Yazının buraya kadar olan birinci bölümünü, benimde dâhil olduğum ortalama insan gruplarının yani ulaşılabilir bilgi ve enformasyonları değerlendirdikten sonra aklı yettiğince bir duruş geliştiren, bir kesimin sahip olduğu bakış açısından yazdım.
Ancak dünyadaki güncel gelişmelerle ilgili daha geniş bilgi kaynaklarına sahip veya aynı kaynaklardan besleniyor olsa da farklı yorumlar yapabilen, gittikçe benimde bakış açımı yeniden gözden geçirmeme sebep olan bir grup insandan söz etmek istiyorum.
Konuyu gereksiz uzatmamak ve konudan uzaklaşmamak için kısaca bahsedeceğim. ‘’Pandemi’’ sürecinde, başka ülkelere kıyasla, Avrupa ülkelerinde bilim insanları, entelektüel yazarlar, felsefeciler ve hukukçular arasında ciddi bir ayrışma yaşandığını gözlemledim. Bir grup insan, devletlerin alelacele denebilecek bir hızla bazı kanunları kabul etmesini, Avrupa’nın demokratik değerlerleriyle çelişmesine rağmen bunları hayata geçirirken devletlerin izlediği yollarda hissedilir biçimdeki sert üslubunu hatta muhalif görüşlere karşı müsamaha göstermeyen tavırlarını eleştirmiş ve protesto hareketi başlatmıştı. Almanya, Avusturya ve İsviçre’de ana akım medyanın sürekli ötekileştirdiği hatta normalde olumlu bir tanımlama olan fakat birden bu grup için olumsuz anlamda kullanılmaya başlanan ‘’Querdenker’’ grubu. (Türkçe karşılığı ‘’çapraz düşünür’’- açıklamalı sözlükte ise‘’bağımsız ve orijinal düşünen, fikirleri ve görüşleri çoğu zaman anlaşılmayan veya kabul edilmeyen biri’’).
Bu grubun birçok olayla ilgili olduğu gibi Ukrayna-Rusya savaşıyla ilgili de yayınladıkları farklı bakış açıları var. Gelişmelerle ilgili mantıklı bir takım çıkarımlar yaparak ve söylemlerini de belgelerle ispatlayarak, olayların gösterilmeye çalışıldığı gibi olmadığını öne sürüyorlar.
İki yılı geçkindir takip etmeye çalıştığım bu gruptan bir ekonomist ve araştırmacı yazar Ernst Wolf, bu savaşın sadece çok önceden planlanmış ‘’Yeni Dünya Düzeni’’ planının bir parçası olduğunu anlatıyor. Putin’in de bu planın sadece aktörlerden biri olduğunu savunuyor. Dünyanın birçok ülke başkanı ve siyasetçinin de ‘’World Economik Forum’’u (Dünya Ekonomi Formu) başkanı ve kurucusu Karl Schwab’ın çok ünlü bazı üniversitelerinde açtığı ‘’Young Global Leaders’’ (eskide adıyla ‘’Globe Laeders for Tomorow’’) bölümlerin öğrencilerinden olduğunu ve yıllar önce açıklanmış planlarını uygulamaya devam ettiklerini dile getiriyor. Sadece, bahsi geçen okulların, öğretim yıllarına göre sahip olduğu öğrenci gruplarındaki isimlere bakıldığında dahi bazı şeyleri anlamlandırmak daha da kolaylaşıyor. Bu bölümün ilk öğrencileri arasında Angela Merkel, Bill Gates, Nicolas Sarkozy gibi isimler sadece bazıları. Sömestrlere göre mezun olan öğrencileri gördüğünüzde, dünyadaki devlet yönetimlerinin ‘’seçimler’’ gibi tesadüflere bırakılmış olunamayacağını da anlarsınız.
Başka savaşların daha başlatılması ihtimalinin çok yüksek olduğu, dünya gıda zincirinin bilinçli olarak sekteye uğratılacağı, Avrupa’nın çözmekten çok uzak olduğu enerji bağımlılığının sanayisinde yaratacağı olağanüstü değişiklikleri gibi konuları da yazılarında dile getiriyor.
