27 Mayıs 2011 Cuma Saat 00:09
Sabah olmak üzere. Aslında yorgun olmam ve dinlenmem gerekiyor ama içimdeki tarifsiz coşkudan başka şey hissetmiyorum son günlerde.
21 Mayıs 2011, tatlı yorgunluğuyla, haklı gururuyla, kazanımları ve aşıladığı umutla, tarih yazan Çerkesya Yurtseverleri için yeni bir yolun başlangıç tarihi oldu.
Tüm süreci düşündüğümde, cesur ve istikrarlı adımlarla ilerlemenin, bu onurlu mücadeleye kattıklarını çok daha net görebiliyorum. Eğilmeden, taviz vermeden geldik bu güne kadar. Doğrularımızdan şaşmadık.
Doğruda birleşelim çağrısını yapan da, bu halk için eline bayrağını alan, kafa yoran, emek sarfeden, koşturan, haykıran tüm yurtseverlerle tek yürek olmak istreyen de bizdik. Bizim ne karalama politikalarına, ne saldırgan tavırlarla göz boyamaya, ne de küçük hesaplar peşinde koşmaya ihtiyacımız olmadı, bundan sonra da olmayacak. Genel havayı gözlemleyen herkesin ortak kanısı da bu yönde. Söylemlerimizin doğruluğu ve haklılığı, gün geçtikçe büyüyen Yurtsever kitlesi ile kendini ortaya koyuyor.
Çerkesya ideali çevresinde toplanmaya devam ediyoruz. Yürütülen tüm yalnızlaştırma politikalarına rağmen, beklenenin çok üzerinde bir Yurtsever katılımı ile buluştuk Taksim'de.
Bizimle olmak isteyip de çeşitli nedenlerle buluşamadıklarımız da vardı mutlaka.
Derneklerin kaldırdığı otobüslerde, bizimle yürümek isteyen bir dolu insan vardı mesela. Otobüslerin İstanbul'a geç gelmiş olmaları, bilinçli miydi bilmem artık, zamanlama açısından kötüydü.
21 Mayıs öncesinde, Beşiktaş'taki eylemede (anma törenine) katılacağımızı belirterek ortaya koyduğumuz iyi niyetin karşılığı, afakını korku sarmış bir federasyon ürkekliğinde oldu yine galiba.
Biz yine de, duyurduğumuz gibi, Rusya Konsolosluğu önüne siyah çelenk bıraktıktan sonra, Beşiktaş'ta, ''anma törenine'' destek vermek için yanlarındaydık. Her ne kadar alandaki genel havayı anlatmak için sarkastik bir uslup kullanmak istemesem de, kusura bakmasınlar ama, o ''ruhsuz'' törene katılmak bizi çok mutlu da etmedi demek zorundayım. Gündüzki umut yeşerten yürüyüşümüzden sonra, TRT Yurttan Sesler Korosu'nu, saatlerce dinlemek zorunda kalmak gibi bir şeydi orada olmak. İnanç yoktu, ruh yoktu. Yaprak döküyordu Beşiktaş yanımız. Kavram kargaşasıyla yönlendirilen kitlenin, alışılagelmiş bir ritüeli yerine getirmekten başka derdi de yoktu sanki. Buna sorumlu arayacaksak, alanı zenginleştiren onca insanımızdan ziyade, o ruhu yaşatmayı yıllardır başaramayan, hatta var olanı da zedeleyen sorumluları parmakla göstermeye gerek yok sanırım. Beşiktaş'taki törene ilişkin söyleyecek çok şey olmasına rağmen detaylara girmek istemiyorum bir yandan da.
Başta da söylediğim gibi içimdeki coşku başka türlü şu aralar. Çerkesya Yurtseverlerinin kanlı canlı sokağa çıkması, insanlarda oluşturduğumuz inancı ve güveni gözlerden okumak daha önemli şimdi!
