Bu nedenle ilk iş olarak başkalarını, herkesi “korkutmaya”, korkuyu büyütmeye çalışıyorlar.
Türkiye de yıllarca bunu yaptı. Sovyetler Birliği dedi; komşularımız dedi. Yetmedi, iç düşman: Komunistler, şeriatçılar, bölücüler, Ermeniler… dedi. Hatta “Türkün Türkten başka dostu yoktur”a kadar vardırdı bu söylemi.
Despot devletler ve iktidarlar özellikle içerde sorun yaşadıklarında çatışmadan medet umar; “dış tehdit veya düşman” icat eder ve bu dış tehdit veya düşman sopasıyla içte disiplini sağlamaya çalışırlar. Ne kadar güçlü silahlara sahip olursa olsunlar, despotluklarına hem içerde hem de dışarıda meşruiyet kazandırmak; yalanla, demo;jiyle düşman, yıkıcı, bölücü, terörist vs suçlamalarıyla ve halka korku salarak politikalarına yığınlardan destek bulmak zorundadırlar.
Çünkü korkanların veya korkularını yenemeyenlerin dirençlerini yitireceklerini; hak ve özgürlük taleplerini erteleyip devlet ve iktidar etrafında kenetleneceklerini ve korkunun, insanların suçları kafalarında meşrulaştırmalarına yarayacağını bilirler.
Korku, insanları örgütlenme ve hak arayışlarından uzaklaştırırak çaresizleştirir. Herkesi herşeyden ve birbirinden şüphe duymaya, yalnızlığa sürükler. İnsanın toplumsal boyutunu bitirir. Toplumu atomize eder.
Biz de şu anda benzer bir süreçten geçiyoruz. Birileri korkuyor ve korktuklarının başlarına gelmemesi için bizleri korkutmaya, korkuları büyütmeye çalışıyorlar.
21 Mayıs’ta Berlin’de RF konsolosluğu önünde protesto gösterisi yapmaya gittiğimizde genç arkadaşlar anlatmışlardı. Birileri “gitmeyin, fotoğraflarınızı çekerler, fişlerler. Bir daha anavatanınızı göremezsiniz” gibi şeyler söylemişler. Sanki hiç anavatana gitmişler veya gitmeye niyetleri varmış gibi? Sanki hiç böylesi bir etkinliğe katılmış ve sonuçlarını biliyorlarmış gibi?
Bu sadece bir örnek, ama belli odaklar bir süredir gerek anavatanda ve gerekse diasporada böyle “dış güçler, RF düşmanları, büyük oyun, yeşil hilal vs vs” söylemlerini ve “Amerikan’ın şeyi” iddaalarını yoğunlaştırdılar. Şimdi, eskiden “komunistler Moskova’ya” sloganları ile Sovyetler Birliğine postalanmak istenenlerin de bu koroya katıldıklarını görüyoruz.
Türkiye solunu tanıyanlar bilirler: O zamanlar “Moskova uşağı” diye suçlananların çoğu aslında Moskova ile “kanlı bıçaklı” idiler. Bazıları Moskova’yı sosyal emperyalist ve “baş düşman” ilan etmişlerdi. Ama yine de Türkiye halklarının önyargılarına hitap edilerek, cahilliklerinden yararlanılarak ve korkuları büyütülerek birileri tarafından böyle hedef gösterildiler.
Bize karşı yazılan çizilenlerin hiçbirinin bizle; bizim anlattıklarımızla alakası yoktur. Çoğu yalandır!
Biz Çerkesler (Adıgeler) ne istediğimizi açık açık ilan etmiş durumdayız: Tarihsel haksızlığın giderilmesini, anavatanımıza geri dönmemize izin verilmesini, dönüşün maddi ve manevi olarak desteklenmesini; anavatanımızda birleşmemize-uluslaşmamıza karşı çıkılmamasını ve tarihsel topraklarımızda egemen bir ulus olarak gelecek korkusu olmadan yaşamak istiyoruz. Aynı şekilde diasporada yaşadığımız ülkelerde kimliklerimizin tanınması, korunması ve anavatanımızla özgürce ekonomik-siyasi-sosyal ve kültürel ilişkiler geliştirebilme taleplerimiz var. Bu, biz Çerkeslerin en doğal hakkıdır.
Birilerinin, mesela ülkelerinde “tek bir insanın dahi anadilinde eğitim alma, gelecek korkusu olmadan yaşama hakkı vardır” diyebilenlerin veya RF ile çıkarları çatışanların bizleri desteklemelerinden daha doğal birşey yoktur. Bunu herülke, kolunun uzanabildiği her yerde yapar. Ve yine her ülke, her güç ve herkes çıkarlarının örtüştüğü ülkelerle, gruplarla veya tek tek insanlarla ilişki kurmaya; yardımlaşmaya ve dayanışmaya çalışır. Bunu Rusya da yapar, Amerika da, Abhazya da…
Yani aslında her ülkenin “şey”i vardır!
Önderlik yapmaya soyunanların görevi bunu bilmek; ulusal-bağımsız çizgilerini korumaya çalışırken doğru ittifaklar kurabilmek ve çelişkilerden yararlanabilmektir. Dünyada yalnızca “kullanma” veya “kışkırtma” yok; çıkarların örtüşmesi durumunda ve örtüştüğü müddetçe “yardımlaşma” ve “dayanışma” da var. Bunu bilenler zafere ulaşırlar. Abhazya gibi!
Bunları bizden daha iyi bilen ve dün, ikinci dünya savaşında SSCB ile ABD’nin ittifak kurmasının neden doğru olduğunu anlatan birileri şimdi “büyük oyunun bir parçası”, “bilmem kimin planı” veya “Amerikan’ın şeyi” gibi masallar anlatıyorlar. Gerçekte ise bunlar Çerkes halkının değil, kendilerini ait hissettikleri halkların çıkarlarını düşünüyor ve bizleri de bu halkların çıkarlarına angaje etmeye çalışıyorlar:
1- Ya bizim istediklerimizi istemiyorlar,
2- Ya da bu isteklerimizle çıkarları çatışanlara hizmet ediyorlar,
Bunun ortası yoktur.
Yok öyle değil diyorlarsa “şey”lerle oynamayı bırakıp bu isteklerin neden yanlış olduğunu anlatmalılar...