Benzer bilgilerle, İsviçre’li tarihçi Daniele Ganser (Swiss Institute for Peace and Energy Research (SIPER) yöneticisi) ise iki saati geçen ‘’ Neden Ukrayna’da savaş var?’’ konulu konuşmasında da konuyu ilgi çekici bir açıdan ele alıyor. ABD’nin ikinci dünya savaşından sonra dünyanın farklı coğrafyalarında, neredeyse tıpa tıp aynı gizli ve kilit müdahalelerle, savaşlar ve darbeleri nasıl organize ettikleri ve Ukrayna’da da birinci derecede sorumlu olduğu konularını bir tarihçi gözüyle ele alması açısından dinlemeye ve okumaya değer olduğunu düşünüyorum.
‘’Komplo teorisi’’ taraftarlarının bir hayal ürünü gibi gösterilmeye çalışılan bu bakış açıları, aslında dileyen herkesin ulaşabileceği halka açık bilgilere dayandığı ise çok az kişiyi ilgilendiriyor. ‘’Sürüden ayrılanı kurt kapar’’ düşüncesiyle sadece genel çoğunluktan ayrı görünmemek, yani düşünmeyi bırakıp kendilerine ana akım medya aracılığıyla veya iktidarlara yakın bilgi kanallarından dikte edilen normlara uymayı, daha sorunsuz bir yaşam olarak görenlere bu bilgiler saçma geliyor.
Başka bir yazı konusu olacak bu bakış açılarının çok önemli olduğu düşünüyorum çünkü asıl ‘’ne döndüğünü’’ bilirsek Çerkes halkı olarak nerede durmamız gerektiğini daha iyi biliriz.
Bu savaşın anlaşmalı ve sonuçları çoktan belli olan trajik bir tiyatro oyununun sahnelerinden biri olduğu eğer doğruysa (benim açımdan şüphesiz), mesela ‘’Çerkes Taburu’’ fikrinin neden yanlış olduğunu ve sonuçta bize ne kazandırıp neler kaybettireceğini anlamamız açısından da önemli olduğunu düşünüyorum.
Evet, Çerkesya-Rusya savaşının bitmediği iddiası veya öyle algılanıyor olması çok doğal çünkü Kremlin’in insanlık dışı baskıları bitmek bilmiyor. Ancak fiili savaş bizim için, hele de bu şartlarda, bir çözüm değil! Savaş birilerinin gazına gelerek karar verilecek bir şey değil. On yıllar süren bir hazırlık gerektirir ki o zaman bile sonucu hüsran olabilir. Onun için mümkün olduğu sürece savaştan ve sorunlarımızın silahlı çözümünden kaçınmalıyız!
Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz derler. Naif biçimde, ABD ve Avrupa devletlerinin insan hakları ve adalet adına biz Çerkesleri de Rusya’nın boyunduruğundan kurtarmak istediğine inanarak, onların senaryosunun bir figüranı olmamalıyız. Kızgınlığımız ve kırgınlığımız eylemlerimizi yönlendirmemeli. Bulunduğumuz şartlar içerisinde halkımız için en doğru olanı kendimiz bulmak zorundayız.
************
Peki, ama Çerkesler ve Çerkesya halkları ne yapmalı?
Bu noktada çoğu kişiye egoizm gibi gelebilecek ve başkalarının acısına karşı empati yoksunu bir cümleyi yazmak zorundayım.
Ukrayna savaşı kurbanlarına ve dünyadaki tüm anlamsız savaşlardaki ölümlere çok üzülmekle birlikte, sonuç itibariyle beni daha çok ilgilendiren Çerkesler ve Çerkesya halkları.
Bunu söylerken, biliyorum ki gelişmelerden kendimizi uzak tutmamız veya etkilenmememiz söz konusu değil. Olayların küresel ölçekte olması yani bütün ulusları ve devletleri etkilemesi bir yana, RF rejimi, hayatı yaşanmaz kıldığı gibi bizimde çocuklarımızı bu anlamsız savaşa kurban ediyor.
