10 Nisan 2011 Pazar Saat 11:21
Kısa süre önce, belki de tarihimizde ilk denebilecek bir gün yaşadık.
Yollardaydık; elimizde pankartlarımız, dilimizde özlemlerimizle, kol kola, tek yürek, tek bilektik. Kayseri'den, İzmir'den, Reyhanlı'dan...
Geçmişine ve geleceğine sahip çıkmak isteyen, bunu borç bilenler olarak, düşmüştük yollara. Saymadım kaç kişiydik, bin miydik- beşbin miydik?
Kimse de saymadı zaten. Oradaydık sadece; Çerkes olmanın yürek ve cesaret gerektirdiğini, Çerkes kalmanın yolunun mücedeleden geçtiğini bildiğimiz için.
Yakışmıyordu bize özlemleri yüreğimizin kuytularına gizlemek. Geride bıraktıklarımızın ince sızısını, günden güne kaybettiklerimiz ile harmanlayıp kabullenmek de yakışmıyordu. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dedik. Gözlerdeki sis perdesini yine biz kaldırabiliriz dedik. Dili olmayanın ulusu da olmaz dedik. Kaf Dağı'nın ardında kalan efsaneye, masallar ülkesine dönmemeli güzel vatanımız dedik.
Çerkesya içindi herşey...
Çerkesliğin sadece geleneklerden ibaret olmadığını, yaşatılması gereken bir dilimiz olduğunu, sahip çıkmamız gereken bir bayrağımız ve vatanımız olduğunu anlatmak içindi. Bayraklarımız ile yeşile boyanan yolda gururla yürüdük. Komplo teorilerinden, sonu bir yere varmayan tartışmalardan çok uzaktaydık. Sadece, Çerkes olarak yaşama ve tanınma hakkımızı dile getirmenin, yıllardır söyleyemeyip yutkunduklarımızı haykırmanın mutluluğu vardı. Her türlü ideolojik angajmanın üstünde bir sağduyu ile, anadilimize, anadilde eğitim hakkımıza sahip çıkmak için sokaklara dökülmüştük.
Evet, tarihin tekerleği geriye dönmeyecek ve eskisi gibi olmayacak hiçbir şey bundan sonra. Kendi tabanına bile kulak tıkayanların yada makam koltuğunu parlatanların değil, sokaklara dökülen insanların iradesi yön verecek geleceğe artık, olması gerektiği gibi!
Halkı adına kaygılanan, kaygılanabilen, bu erdemini iktidar hülyasıyla rafa kaldırmamış olanların sesi yükselecek. Geldiğimiz noktada, kimin ne dediği değil, yollara düşenlerin ne demek istediği önemli artık. Kimlik mücadelemiz yeni bir boyut kazanıyor. Bu gün Adıge dilini yaşatmak için yürüyenler, yarın bayrağımız için, vatanımız için yürüyecekler çünkü. Bunu anlamamak, önemini yadsımak, bu halka yapılacak haksızlık olur sadece. Birilerinin, alanlara doluşan bunca insanı görmezden gelmesi haksızlık olur.
Hayatında eylem nedir bilmeyen yaşlısı da, çoluğu-çocuğu da, sağduyularının yol göstericiliğinde koştu alanlara. Onlarca yıldır biriktirdikleri, söyleyecekleri vardı insanların. Sokaktan gelen bu sese kulak tıkayanlar yarın kendi seslerini nasıl duyurayacaklar merak ediyorum. Gerektiğinde beraber yürümeyi bilmeyenler, bir zaman sonra yanlarında yürüyecek kimse bulabilecekler mi acaba?
Ulusal bilincimizi, sadece en doğruları söyleyerek değil, bulduğumuz her alanda dile getirerek besleyebiliriz ancak. Sağır sultan bile duymalı artık sesimizi.
Bu yüzden de, ne diasporadaki demokratikleşme hareketlerinin dışında kalmalıyız, ne sokakların gücünü küçümsemeliyiz. En mükemmel teoriler bile, yaşamda vücut bulmadıkça gerçek gücüne ulaşamaz. Yarınına duyduğu kaygılar nedeniyle, birşeyler yapmaya çalışan insanlara sırça köşklerden seslenerek değil, kol kola yürüyerek ulaşabiliriz ancak. Doğruyu ve sağduyuyu ancak böyle birleştirebiliriz. Zaman, yapılan herşeye bir kulp bulma, burun kıvırma zamanı değil. İnsanlar bu filmi daha önce yeteri kadar gördü çünkü.
Zaman, söylemlerimizi eylemlerle güçlendirme zamanı. Koltuklarımızdan kalkıp harekete geçme zamanı.