21 Aralık 2010 Salı Saat 23:04
CHP'nin 15. Olağanüstü Kurultayı vardı dün. Geçen Mayıs ayında yapılan ve Kılıçdaroğlu'nun partinin başına geçmesi ile sevinç yaratan kurultaydan sonra, daha da sola kaymış söylemlerin havada uçuştuğu, nasıl halkın partisi olacaklarını hep bir ağızdan anlattıkları, sol sloganların arkasının kesilmediği bir kurultay daha yaşadı CHP'liler.
Ben de izledim uzaktan olanları. Referandum sürecinde pek anlayamamıştık ''yeni'' CHP' nin farkını. Bu yüzden belki de, izledim uzaktan. Coşkuluydu gerçekten kurultay, sloganların arkası kesilmedi. Che bereli Kılıçdaroğlu resimleri vardı duvarlarda... Blok liste ile seçimlere girdi Kılılçdaroğlu. CHP'ye yeni yüz yaratma yolunda blok listenin ne kadar önemli olduğu vurgulanıp duruyordu ne zamandır, öyle de oldu. Bazı kesimlerin korktukları olmadı yani. Coşkuyu büyüttü tabi bu durum, temizlik vardı, kesin! Yeni parti meclisi üyelerinin profili, Önder Sav ve ekibinin kovalanmasıyla, bir kaç ay önceden belli olmuştu aslında, ama yine de baktım son nokta neresidir diye. Evet biraz daha safra atıldı !! Tavır beklenen yönündeydi, sürpriz değildi yani. Sonra Kılıçdaroğlu bir konuşma yaptı, salon sloganlara boğuldu... Vaatler sıralandı bir bir. Parti içi demokrasiden başlayıp, ''YÖK'ü kaldıracağız'' a kadar uzandı. Daha önceki kurultayda da olduğu gibi, faili meçhul cinayetleri aydınlatacağız, seçim barajını kaldıracağız, özel yetkili mahkemelere son vereceğiz, darbecilerden hesap soracağız vs. derken salon çınladı tabi sloganlarla. Hüzünlendim, nasıl bir karman çormanlığın içinde olduğumuzu unutmak ister gibi inşallah dedim dinlerken. Ne diyebilirim ki? Etnik kimliklerin ve inançların sömürülmesine değindi, çok da çaktırmadan. ''Güneydoğu sorunu'' dedi, hak dedi, hukuk dedi, üçüncü yoluz dedi ve toparladı hemen konuyu. Ne anadilde eğitim vardı konuşmasında ne de TSK'nın bir gün önce bu konuda yayınladığı muhtıra. Olsun dedim devam ettim dinlemeye. O' da geleneği bozmadı ve sözlerinin arasına tıpkı Tayyip Erdoğan gibi sıkıştırdı 12 Eylül ''mağdurları''nı. Hatta bir manzumeyle Erdal Eren'i anlattı. Şaşkınlığım gayri ihtiyari gelişti. Kılıçdaroğlu'nun şahsına yönelik bir şaşkınlık değildi tabi bu. Tam tersine, ''keşke başka şartlar altında tanışmış olsaydık seninle, herşey çok farklı olurdu'' gibi duygusal bir cümle bile kurabildim kendisi için. Salondaki genel havayı görünce engel olamadım şaşkınlığıma. Bu ne yaman çelişki dedim kendi kendime. Hani bir grup vardı; adına manzume dizdiğin Erdal'ı asan zihniyeti kendine dost bilen, kurtarıcısı gibi gören, yolları aşındıra aşındıra, aralarındaki organik bağları apaçık ifşa etmekten hiç çekinmeyen, bundan utanmayan, sıkılmayan grup. Büyük bir kısmını bunların oluşturduğu salonda mı yaşanıyordu, konuşuluyordu bunlar. İçim buruldu. Yine de bir umut demekten kendini alamayan samimi insanlara ilgi ve saygıyla bakıp, olabilir dedim, haklı olabilirsin. Sonra yeni anayasa yapmaktan bahsetti Kılıçdaroğlu. Yıllardır aklı başında herkesin istediği ve direttiği gibi. Darbe anayasasına sahip bir ülkede yaşamayalım tabi ki. Demokrasiden çıkarı olan herkes ister yeni bir anayasamız olsun. Daha sivil, daha demokratik, yargısı bağımsız, daha özgür bir ülkede yaşamayı kim istemez. Unutup bir kaç ay önce kopardıkları yaygarayı, olursa ne iyi olur dedim. Referandum sürecinde darbeci, statükocu damarları kabarmış, anayasa değişikliğine karşı direnç göstermiş sonra da bunu yaparsak biz yaparız, onlardan iyisini yaparız demişlerdi. Kendilerince ''bağımsız'' yargıyı AKP' den korumaya çalışmışlardı. Darbe anayasasının olduğu bir ülkede bağımsız yargıdan bahsetmek nasıl oluyorsa artık! Biz de bu konunun partiler üstü bir konu olduğunu, bu anayasa durdukça gelen her partinin devletin ve bu zihniyetin partisi olacağını, aklıselim her insanın oyunu demokratikleşmekten yana kullanması gerektiğini söylemiştik. Yani o zaman da tavrım demokrasiden yanaydı. Hala da öyle. Bu yüzden ne iyi olur dedim. Hatta bir Çerkes olarak herkesten daha yüksek sesle söyledim ne iyi olur diye. Hem kendi halkım adına hem de içinde yaşadığım ülke adına özlemlerim var çünkü. Belki dedim, belki biz de kendi örgütlerimizle, siyasallaşmış yapımızla demokratik haklarımızın peşine düşer ve bu değişimi fırsata çevirebiliriz. Kendimize de yontabileceğim bir konuyu nasıl es geçebilirim ki. Daha demokratik bir anayasa benim de önümü açmaz mı? Açar mutlaka, talep etmesini bilir ve haklarımın arkasında durursam. Koşullar da olgunlaştı sayılır, bekleriz kendilerinden dedim kısacası. Zira AKP karşısında başka şansları da kalmadı. Ya daha demokrat olacaklar yada demokratikleşen AKP' yi seyretmeye devam edecekler. Her halükarda kazançlı çıkabilirim akıllı olursam dedim. İçim ferahladı biraz. Kurultayın sonunda Önder Sav'ın yerine Parti Genel Sekreter'liğine getirilen Süleyman Demirel'in ''manevi oğlu'' Süheyl Batum' u da dinledim biraz. Hani geçen hafta Ankara Üniversitesi'ndeki gösterilerin hedefindeki ikinci aktör. Gerçi genelde basına yansıyan şekle göre, hedef sadece Burhan Kuzu gibi görünse de, Batum' da aynı derecede hedefti kimileri için. Süheyl Batum'u konuşturmak istemeyen öğrencilerden birinin röpörtajını okumuştum birkaç gün önce. Öğrenci arkadaşımız şöyle anlatmıştı: ''Niyetimiz Burhan Kuzu'yu da aynı şekilde protesto etmekti. Birleşik bir protesto kurgusu vardı yani. CHP temsilcisini de AKP temsilcisini de salonda konuşturmamak üzere bir kurgu. Fakat Burhan Kuzu salona girdiğinde protesto biraz da bizim kurgumuzun dışına çıktı. Hatta basında Batum'u protesto edenlerle, Kuzu'yu protesto edenler iki ayrı grup gibi haberler yer aldı. Ama durum tam olarak böyle değildi o gün. Süheyl Batum ve Burhan Kuzu'yu protesto edenlerle, sadece Burhan Kuzu'yu protesto edenler gibi bir ayrım vardı esasta. AKP karşıtı siyaset üzerinden yükselmek gerektiğini savunan bir kesim var. Ve ne hikmetse AKP dışında hiçbir şeye ilişmiyorlar. Biz o salonda, Süheyl Batum bize parmağını sallayarak "Siz bu salonda 6-7 kişisiniz, sizin yaptığınız azınlık faşizmidir" derken, Cebeci siyasetinden salondan çıkan arkadaşları da gördük.'' Araya darbe yanlısı guruplar karışmış olsa da, ''bildiğimiz'' CHP'nin bünyelerde yarattığı hasarı dillendirmek isteyen bir gurup da vardı o salonda yani ve malesef Süheyl Batum'un bu sınavı başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Batum'u dinlerken bunları düşündüm bir yandan da. Ben düşünüyordum, ''O'' ise devam ediyordu CHP'nin yeni yüzünü çizmeye. Tepesinde dolaşan demokrasi heyulasının ağırlığı ve ''manevi babası''na verdiği sözü unutmadan. ''O'' anlatmaya devam etti ama ben dinlemeye tahammül edemedim. Birşey de demedim ondan sonra. Sustum ve benim için bu kurultay böylece bitti. Biraz daha tazelendi CHP. Önlerinde seçim var artık. Yeni bir senaryonun aktörü mü oldular, yoksa yeni-k yüzleriyle müzmin muhalefetliğe devam mı edecekler? Bekleyip göreceğiz herhalde.
Coşkuluydu gerçekten kurultay, sloganların arkası kesilmedi.
Che bereli Kılıçdaroğlu resimleri vardı duvarlarda...