#87 Ekleme Tarihi 03/10/2015 07:27:00
15 Mart 2011 Salı Saat 20:37
Çerkes Hakları İnsiyatifinin12 Mart'daki mitingiyle ilgili habere, Adıgece olan sitelerden birinde şöyle bir yorum yapılmış:...Türkler bizimkilerin istediğinin %10 dahi verirse, bizimkiler dizlerinin üstünde müteşekkir dua eder dururlar, ve o zamanda onların “dönüşü” sabah sisinin rüzgarda yok oluşu gibi yok olur gider.
Doğrusu bende uzun zaman düşündüm. Hatta halada kendimi düşünmekten alıkoyamıyorum.
Ne olacak?
Ben bir haklin tarihsel topraklarından öte bir yerde yaşamaması gerektiğine inanan biriyim. Yani Finliysen, Finlandiya vatandaşısındır, Finlandiya'da bir evin olması gerektiğine inanırım veya Finlandiya’dadır ikamet adresin. İş veya sağlık sebeplerinden dolayı bir süreliğine başka ülkelere gitmişsen de dönüp dolaşıp döneceğin yer vatanındır. Benim anlayışım da fert, Japonya’da olduğu gibi, ülkesinin ve halkının dolayısıyla kendinin en iyi şartlarda var olabilmesi için üzerine düşeni yapar. Ülkesinin doğasıyla bir bütündür insan. Bu kaya parçası veya şu ağaç neden burada ise bende onun için buradayım. Çünkü o ben'im. Fiziki görünümüm ve gen yapımın oluşmasındaki özellikler bu topraktan ve sulardan geçmiştir atalarıma ve onlardan da bana. Beni ben yapan bu topraktaki minerallerin dağılım oranı veya vatanımın içme sularındaki özel yapıdır.
...Dr.Emoto’nun su araştırmasını bu kadar popüler kılan nokta ise onun bu araştırma ile ispat ettiği düşünce ve duyguların fizik realiteyi etkilediği gerçeğidir. Aynı yerden alınan su örneklerine yazılı ve sözlü kelimelerle veya müzikle değişik niyetler, düşünceler yönlendirildiği, odaklanıldığı zaman “su kendi ifadesini değiştirmektedir.”
Temel olarak Dr.Emoto suyun ifadelerini yakalamayı başarmıştır. Geliştirdiği teknikte çok soğuk bir odanın içinde son derece güçlü bir mikroskop ve çok yüksek hızlı bir fotoğraf çekim şekli uygulamıştır. Bu teknikle henüz oluşmuş donmuş su kristallerini fotoğraflamıştır. Ancak, değişik bölgelerden alınmış su örneklerinin hepsi kristalize olamamaktadır. Örneğin, çok kirli nehirlerden alına su örnekleri sadece suyun içinde bulunduğu hali, durumu gösterirler.
Dr.Masaru Emoto donmuş suda oluşan kristallerin kendilerine belirli düşünceler yoğun olarak yönlendirildiğinde değişiklik gösterdiğini keşfetmiştir (düşüncenin şekline göre su kristalleri değişiklik gösterir).
Yapılan deneyler sonucunda çok temiz kaynaklardan gelen su örneklerinin ve kendilerine sevgi dolu sözcükler söylenen su örneklerinin aynen kar tanelerinin modeline benzeyen çok parlak, yoğun motifli, simetrik ve çok renkli desenler oluşturdukları görülmüştür.
Buna karşılık çevre kirliliğinin çok olduğu bölgelerden gelen su örnekleri veya negatif düşüncelere maruz bırakılan su örnekleri ise koyu renkli, asimetrik ve tamamlanmamış motifler oluşturmuşlardır.
Bu benim için şu anlama gelir, halkımın binlerce yıl, duygu ve düşünceleriyle şekillendirdiği doğanın haricinde bir yerde benim ben olamayacağım!
12 Mart mitinginin hazırlıklarının yapıldığı günlerde aklıma gelen birçok soru oldu. Halkımızın mitinge olan konsantrasyonunu bozmamak içinde susmayı tercih ettim.