Çerkesya’da baskıları, getirilen her yasak ve kısıtlamayı kabullenerek, sadece sonuçlarıyla mücadele etmekten de vazgeçmeliyiz. ‘’Çerkes Sorunu’’ sadece dil, kültür veya folklorik değerlerimizi korumak istemekle açıklanamaz.
‘’Sorunu’’ farklı değerlendiriyor olmamızdan kaynaklı ve bazı temel konularda dahi birlikte çalışamıyor olmamızın altında yatanları anlamak adına söylenmesi gereken şeyler var. Çerkes halkını iki ana gruba bölen bu bakış açılarını irdelemeden ve açıkça dile getirmeden sağlıklı bir çözüme ulaşmamız mümkün değil.
Artık değiştirilemez tarihsel gelişmelere rağmen gelinen noktayı kabullenmek istemeyen, Çerkesler/Adığeler ve Çerkesya halklarının Rusya imparatorluğunun yürüttüğü kolonyal savaşın kurbanı oldukları, soykırıma uğradığımızı ve dolayısıyla Rusya’nın bugün de işgalci bir güç olarak mücadele edilmesi gereken düşman olarak gören bir grup var. Anlaşılır olmakla beraber tamamen duygusal ve ne yazık ki sürekli halkımızı durağan, depresif ruh yapısına sürükleyen bir bakış açısı.
Buna karşılık, kabullenmesi çok zor da olsa, atalarımızın yüz yıllık özgürlük savaşını kaybetmeleri sonrası ve aynı zamanda bizden bağımsız olarak gelişen tarihsel olaylar zinciri sonucu bulunduğumuz noktayı kavrayarak, varlığımızı koruyabileceğimiz bir yol bulmamız gerektiğini düşünenler var. Yani, dünyada devletlerin kendi aralarında anlaşarak geldiği ve değiştirilmesi neredeyse imkansız aşırı komplike ilişkiler yumağında, mümkün olan en iyi şartlar için mücadele etmenin çok daha mantıklı olduğunu savunanlar.
Bende, Çerkes halkı için, bu aşamada (!) uluslar arası hukuk ve de uluslar arası konjonktür gereği federatif devlet yapısının en akılcı ve en rasyonel tercih olduğunu düşünüyorum. Yarın, ola ki şartlar ve konjonktür değiştiğinde yapacaklarımızı ve tercih edeceğimiz yolu o gün düşünürüz.
Ancak bu, normalde ‘’en mantıklı’’ olan, tercih de sorunlu.
Federasyon veya federal devlet, coğrafi yapılarına göre oluşmuş birden fazla devletin kendi istekleriyle bir araya gelerek dışarıya karşı tek bir siyasal güç olarak görülmeleri ve bu amaçla kurdukları örgütün, kendisini oluşturan devletlerin üzerinde olması; iç işlerinde ise, yine aralarındaki anlaşmaya göre geniş veya dar ölçüde özerk olmaları ile oluşan topluluk.
Federal devlet; bu anlamda içyapıları itibarıyla özerk olan devletlerin (federe devlet) oluşturduğu siyasi bir birliktir. Federe devletlerin her biri kendi ülkesine, anayasasına sahip iken diğer devletlerle olan ilişkilerin düzenlenmesinde yetki federal devlete aittir. Bununla birlikte federe devletlerin içinde kendi yasama, yürütme ve yargı organları da vardır. Fakat yasalar üst devlet (federal devlet) kimliğine ait anayasaya aykırı olmama koşulu taşır. (kaynak: Vikipedi)
Rusya Federasyonu’nu oluşturan yönetim birimleri (Cumhuriyetler-Kray’lar-Oblast’lar-Moskova şehri ve Sankt Petersburg şehri- özerk Oblast ve özerk Okrug’lar) arası Mart 1992 yılında imzalanan federatif sözleşmenin içeriği antidemokratik şekilde peyderpey değiştirildi ve değiştirilmeye devam ediliyor! Yukarıdaki açıklamanın son bölümünde yer alan, ‘’anlaşmaya göre geniş veya dar ölçüde özerk olmaları ile oluşan topluluk’’ betimlemesi, bir açık kapı olarak kullanıldı ve istismar edilerek haklarımız o denli kısıtlandı ki bir federasyondan söz etmek artık imkânsız!
