#202 Ekleme Tarihi 13/10/2015 10:58:02
19 Mayıs 2011 Perşembe Saat 17:30
„…biz Çerkesler dünya yüzeyinden silinirsek bilinsin ki kâinatın yaratıcısının huzurunda dahi gaspedilen haklarımızı aramaktan vazgeçmeyeğiz.”
Adını duydunuz mu bilmiyorum; ama Lady Gaga, Amerikalı ve belki de dünyanın en çok kazanan şarkıcılarından biridir. İki yılda zirveye çıktı, daha doğrusu „zirveye ite kaka oturtuldu“.
Gerçek ismi Stefani Joanne Angelina Germanotta, İtalyan asıllı, 1986 doğumlu ve 2008 yılında yayınladığı „Fame“ albümü ile üne kavuştu. Şarkılarının söz ve müziğini, Fas asıllı İsveçli müzik yapımcısı Nadir Khayat ile birlikte hazırlıyor deniliyor; ama elektronik ortamda düzeltildiğinden kuşku duymadığım sesi ( ham ses kayıtlarını şimdiye kadar duyan yokmuş! ) gibi şarkılarının üretimine ne kadar katkısının olduğu da meçhul.
Müziği teknik açıdan mükemmel bir karma. İçerisinde Madonna’dan tutun da 80’lerin ve 90’ların bütün sevilen tınılarına ve tonlarına; hatta metal ve Rock’n Roll’dan esintilere kadar „geçmişte sevilen“ herşeyi bulabilirsiniz. Yani hemen hiçbirşeyi „özgün“ değil; ama ortaya çıkan ürün „özgün“! „Sanki son 30 yılı didik didik etmişler de yaratmışlar?“
Ama bunlardan daha da önemli olan herhalde, Lady Gaga’nın piyasaya nasıl ve niçin sürüldüğü. Özene bözene yaratıldığını, ince ayrıntılarına kadar planlandığını sandığım imajı!
İşin bir reklam boyutu var. Mesela MTV müzik ödülleri törenine hayvan etinden yapılmış bir elbiseyle gittiğinde de bunun kadın bedeninin metalaştırılmasına karşı bir protesto olduğu yorumu yapılıp „feminist ikon“ haline getirilmek istenmişti. Sonra transseksüel olduğu söylendi. Okul yıllarında arkadaşları tarafından horlandığı, ezildiği falan. Şimdilerde eşcinsellerin haklarını savunduğu iddaa ediliyor.
Bazı akademisyenler ve eleştirmenler kendisini mercek altına aldılar. Mesela Amerikalı feminist akademisyen Camille Paglia bir makalesinde “Lady Gaga’nın geçmişteki başarılı müzisyenlerden esinlenerek inşa edilmiş yapay bir imajı var. Kamuoyundaki her hareketi önceden bir senaryo gibi yazılmış. Ama aşırı cinselliği aslında hakiki erotizmi yok ediyor. Böylece ortaya asılsız bir ‘mağdur’ edebiyatına sığınan, oysa özünde tamamen dekoratif, yüzeysel ve aseksüel olan bir kopyacı çıkıyor.” diye yazmış.
Gerçekten de Lady Gaga, “21. yüzyıl muhalefeti”nin tipik bir örneğidir. Genç, seksi, radikal… alışılmadık protesto biçimlerinin ikonu! Halbuki yaptığı, kadın-erkek eşitliği ve eşcinsel hakları gibi ciddi siyasi/toplumsal konuları yüzeyleştirerek içlerini boşaltmak ve özellikle de gençleri etkileyerek kurulu düzen yandaşlarını memnun edecek bir “muhalefet“ veya „karşıtlık“ yaratmak.
Lady Gaga’da somutlaşan bu manipulasyona ve reklama dayalı „karşıtlığın“ Türkiye’deki uzantıları “Özal gençliği” diye nitelenen apolitikleştirilmiş kuşak. Ama bu kuşak artık „politikayı bütünüyle reddetmiyor“; bunun yerine siyasi bilincin gelişmesini engelleyecek Lady Gaga gibi yapay bir „muhalif“ veya „karşıt“ söylem geliştiriyor. Radikal motiflerden çekinmiyor, hatta olur olmaz yerde kullanıyor; böylece atak, cesur ve samimi gençliğin duygularını okşuyor.