Türkiye’deki Diaspora hayatımızın önemli bir dönüm noktasına geldi. Bir halkın aslında gıda ve su kadar doğal ihtiyacı olan dilini koruma isteğinin çoksesli dile getirildiği günlerin sonrasında yaşanan, tepkileri ve kendini dinleme safhasındayız.
Türkiye hükümetinin bu hak arayışına göstereceği tepkileri analiz eden ve bundan sonraki adımların ne olacağı konusunda planlar yapan arkadaşlarımız muhakkak vardır. Kendi içimizde oluşan çatlaklara da merhem sürülecek ve de ne yazık ki kanserli olan uzuvlarımızın, bedeni kurtarmak adına, kesilmesine dahi gidilebileceği ihtimalini de gözardı etmiyorum.
Anavatandan mitinge olan yazılı desteklerde özellikle vurgusu yapılan ve istenilen hakların verilmesinin ,”Dönüşün” alternatifi olamayacağı konusu, miting öncesi ele almak istediğim konulardan birisiydi. O günlerde yazmaya başladığım bu yazıda ağırlıklı olarak bu konuyu ele almak istemiştim. Fakat akıllar durgunluk veren, bazı kurumların yöneticilerin hasta ruhlu olmasından kaynaklı ve artık kendi adıma emin olduğum, ulusal mücadelemizin karşısında olan güçlerle işbirliği içerisinde olduklarının ispatı olan, mitinge katılımı engellemeleri, konu ağırlığını değiştirmeme sebep oldu.
Duygusallığı bir kenara atıp herkesin “eteğindeki taşları dökerek” konuşması bir Adıge’ye yakışır hareket olacaktır. Düşünce tarzım doğru anlaşılması açısından söylemek istediklerimi açık ve net ifade etmekte fayda görüyorum. Tabi ki söyleyeceklerimin bir çok kişide antipati yaratacağını da göze alarak.
Bu mitingi ve hareketi yukarıda belirttiğim sebepten dolayı içimde bir buruklukla, manevi olarak destekledim. Halkımın “dönüşü” için her mücadele ve çalışma şeklinin mübah olduğunu düşünen ve gerektiğinde radikal yollarında kullanılmasında hiçbir sakınca görmediğim halde, mantıken zaten toplu bir dönüş sağlansa da halkımın hepsinin dönmeyeceğini gayet iyi anlıyor ve kabul ediyorum. Rakamsal olarak ifade edecek olursam , 250-300 bin insanımızın dönmesi yeterli olacaktır. Bu hedef gerçekleştirildiği taktirde bile halkımızın %90'ı diasporada yaşamaya devam edecek demektir. Belki de Çerkes halkının geleceği açısından büyük bir diasporası olması stratejik ve ekonomik olarak ta iyi sayılabilir. Bu diasporanın, ulus bilincini oluşturması ve de devam ettirebilmesinin ilk şartlarından bir tanesidir dilini koruyabilmesi. Derdim kesinlikle diasporanın mutluluğu değil, vatanıma ve milletime hizmet edecek insanların nerede yaşarsa yaşasın varlığını devam ettirmesidir.
ÇHİ'nin fiili destekçileri olduğunu bildiğim insanların çok yapıcı ve inatla birliğe davet eden yazılarına rağmen karşıda saf tutan kişilerin bir süreliğine sağır kesilmeleri veya bu dili anlamama tavırları, onlarla nasıl konuşulması gerektiğini ve ileride de nasıl davranılması gerektiğini göstermiştir.
Hal böyleyken dili değiştirmekte fayda var.
Birilerin çıkıp ulusal mücadelemize, bilinçli veya bilinçsiz, taş koymak isteklerinin cezasız kalacağını düşünmeleri, aptallık veya en iyi ihtimalde de saflık olarak değerlendirebiliriz. Tarih sayfalarında hak etmiş oldukları yerlerini alacakları kesin! Halkımız onları hiçbir zaman unutmayacak! Halkımız karşısında, kendilerini hesap verecek kişiler arasında görmek istemiyorlarsa bundan sonraki adımlarını dikkatli atmalarını tavsiye ederim. Hizmet ettikleri düşünce ve kurumlar, hizmetçilerinin çabaları işe yaramadığını anladıkları an onları buruşturup atacaktır. Zaten bu kişi yada kurumların onları koruyamayacak olduğunu da hatırlatmayı bir borç bilirim.