Cumhuriyetlerin sadece adları kaldı. Federasyon sözleşmesiyle garanti altına alınan haklarımızın tümü Kremlin’in hizmetçilerinden başka bir özelliği olmayan atanmış ‘’başkanlarımızın’’ da onay vermesiyle ve sessiz kalmasıyla elimizden alındı.
Sadece bu tavırları bile, bu başkanların ve siyasetçilerin Çerkes halkını temsil etmediğini göstermek için yeterli! Çerkes halkının geçmişten kaynaklı sorunlarının çözülmemiş olmasıyla mücadele ederken şimdi de varlığımızı büyük ölçüde garanti altına alan federatif egemenlik haklarımızdan da olduk ve olmaya devam ediyoruz.
(Gewalt ist letztendlich die oberste Autorität von der sich allen anderen ableiten.)
Şiddet, nihayetinde diğerlerinin türetildiği en yüksek otoritedir.
Halkın, yasal otoritenin (devletin) sunduğu devlet yönetim sistemleri arasında seçme zorunluluğunu kabullenmesi, doğru olduğuna inanmasından değil, devletin yasal olarak uygulayabileceği şiddetten korkması.
Böylece bir paradoks oluşuyor! Sunulan kısıtlı seçenekler arasında ideal olan federatif yapı derken kastedilenin bu yaratılmış ucube sistem olmadığı açık. Ancak oluşturulmuş olan polis devletinin ‘’yasal’’ otoritesi herhangi bir konuda itirazı veya muhalif düşünceyi imkânsız hale getiriyor.
Bu paradoksal sorunun çözümü ise çok zor. Her fırsatta demokratik yollarla hak aranması gerektiği, ‘’yasal’’ yollarla mücadele edilmesi gerektiğini salık verenlerin görmezlikten geldiği içinden çıkılamaz kısır döngü. Demokratik yollarla hak arama sadece demokrasilerin işlediği ülkelerde mümkün! RF ise demokratik bir ülke olmaktan çok ama çok uzak. Zaten demokratik yolların tıkanmış olduğunu gören bir kesimin daha radikal yolları bir çıkış olarak algılamaları bu yüzden.
Bu paradoksun farkına varan ve doğal bir çıkarım olan silahlı direnişi tercih edenler ilk bu insanlar değil. İnsanlık tarihi, despot ve dikta rejimlere başkaldırarak, bu şekilde mücadele veren halkların hikâyeleriyle dolu.
Ancak, bu yolu da anlamakla beraber, bunun arzu edilen sonucu sağlamayacağına eminim.
Gereksiz hayallere kapılmadan, gücümüzün farkında olarak, ölmeden ve öldürmeden, hak ve çıkarlarımızı koruyacak değişik yollar bulmak yani üretmek zorundayız.
Anavatan ve diaspora bir araya gelerek Çerkesya’daki insanlık dışı sisteme karşı kendimiz bir sivil direnişi örgütlemeliyiz! Temelde doğru olan federasyon fikrinin, yanlış ve antidemokratik uygulamalarına karşı direniş! Bu durumda federasyonu oluşturan tüm cumhuriyet ve bölgelerle birlikte mücadele verebiliriz. RF’de bu fikri savunan çok sayıda STK’lar ve yapılar olduğunu biliyorum.
Dünyada federasyonla yönetilen birçok ülke var ve buralarda barış ve refah en üst seviyede.
Konularında uzman sosyologlar, sivil direniş konusunda hukuk ve askeri uzman Çerkesler olduğuna eminim. Yoksa bile günümüzde bu tür bir araştırmayı hakkıyla yapabilecek ve çözümler üretebilecek uzmanlar olduğu kesin.
Her şeye rağmen özellikle RF ama aynı zamanda ilgili uluslararası kurumlarla irtibat köprüsü ve kanallar oluşturulmalı.
Savaşın alternatifi diplomasidir.
Karşılıklı olarak artık ‘’düşman’’ sınıflandırmasından kaçınmalıyız çünkü bunun yapıcı hiçbir yanı yok.
Huaj İbrahim
(devam edecek)