Bizim için yapılan negatif eleştirilere olduğu kadar, ki bu konuda da detaya girmek istemiyorum, konturpiyede kalmış entellektüel nazlılarımızın bize yönelttikleri ''şefkatli'' uyarılara da bir cevap niteliğindeydi yürüyüşümüz. Çaktırmadan havayı koklayıp, duruma göre vazife çıkarmak esas görevidir bu nazlılarımızın. Siz ne kadarsınız ki? Fazla heyecanlısınız! gibi cümlelerle, kendi eylemsizliklerini kamufle etmeyi iyi bilirler genelde bu ''entellerimiz''. İrademizi ortaya koymaya kararlı Adigeler olarak, kime, neyi ve neden ispatlamak zorunda olduğumuz ayrı bir problem. Ama bu anlamda da 21 Mayıs bizim için önemliydi. Kim hangi cevabı arıyorsa bulmuştur umarım.
İlk günden itibaren Çerkesya Yurtseverleri olarak, Adige (Çerkes) Halkı adına yüklendiğimiz misyonun farkında bir duruş sergiledik. Katıldığımız, destek verdiğimiz her eylemi bu misyon çerçevesinde değerlendirdik. Savunduğumuz ilkeler doğrultusunda, Çerkesya ve Çerkes (Adige) söyleminden taviz vermeden ama diğer yandan da kimseyi düşmanlaştırmadan bildiğimiz yolda yürüdük. Düşmanlıktan beslenen bir politikaya ihitiyacımız da olmadı. Demokratik olandan yana ve yasal zeminde yapılması gereken ne varsa, elimizi taşın altına koymaya hazır yürekler olarak, yüzü anavatana dönük politikamızı her yerde sonuna kadar savunduk. ''mış'' gibiler ile işimiz olmadığı gibi, onların manevraları yada ittifakları da bizi yolumuzdan döndürmedi. Yıllardır herkesi birbirine katıp karıştıranlar ve onların kabuk değiştirmiş ''halliceleri'' arasından sıyrılıp, devam ettik inandıklarımızı söylemeye. Doğruda buluşamayacağımıza inandığımız noktada, kendi başımıza çıktık alana.
21 Mayıs 1864' te Çarlık Rusya'sının Çerkes (Adige) Halkına uyguladığı soykırımdır,
21 Mayıs'lar ''Çerkes Soykırım ve Sürgün Günü'' olarak tüm dünyada anılmalıdır ve Adige'lerin yeniden dirildikleri gün olmalıdır diyorduk.
Rusya başta olmak üzere, tüm ülkeler bu soykırımı tanıyıp, Çerkes Halkınına karşı sorumluluğunu yerine getirmeli diyorduk.
İlk günden itibaren söylediğimiz buydu. Bizden başka bunu dile getiren olmadı mı? Oldu tabi!
Hatta geçen senelerde soykırım lafını ağzına almayanlar bile, sesleri titreyerek de olsa, bu ifadeleri kullanabiliyorlar artık.
Ama Çerkesya Yurtseverleri, bunun için yasal girişimlerde bulunarak tarihi bir adım da attı. Ne söylediğimiz kadar, söylediklerimizi hayata geçirebilecek yüreğe ve inanca sahip olmamız bizim için önemli çünkü.
20 Mayıs 2011 tarihinde Gürcistan Palamentosundan çıkan karar, yani oybirliği ile Çerkes Soykırımını tanıması, haklı davamızda bize güç verdi, bıkmadan yılmadan anlatmaya çalıştığımız, demokratik mücadele örgümüzün biraz daha yolunu açtı.
Bize, düşman Rusya, Gürcistan, Uganda lazım değil. Bize, tarih önünde hesap verecek, tarihi topraklarımızdan sürüldüğümüzü ve yok edilen Çerkesya'nın bizim anavatanımız olduğunu, Rusya tarafından, yüzlerce yıl uygulanan soykırım politikalarına maruz kaldığımızı kabul ve ikrar edecek devletler lazım.
Bunun adı dostluk, işbirlikçilik de değil. Bunun adı, yasal mücadele. Bunun adı, dünya dengelerini iyi okuyabilmek. Bunun adı, soykırımın insanlık suçu olması ve uluslararası hukuk kurallarına göre suç teşkil etmesi.
Bunun adı, varlığımızın tek şart önkoşulunun Çerkesya olması.
Anavatanı ile, diasporası ile, resmi bir bütün halinde düşündüğümüzde yapabileceğimiz en doğru şey, demokratik mücadele kanallarını açmaktı.
İşte biz de 21 Mayıs sürecine bu adımla girdik ve coşkusunu sokaklara taşıdık.
Bunlar önemli, gerisi ise teferruat...