Fazlasıyla, belki de gereksiz bir şekilde uzayan yazıyı sonlandırmak niyetindeyken sosyal ağlardan birinde paylaşılan bir yazı dikkatimi çekti. Ona da değinmeden geçemeyeceğim.
Nereden çıktınız demeye getirdiği ÇHİ’'ye kendince göndermeler yaparak birçok yerinde de alenen, bazı konularda da haklı olduğunu düşündüğüm, bir yazı.
“Her aklına esen” ve “üç kafadar” gibi deyimler kullanan bu şahısa ne denebilir ki: Be kardeşim, sen bahsini saygıyla ettiğin o federasyonun veya onlara uyarak sorumluluğu üzerlerinden atmaya çalışan bazı derneklerin yönetiminde olan şahıslardan emin misin? Bağlı oldukları dizginlerden dolayı hareketsizlikten paslanmış kurumların, halkımı temsil ettiklerinin kanıtı nerede? Bir halk hareketi kendinde o gücü gören o “nereden çıktığı belli olmayan” üç kişiyle başlamıştır hep tarihte. Mantıken, Çerkes halkının uyanarak bir takım hakları istemesinin, kendi çıkarları açısından, karşısında olacak ülkelerin veya adları üç harfle anılan kurumların, bize rahatça çalışma imkanı tanıması ihtimali sizce ne kadardır? Aranızda birbirilerinin destekçisi ve maaş bordrolarının altındaki mühür ve imzanın aynı kuruma ait kişiler olup olmadığını iyice bir araştırmanızda fayda var. O tür kişileri aranızda bulduğunuzda, ki araştırma zahmetine katlanırsanız bulacağınızdan bir şüphem yok, neden böyle bir harekete katılımı engellemenin bu kadar önemli olduğunu sorun. Alabilirseniz, alacağınız muhtemel cevabı tahmin edebiliyorum.
Çünkü ilk hareketi başarısız kılacaksın ki devamı gelmesin. Ve arkasından şöyle bir şeyde duyabilirsiniz; “Biz zaten gerekli çalışmaları yapıyoruz. Yarın bugün verilecek haklarımız. Toz kaldırmayalım.” Maksat bağcıyı dövmek değil üzüm yemek havasıyla bu tür işlerin gizli, öyle karda kışta sokaklarda soğukta donarak değil, belirli elit bir grupla çay içerek, yapılması ve halkın haberi olmasa da olabileceği tezini büyük bir inançla savunacaklardır.
Yanılıyor da olabilirim. “Eğer öyleyse yanılgım mutluluğum olacaktır.” Artık “taşları tekrar eteklere koymanızda” bir sakınca yok.
İstenilen hakların elde edilmesi kesinlikle dönüşün artık rafa atılması gereken bir olgu olduğunu göstermez. Bir çok kişi, artık belki de elde edilebilecek olan bu hakların, varlığımızı garantilemek ve yok olma riskini azaltmak olarak lanse edecektir. Fakat dönmekle halkınıza ve anavatanınıza göstereceğiniz fayda kadar hiçbir çalışmayla gösterebileceğinize inanmıyorum.
Uzun zamandır Türkiye’den ve bahsini ettiğim kurumlardan uzak olmam belki de bir çok olaya objektif bakabilmemi engelliyordur. Takip edebildiğim ölçülerde değerlendiriyor olmam bir çok hatalı bakış açısını da beraberinde getiriyordur.
Not: Yazıyı hazırlama aşamasında canı yürekten desteklediğim ÇHİ'nin ve yermeye çalıştığım federasyonunda, kimlerden oluştuğunu bilmiyorum. Her iki kurumun barındırdığı şahısların hiçbiriyle herhangi bir ilişkim yoktur.