#225 Ekleme Tarihi 15/10/2015 01:14:39
04 Haziran 2012 Pazartesi Saat 15:34
Eskiden bir tartışma vardı: “İnsan davranışlarını belirleyen nedir?” Veya “insan kişiliği ve karakteri ile mi doğar, yoksa kişiliği ve karakeri yaşadığı çevrede mi şekillenir?” diye... İdealistler, bu özelliklerin “doğuştan geldiği”ni iddia ederlerken, materyalistler, “çevre belirleyicidir” derlerdi.
Bilim gelişti. İnsan davranışlarının kökeni hakkındaki veriler ve bilgiler çoğaldı. Ve artık her iki söylemin de hem “doğru”, hem de “yanlış” olduğunu biliyoruz. Veya, her ikisinin de hem doğru, hem de yanlış. “Hem yanlış hem de doğru ne demek” diye sorarsanız eğer, doğruda her iki düşünceden de bir şeyler var, hiçbiri mutlak değil derim.
Ki, ben, genel olarak bir şeyin ne kadar mutlaklaştırılırsa, o kadar doğru olmaktan çıktığına inanıyorum. Çünkü “mutlak doğru” izafidir. Belli bir “yerin ve zamanın doğrusu” veya “mutlak doğrusu”dur.
İnsan davranışlarının çevrenin etkisi altında şekillendiği düşüncesi bana daha doğru geliyor. Ama “çevre faktörü”nü de iyi açmak ve çevreyi insanın doğduğu günle başlatmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, bilim, insanın daha dünyaya gelmeden; ana karnındayken çevresini algıladığını, insan davranışlarının bir kısmının bu evrede şekillendiğini ve kalıtım yoluyla kuşaktan kuşağa taşındığını kanıtladı.
Bu durumda “çevre” sadece birey olarak bir insanın doğup büyüdüğü değil; “kendisinden önceki kuşakların da doğup büyüdükleri ve yaşadıkları çevre”dir. Çünkü bu kuşaklardan geleceğe taşınan davranış biçimleri var. Ve bunlar, her insan özelinde yeniden ve yeniden üretilerek, değişerek kuşaktan kuşağa aktarılıyorlar.
Bu durumda “davranışlarım yedi kuşak öncesi akrabalarımızın davranışlarının kopyası” demek de; “tamamen farklı, onlardan hiçbir şey almadım, bütünüyle aile ilişkilerinde, köyümde-kasabamda şekillendi” demek de doğru değil. İnsan davranışlarının kökeni yüzlerce yıl öncesine kadar gitmekte, değişerek-gelişerek bugüne taşınmakta ve toplumsal yaşam içerisinde yeniden üretilerek gelecek kuşaklara aktarılmaktadır.
Hiçbirşey “yer ve zaman mefhumu” gözardı edilerek açıklanamaz, hiçbir şey ortaya çıktığı koşullardan bağımsız ele alınamaz. Çünkü, doğada herşey sürekli hareket halindedir, değişir. Bu değişim, bazan hızlı; bazan da yavaş olur. O kadar yavaş ki, gözle görülmez ve yüzyıllara yayılır...
Zamanı ve değişimi durdurabilmek, hatta kontrol altına alabilmek mümkün değildir. Biz en fazla, değişimin hızına müdahale edebiliriz. Bu durumda, herhangi bir alışkanlığı veya davranış biçimini bütün zamanlar için geçerli sanmak büyük yanılgı olur.
Bunlar, “insan toplulukları” için de geçerli. Yani insan toplulukları da sürekli hareket halindedir, sürekli bir değişim içerisindedir.
Peki bu “değişimin altyapısı veya nedeni nedir?” Genel doğru, “ekenomik ilişkiler, yani altyapı toplumsal değişimleri tetikler ve belirler” demektir. Tabii mutlaklaştırmadan, toplumsal yasaların “eğilimsel yasalar” olduklarını unutmadan! Çünkü belli ekonomik ilişkiler toplumsal yaşamda çok uzun zaman dilimlerine; yüzyıllara, hatta binyıllara denk düşerler. Ve bu yüzlerce-binlerce yıl içerisinde, ekonomik altyapı nitelik olarak değişmese de, insan ve toplum ilişkileri büyük değişiklikler gösterirler.