Kimi "Talk Show"larda bu yeni yöntemi çok güzel görebilirsiniz. Bu programlarda bir siyaset bilimci, politikacı veya yaşamı politik mücadele içerisinde geçmiş bir sendikacının karşısına çıkartılan pop yıldızı veya „cool“ bir tip resmen show yapar. Yeni, alışılmadık, canlı, biraz heyecanlı, muhalif ve elbette seksi bir görüntü sergiler.
Yaptığı müzik veya sanat ne kadar derinse söylemleri de aslında o kadar derindir. Ama New York, Tel Aviv, Dubai…vs. der; çoğunluğun anlamadığı kavramlar kullanır, cümleler kurar. Mesela „Çerkes eşittir Adıge matematiksel bir ifadedir“ der ve „her şeyden önce kimlik bir matematiksel eşitlik değildir ve kimlikler matematiksel denklemlerin mutlak sonuçları değil, geniş ölçekli tarihsel süreçlerin sonuçlarıdır“ diye ekler. Eleştiridir bu ve siz acaba Çerkesin matematiksel olmayan tanımı nasıl bir şey diye merakla beklerken „Çerkesler uzun savaşların, soykırım ve sürgünlerin sonunda anavatanında azınlık durumuna düşürülmüş ve nüfusunun büyük çoğunluğu sürgünde yaşayan bir millettir“ tanımını yapar. Ama Çeçenler, Dağıstanlılar, Osetler, Karaçay Balkarlar… „anavatanında azınlık durumuna düşürülmüş ve çoğunluğu sürgünde yaşayan millet“lerden olmadıkları için aslında Çerkesin matematiksel olmayan tanımı da „Roma’ya“ çıkmıyor mu? Çıkıyor da, Roma’yı böyle herkesin anlayabileceği bir şekilde tarif ederse tılsım ve „Kuzey Kafkasya Halkları eşittir Çerkes“ diyen diğer matematikseverlerle araları bozulur…
İşte 21. Yüzyılın „yatay muhalefeti“ böyle herkese kendisini özdeşleştirebileceği mesajlar ve „aslında bizden“ imajı vermekten geçiyor. Buna bir de alışılmışın ötesinde veya „kural tanımaz isyankar“ tavrı eklendi mi resmen „ikon“ olup çıkıyor bu pop yıldızları. Ve bu durum gerçekte düzenin sürmesini isteyenlerin de işine geliyor. Çünkü bu yöntemle siyasetin derinliği kayboluyor veya siyaset siyaset olmaktan çıkıp, „protest“ bir karakter alıyor. Ama „sokaklar da yürümekle aşınmıyor!“
Lady Gaga’nın müzik kliplerini izleyin, kullandığı motifler günümüz küresel gençliğinin yaşamlarının parçası haline gelmiş olan şeylerdir. Mesela “Love Game” şarkısında Bwin ve Campari markaları izleyenlerin gözlerine sokulur. “Telephone” şarkısının klibinde Virgin Mobile marka cep telefonu, Coca Cola ve Heartbeats marka kulaklıklar ile Hewlett-Packard Envy marka bilgisayar, PlentyOfFish.com internet sitesi veya Polaroid fotoğraf makinesi... “Bad Romance” şarkısının klibinde ise iPod, Philippe Starck Parrot marka kablosuz hoparlörler, Nemiroff marka votka, Carrera güneş gözlükleri, Burberry marka bir palto, Alexander McQueen tasarımı topuklu ayakkabı ve La Perla marka iç çamaşırları görülür.
Bu durumda kendisi de tüketim endüstrisinin bir ürünü olan ve iletişim araçlarını çok iyi kullanan Lady Gaga’nın bir şarkıcı olmaktan çok aslında iyi bir pazarlamacı olduğu da söylenebilir. Ve ben onun gibi, kitlelelere kendisinin veya başka bir “ürün”ün reklamını yapmaktan başka hiçbir şey söylemeden siyaset icra eden “ikon” figürlerin hakim „küresel“ sistem için bir süre daha kilit önemlerinin olacağını düşünüyorum. En azından, bir şeyleri değiştirip dönüştürdüklerini sanan insanlar, gerçekte „cool“ olmaktan veya protesto etmekten başka bir şey yapmadıklarını ve hiçbir şeyi değiştiremediklerini farkedinceye kadar.