Ama, aynı ekonomik ilişkiler hakim iken, toplumsal yaşamda, insan ilişkilerinde ve davranışlarında ortaya çıkan değişikliklerin nedeni veya motoru nedir? Bu değişimler kendiliğinden mi olmaktadır? Değil elbette. Böyle “belli bir süreç”te değişimin motoru veya belirleyicisi, hatta daha ileri bir ekonomik toplumsal örgütlenmeyi hazırlayan; hızlandıran veya yavaşlatan “siyasi üst yapı” veya “siyasi ilişkiler”dir.
Yani, “günümüzde insanı ‘belli bir insan’ yapan siyasettir, siyasi ilişkilerdir”. Çünkü günümüz toplumları “siyasi toplumlar”dır. Kendiliğinden değil; bilinçli çabalarla örgütlenmektedirler.
Elbette keyfi bir şekilde olmuyor bu. Sözkonusu insan topluluğunu biraraya getirecek ortak değerlerin ve bir geçmişin, yani toplumsal hafızanın olması gerekiyor. Bu değerler insanlara anlatılıyor, yeniden üretiliyor ve bunların üzerinde ekonomik-toplumsal ilişkiler kuruluyor. Ama bununla da bitmiyor iş. Kurulan ilişkilerin korunması, geliştirilmesi, ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde yeniden üretilmeleri gerekiyor. Hergün ve durmaksızın. Tüm bunlar bilinçli ve örgütlü çabalardır. Ve siyasetin alanına girerler.
Öyleyse günümüzde toplum ve insan ilişkilerini yeniden üreten, değiştiren ve belirleyen siyasi ilişkilerdir ve siyasi kurumlardır demek yanlış olmayacaktır. Bu ilişkiler ve kurumlar bir toplumda ne kadar güçlü ise, o toplum da o kadar güçlüdür; kendini o kadar koruyabilir, geliştirebilir ve yenileyebilir.
Tabii bunun tersi de doğru: Bir toplum siyasal olarak ne kadar geri, örgütlenmeleri ve kurumları ne kadar zayıfsa yaşama direnci de o kadar zayıftır ve ayakta kalabilmesi o kadar zordur. Yani, “kendiliğinden toplumlar”ın, modern toplumlar karşısında yaşama şansları yok denecek kadar azdır.
Ulus, böyle bir modern toplumsal örgütlenmedir. Kendilerini ulusa ait hisseden insanlar tarafından ve bilinçli olarak örgütlenir. Ama bu ulusal topluluk “kurgusal”dır demek de doğru değildir. Örgütlendiği yer ve zamanda, hitap ettiği insan topluluğunun tarihsel olarak şekillenen “ortak özellikleri” ve bir birlikte yaşama vizyonları vardır. Yani bu birlik “tesadüfi bir birliktelik” değildir. “Birlikte kahve içmek veya her Pazar birlikte konken oynamak” yeterli olmaz aynı ulusal topluluğun üyesi olmak için.
Yani, ne uygun tarihsel koşulların ortaya çıkması durumunda bir grup “öncü”nün bunu örgütlüyor olması bu toplumsal örgütlenmenin “kurgulandığı” anlamına gelir; ne de basit ortaklıklar ekseninde veya belli bir gelecek vizyonu etrafında bir araya gelmek yeterlidir.
Elbette tarihsel olarak birbirinden farklı çizgilerde oluşmuş etnik kimliklerin veya insan toplulukların da ortak bir vizyon etrafında ve bir siyasi örgütlenmenin çatısı altında biraraya gelmeleri mümkündür. Ve bu birliktelik, kaynaşıp uzun yıllar sonra tek bir kimliğe de dönüşebilir. Ama bu durumda da “vizyon”un aynı çatı altında biraraya gelmiş toplulukların ihtiyaçlarına cevap vermesi, sorunlarına çözüm getirmesi gerekmektedir.
İşte tüm bunlar “siyasi faaliyetler”dir. Yani modern bir toplumsal örgütlenme yaratmak, bu faaliyetleri örgütlemek siyaset yapmak demektir. Bu nedenle geleceklerini örgütlemeye çalışan insanlar siyasi faaliyetlerde bulunurlar. Ve ne kadar siyasileşirlerse hedeflerine o kadar yakınlaşırlar.
Siyasallaşamayan toplulukların bugün artık yaşama şansları yok. Çünkü siyasal toplumlar “daha ileri” toplumlardır ve daha ileri olan, “geri olan”ı asimile eder, yokeder. Geri olan, kendini savunma araçlarından yoksundur.
Bir insan topluluğu sözkonusu olduğunda “kendini savunma ve koruma araçları” dediğimizde anlaşılması gereken bu insan topluluğunun kimliğini, kültürünü, dilini ve gelenek göreneklerini yeniden üreteceği, geliştireceği kurumlara sahip olması demektir.
Burası çok önemli ve biz Yurtseverleri diğer siyasetlerimizden ve gruplarımızdan ayıran temel noktalardan biri de budur: Bizler, sadece kültürümüzü, dilimizi veya gelenek göreneklerimizi insanlarımıza aktarma veya öğretme çabalarıni ve bu amaçla kurulan dernekleri yeterli görmüyoruz. Çünkü bu, bataklıkta sinek avlamaya benzer.
Bizler, kimliğimizi ve kültürümüzü yeniden üretecek kurumlara sahip olmamız ve mücadelemizin de bu kurumları yaratmaya odaklanması gerektiğini düşünüyoruz. Örnek vermek gerekirse, Türkiye’de Çerkes dilinin öğretilmesine izin verilmesi yeterli ve buna odaklanılması da doğru değildir; Çerkes’in siyasi olarak tanımlanması ve bu tanımdan yola çıkarak sahip olmamız gereken hak ve özgürlüklerin tanınması; bunun kurumlarının yaratılması gerekir.
Aynı şekilde Avavatanımızda da varlığımız siyasi olarak tanımlanmalıdır. Biz o topraklarda nasıl bir halkız, olmalıyız sorusu cevaplanmalı ve bu cevap ekseninde çözümler bulunmalıdır. Çünkü bir iki hak kırıntımızın olmasının hiçbir anlamı yoktur...
Bu cercevede, “siyasi tanım önemli değil, bunu tartışma, gel” anavatana dönüs cagrilari ve “Anavatana dönüş”ün bu şekilde tanımlanmasını doğru degildir. Çünkü bu durumda anavatana dönüş apolik bir eylem olmakta, inisiyatif alınamamaktadır. Ve eğer Rusya Federasyonu’nun işine gelmediğinde karşı önlemler alma, istedigi kadar insanı Çerkesya’ya yerleştirme veya sınırdışı etme hakkı varsa bizim 1000 Çerkesi diasporadan anavatana taşımak için göbeğimizi çatlatmamızın fazla bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle mutlaka bizim anavatanımızdaki siyasi varlığımız tanımlanmalı ve bu tanımın gereği-sonucu olan hak ve özgürlüklerimizin kazanılması mücadelesine yoğunlaşılmalıdır.
Çünkü, ulus öncesi topluluklarda bir insan topluluğunu diğer topluluklardan ayıran özellikler, basit üretim faaliyetleri ve günlük yaşam içerisinde “kendiliğinden” üretilir ve yaşatılırdı. Ama modern toplumlar bilinçli insan ve toplum faaliyetinin ürünü oldukları için, kendilerini savunma araçları da bilinçli örgütlenmelerdir. Bunlar olmaksızın kimliğin yeniden üretilmesi ve korunması mümkün değildir.
İşte, biz Yurtseverlerin bütün çabası, Çerkeslerin diasporada ve anavatanımızda böyle bilinçli, örgütlü, modern bir toplum haline gelmelerini ve kendilerini koruyup geliştirebilecekleri kurumlara sahip olmalarini sağlamak içindir. Bu vizyon, bizleri başkalarından, onların faaliyetlerinden ayırmaktadır. Çünkü, şimdiye kadarki kurumlarımız ya “varlığımızı korumayı” değil; başka siyasi hedefleri öncelik olarak aldılar ve bu siyasi hedeflerine ulaştıklarında varlığımızın da garanti altına alınmış olacağını düşündüler; ya da varlığımızı basit toplumsal ilişkiler içerisinde sosyal kültürel faaliyetlerle, hatta bireysel çabalarla koruyabileceğimize inandılar.