Nereden takıldım şu Lady Gaga’ya bilmiyorum, ama ben asıl konumuza: 21 Mayıs’a gelip son sözlerimi söyleyeyim…
Bence bu seneki 21 Mayıs etkinliklerinden herkesin çıkarması gereken derslerden biri insanlarımızın birlik olma istemi olacak. Yani artık herhangi bir siyasi grubumuzun veya kurumumuzun böylesi günlerde „ben hazırladım, buyrun birlikte yiyelim“ deme dönemi kapanacak
Son iki haftada herkes gördü: halkımız birlik istiyor. Şimdilik neden birlik olunamadığını sorgulamamış olması kimseyi yanıltmamalı ve „ikincisine ne gerek vardı“, „biri ilan edilmişken buna katılmayıp alternatif örgütlemek bölücülüktür“ söylemini yayanlar insanlarımızı aptal sanmasınlar. Herkes herşeyin farkında.
Kamuoyuna iki kere açıkça „herşeyi görüşmeye ve birlikte örgütlemeye hazırız. Gelin 21 Mayıs Eylem ve Birlik Komitesi kuralım“ çağrısı yapan ve ikili görüşmelerinde bunu tekrar eden biz Yurtseverleri de, bizimle görüştükten sonra diğerleri ile de görüşen ve birlik olunması için gerçekten çaba sarfeden Murat Ağabeyimizin 14 Mayıs Cumartesi günü İstanbul’daki toplantıda „vallahi kendileriyle eylemin çerçevesi üzerine tartışacak kimseyle görüşmeye niyetleri yoktu. Ellerinde Amerika’dan mı gelmiş, nereden bilmiyorum, bir kağıt; imzala katıl diyorlar“ diye anlattığı gerçekliği de unutmayacak.
12 Mart’ta olduğu gibi herkesin siyasi kimliğiyle katılabileceği bir eylem birliğine bile evet demediler; çünkü bu durumda İstanbul Taksim eylemi o „moderatörlüğünü Kafkasya Forumunun üstlendiği küresel eylemin bir ayağı“ olamayacak; „21 Mayıs’ta Taksim’de bizim örgütlediğimiz büyük bir kafkas cephesi sokaklara döküldü“ propagandası yapamayacaklardı. İşte bu grup çıkarı için 21 Mayıs’ta birlik olmanın önünü tıkadılar. Ve üstünü örtmek için de „bölücüler“ masalı yaydılar.
Teorik olarak doğru olan, bu tavrı cezalandırmaktır. Ama 21 Mayıs gibi bir günde yapılacak hiçbir eylemin kötü geçmesini istemeyen insanlarımızı anlıyor; bu samimi ve küçük politik hesaplar yapmayan insanlarımızın son günlerde verdikleri mesajın da herkes tarafından alındığına inanıyorum.
Bizler, Yurtseverler olarak, kendimizi siyasi olarak ifade edebileceğimiz bir birlik olunamadığı, bu yöndeki çağrılarımıza yanıt verilmediği için siyasi duruşumuza uygun bir etkinlik örgütleme kararı aldık.
Dünyaya açma sürecini başlattığımız „Çerkes Soykırım ve Sürgün“nünü tanıması ve acil taleplerimizi kabul etmesi için saat 15:00’da Taksim’de, RF konsolosluğunun önünde olacağız. Buradan da saat 18:00’da Beşiktaş’a Federasyonumuzun etkinliğine katılarak böylesi günlerde birlik olmamız gerektiği mesajını vereceğiz.
Şimdiye kadar anlattığımız politik çerçeveyi ve programımızı benimseyen herkesi bizleri desteklemeye çağırıyorum. Ama dilerim bütün etkinlikler dünya kamuoyuna gereken mesajı verecek kitleselliğe ulaşır ve bir taşkınlık olmadan sonlanır. Etkinliklere katılacak herkese saygılar selamlar…