Birincisinde, kendimiz olma araçlarını yaratma işini savsakladık. İkincisinde ise modern bir toplumsal örgütlenme yaratma işini. Birincisinde, kendimize ait olan değerleri yeniden üretme kurumlarını önemsemedik; bu kurumlar da olmadan direnebileceğimizi sandık. İkincisinde modern toplumların ve toplumsal örgütlenmelerin gücünü küçümsedik. Bireysel çabaları abarttık.
Çerkesya Yurtseverleri bu ikisinin “bir sentezidir” demek yanlış olmayacaktır. Hem modern, bilinçli bir toplum olmaya, bunun kurumlarını yaratmaya hem de hiçbir işi geleceğe bırakmadan bugünden itibaren örgütlemeye çalışıyoruz. Bu nedenle biz Yurtseverlerde, geçmiş ve gelecek içiçedir. Hem geçmişi sahipleniyor, yeniden üretmeye çalışıyoruz hem de geleceği örgütlemeye. Siyaset yapıyoruz, siyasal faaliyetleri örgütlemeye çalışıyoruz; ama kimliğimizi; korumaya, yeniden üretmeye ve yaşatmaya çalıştığımız bütün değerleri de bu faaliyetlerimizin merkezine oturtuyoruz.
Sanırım bu nedenle bazıları bizleri bir yerlere oturtmakta zorlanıyorlar... Ama sorun bizde değil, onlarda. Kalıplarla bakanlar ve statükoları aşamayanlar onlar!
Uzatmayayım...
Çerkesya Yurtseverleri Çerkes kimliğini ve varlığını yaşatmak istiyorlar. Ama bu, gelenek görenekleri yaşatmak değil; “Çerkes”i modernleştirmek, modern bir Çerkes toplumu yaratmaktır. Bunun kurumlarını örgütlemektir. “Çerkesya” bu kurumdur işte. Ve Çerkesya’yı örgütlemeden modern bir Çerkes toplumunu örgütlemek mümkün değildir.
Yeni Çerkes kimliği ve toplumu bu mücadele içerisinde ortaya çıkacak; bu siyasi faaliyetler “yeni Çerkes”i yaratacaktır.
Bu anlamıyla, Çerkesya Yurtseverliği aslında “Çerkes”in kendini yeniden yaratma mücadelesidir. Bu nedenle Çerkesya Yurtseverleri vizyonlarına kilitlenmeli; herşeylerini ve kendilerini bu vizyona, bu vizyonun ihtiyaçlarına göre yeniden yaratmalılar.
Bunu başarmadan, yani “yeni Çerkes”i yaratmadan vizyonumuzu ve modern Çerkes toplumunu örgütlememiz mümkün olmayacaktır. Herşeyi, ama herşeyimizi gözden geçirmeliyiz. Mücadelemize hizmet etmeyen, bizleri ileri götürmeyecek bütün alışkanlıklarımızdan kurtulmalı, “Çerkesya’nın inşasına hizmet eden her şey doğrudur, değilse yanlıştır” diyebilmeliyiz.
Gelecek, gelecekte değil, bugün örgütlenir. Yani biz aslında bugünü değil, geleceği örgütlüyoruz. Bunu yaparken elbetteki hatalar olacaktır. Ama hatalarımızı da görebilmeli, kendimizi geliştirmeliyiz.
Bizim hatalarımıza karşı yaklaşımımız başkalarının bizlere güven duyup duymamalarında ölçü olacağı gibi, bizlerin de söylemlerimizde ne kadar samimi olduğumuzun bir göstergesi olacaktır.
Güçlü olan, gücünün farkında olan hata yapmaktan, hatalarını görmekten ve itiraf etmekten korkmaz.
Ben, dünyanın gündemine girmeye başladığımız ve daha ileri adımlar atmaya hazırlandığımız bugünlerde, bütün Yurtseverleri ve Çerkes ulusal mücadelesine gönül verenleri kendilerini ciddi bir şekilde gözden geçirmeye, eleştiri-özeleştiri süzgecine sokmaya, yenilemeye ve vizyonumuzun insanı olmaya çağırıyorum. Bunu başarırsak politik hedeflerimize de ulaşırız.
Çünkü bizim önümüzdeki tek engel yine biz: kendimiziz!